CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan,
28 Mayıs 2017 günü İstanbul Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşmada, “Siyâsî
olarak iktidar olmak başka bir şeydir, sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir
şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel
iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” demişti.
Aradan dört yıl daha geçti. Türkiye’nin idarî yapısı değişti. Bir genel,
bir de yerel seçim daha yapıldı. AK Parti’nin kesintisiz iktidarı da 19’uncu
yılına erdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünü ettiği sosyal ve kültürel iktidar
konusundaki sıkıntılarda bir değişiklik ya da azalma olmuş mudur?
“Kültürel iktidar” deyince ister istemez Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
yaptıkları akla gelmektedir. Çünkü adında bile “kültür” kelimesi bulunan
bakanlığın, sözü edilen sıkıntıların aşılması konusunda yüklendiği bir görevi
ve uygulaması olmalıdır. Bakanlığın turizm ve benzeri alanlarda da pek çok
faaliyeti olmakla birlikte son bir yıldan beri doğrudan Bakan Bey’in
vurguladığı “Kültür Yolu Projesi”, sosyal ve kültürel iktidar konusunda önemli
bir adım olduğu izlenimini vermiştir. Nitekim Bakan Mehmet Nuri Ersoy’un 24
Ekim 2021’de bir müjde olarak aktardığı Kültür Yolu Festivali’nin 29 Ekim-14
Kasım tarihleri arasında açık olacağını öğrendik.
Buna göre Kültür Yolu, Galataport’tan başlayacak. Tophane, Galata Kulesi,
Galata Mevlevihanesi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi ve Atlas 1948 Sineması,
Emek Sineması, Taksim Camiî Kültür ve Sanat Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi ve
Kültür Sokağı’ndan oluşacak bir parkuru kapsayacak.
Kültür Yolu Projesi için başlangıç sayılan Galataport’un adı bile Türkçe
değildir. Türkiye’de devlet eliyle Türkçeye rağmen bu tür isimler
özendirilmektedir. Bir özentinin, bir taklidin sonucu olarak uydurulmuş bir
isim olmalıdır bu. Üstelik bu liman projesi doğrudan Doğuş Holding’e tahsis
edilmiştir. Holdingin istekleri için projede birkaç defa değişiklik yapılmıştır.
Pek çok tarihî eser bu proje için gölgelenmiştir. Bu işlerin Doğuş Holding’in
kârının yüksek tutulması için yapılması, “sosyal ve kültürel iktidara” nasıl
bir katkı sağlamıştır?
Kültür Yolu’nun ikinci adımı Tophane’dir. Zorunlu bir adımdır bu adım.
Çünkü yolun asıl hedefi, Cenevizlilerden (İtalyanlardan kalma) Galata Kulesi’ne
uğramaktır. Hiçbir estetik tarafı olmayan, gördüğü tamirlerden dolayı orijinalitesi
de kalmayan Cenevizlilerin Galata Kulesi, bu projenin ana unsurlarındandır.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması bir “devrim olduğuna” göre, böyle bir projeyi
bir tekke demek olan Mevlevîhane’den geçirmenin bir anlamı var mıdır? Gerçi
türbelerin kapatılması devrimi için Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş-i Velî ve
Anıtkabir istisna tutulmuştur. Her şeye rağmen böyle bir yolun bir tekkeden,
bir Mevlevîhaneden geçirilmesi, eskinin istismarıdır, eskiye muhtaç kalmaktır.
Bir çeşit iflâstır.
Kültür Yolu’nun dördüncü durağı ise Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’dir.
Merkez, rastgele bir beton yığınıdır. Hiçbir mimarî ve estetik değeri yoktur.
Ama yolun üzerinde bir ara istasyon gibi yer almıştır. Bu istasyon aslında AK
Parti’nin bütün siyâsî söyleminin de reddedilmesi demektir. Çünkü Tarık Zafer
Tunaya, militan bir askerî darbecidir. 27 Mayıs darbecilerinin akıl
hocalarındandır. Çok sayıda insanın işkenceyle öldürülmesi, milletin
seçtiklerinin yüz kızartıcı işlemlerden sonra idam edilmeleri gibi doğrudan
millet iradesine karşı işlenen büyük bir suçun ortaklarındandır.
AK Parti’nin Kültür Bakanı, 7 Haziran 2000 günü bu darbecinin adının verildiği
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin açılışını bu sıfatla yapmıştır. AK Parti
iktidarı, bu açılıştan aldığı hızla, bu merkezi şimdi Kültür Yolu’nun bir
istasyonu hâline getirmiştir. Millet iradesine karşı işlenmiş cürümlerin suç
ortaklarından olan “Tarık Zafer Tunaya” adı, bir darbe döneminde, hem de mevcut
Kültür ve Turizm Bakanı döneminde el üstünde tutulmuştur böylece.
Darbecilerin uğursuz adlarını ülkenin meydanlarından, sokaklarından,
semasından silmesi beklenenlerin bu adları cilâlamaları, ülkenin geleceği için
büyük bir kayıptır.
Atlas ve Kültür Sinemalarının da bu yolun üzerinde olması, kültürün içeriği
bakımından bir tercih olmalıdır. Bu sinemalar yapıldığı zamanlardan beri ne tür
içeriklerle faaliyet göstermişlerdir? Milletin irfanında ve vicdanında
karşılığı olmayan faaliyetlerin merkezi olan bu sinemaları Kültür Yolu’na
taşımak, SHP/CHP’li Kültür Bakanları için şaşırtıcı olmazdı. Ama AK Partili
Kültür Bakanı, muhalefeti değil, doğrudan AK Parti seçmenini şaşırtmayı tercih
etmiştir.
Kültür Yolu kimi memnun edecek?
Taksim Camiî’nin Kültür Yolu’nda adının geçmesi, belki tek teselli olarak
açıklanabilir. Çünkü Taksim Camiî’nin yeri de, mimarisi de oldukça güzel. Üstelik
kapsadığı anlam da oldukça zengin. Ancak görünen o ki, Taksim Camiî’nin bu
yolda adının geçmesi, yalnızca bulunduğu yerden dolayı bir zaruret sonucu.
Yoksa cami oluşu ve de mimarisinin güzelliğinden dolayı değil.
Yolun nihaî durağı ise AKM yani Atatürk Kültür Merkezi...
AK Partili Kültür Bakanı, 3 Nisan 2021’de AKM’nin 1,8 milyar TL’ye mâl olacağını
ve dünyada ilk 10’a gireceğini müjdelemiştir. AKM’nin maliyet olarak Hamburg
Flarmoni binasından dörtte üç masrafla daha ucuza geldiğini, AKM’nin 32 ayda
yapılması ile de Hamburg Flarmoni’yi geçtiğini vurgulayıp övünmüştür. AKM;
sinema, tiyatro, opera, bale, müzik salonları ve Kültür Sokağı gibi
bölümleriyle 96 bin metrekarelik alanı kapsamaktadır. Adının değişeceği
korkusuyla azgın azınlık, eski hâlinin yıkılmasına uzun süre itiraz etmiştir. Bunun
için idare mahkemesinde dâvâlar açılmıştır. Bereket versin, AK Partili Kültür
Bakanı defalarca, “Adı değişmeyecek” diye garanti vermiştir. Dediği de olmuş, “AKM”
adı değişmemiştir.
Türkiye’nin ekonomik şartlarına bağlı olarak milyonlarca insan geçim
derdindedir; işsizdir, evsizdir, çaresizdir, umutsuzdur. 1,8 milyar TL’ye
yapılan AKM’nin yanardöner sahnelerinin olması ya da dünyada ilk 10’a girecek
olması, söz konusu milyonların hangi derdine çare olacaktır? Geçim derdine,
evsizliğe, işsizliğe çözüm mü getirecektir? Böyle bir yapı ve de içinde icra
edilecekler, Türk halkının ezici çoğunluğunun özlemlerine paralel olacak mıdır?
24 saat açık olması müjdesi, akşamcıların dışında geçim ve iş derdi olan
milyonlar için bir sığınak, bir teselli yeri mi olacaktır?
Devletin tiyatrosunda, balesinde, operasında hangi ideoloji hükümrandır? O
ideolojiyi milletin ezici çoğunluğu yüzyıldan beri reddetmektedir. Buna rağmen
astronomik harcamalarla bu ideolojinin propaganda yerlerini inşa etmek, AK
Parti’nin varlık nedenleri ile bağdaşır mı? Yalnızca büyük şehirlerin tuzu kuru
kesimlerinin sahiplendiği bu fosil ideolojiye fakir milletin parası ile
propaganda yerleri tesis etmek nasıl bir kültür siyasetidir? Bunun adı, “kendini
inkâr” olmalıdır.
Görünen odur ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “siyasal ve kültürel iktidar”
vurgusu ile bu Kültür Yolu Projesi’nin zerrece ilgisi yoktur! Adında “kültür”
kavramının geçtiği bakanlık, Kemalizm’in sahiplendiği sömürgeci Batı kültürünün
hâkimiyeti için çalışmaktadır. Millet çoğunluğunun sahiplenmediği, hattâ düşman
bildiği böyle bir kültür anlayışı, milletin vergileriyle devam ettirilip
yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Devletin tiyatrosu, balesi, operası olmamalıdır. Bale, opera ve tiyatro
isteyen tuzu kuru kesim, doğrudan kendi harcaması ile bu işleri yapabilir. Koç
Holding veya Doğuş Holding 1,8 milyar TL’ye AKM yapar mı? Özel sektörden
gelmeyi övünç nedeni sayanlar, bu soruyu kendilerine sormalıdır. Özel sektörün
para ayırmayacağı bir alana, o özel sektörün ideolojisi için, keyifleri için
devletin para ayırması büyük bir yanlıştır.
AK Parti’nin tüzüğünde, “Devlet sanayi ve ticareti bırakmalıdır” diye
yazıldığı için AK Parti iktidarı dönemlerinde özelleştirmeler yapılmıştır.
Özelleştirme sanayi ve ticareti kapsadığı gibi bale-opera, tiyatro ve sinemayı
da kapsamalıdır. Bu hâliyle devletin bir kültür bakanlığı olmamalıdır. Devletin
AKM’si de olmamalıdır. Hiçbir getirisi olmayan, bu işlere sırf Hamburg Flarmoni
ile yarış için, gösteriş için bu kadar para harcamak büyük bir vebâldir.
Nihayet AKM’nin 29 Ekim günü açılması da ibretliktir. Türkiye’de cumhuriyetin
başlangıcı 14 Mayıs 1950’dir. Halk egemenliği 14 Mayıs 1950’de (vesayet
odaklarının gölgesi olsa bile) başlamıştır. AK Parti idaresine 29 Ekim’i değil,
14 Mayıs’ı sahiplenmek yakışırdı.
Birinci Dünya Savaşı galiplerinin öngörülerine göre, tek adam/tek parti
hegemonyasının resmileşmesi demek olan 29 Ekim günü için AK Parti içinden
bazılarının kendinden geçmesinin akıl ile bir açıklaması yoktur. Belli ki
gövdeleri AK Parti’de, akılları başka partide kalmış olan kimselerdir bunlar.
AK Parti’nin, aklı ve gövdesi farklı yerlerde olan kimselerle sosyal ve
kültürel iktidar tesis edemeyeceği, geçen 19 yılda tekrar tekrar görülmüştür.
Her 29 Ekim gününde bazı siyasetçiler nöbetleşe bir çeşit trans hâli
yaşamaktadır. Vay efendim, “cumhuriyete İngiliz muhipleri karşı çıkmış ama
millet cumhuriyeti istemiş, yepyeni bir devlet kurulmuş”… Oysa İngiliz muhipliği,
1945’e kadar Türkiye’de geçerli tek akçedir. 1945’te ise yerini ABD muhipliğine
bırakmıştır. Devlet Bahçeli’nin bu basit gerçeğe gözlerini kapatması, hakikati
değiştirmiyor.
Türkiye’nin trans hâli yaşamayan, ancak tek parti döneminde meydanlarda
duyulan ve hakikate düşman olan seslere kulaklarını tıkayarak gerçekten başka
bir tutkusu olmayan siyasetçilere olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Yeni
devlet kurma söylemi bir fantezidir. Sadece CHP kurucusunun unvanlarını
çoğaltmak için icat edilmiş mitolojik bir unsurdur.