Kültür Yolu

Devletin tiyatrosu, balesi, operası olmamalıdır. Bale, opera ve tiyatro isteyen tuzu kuru kesim, doğrudan kendi harcaması ile bu işleri yapabilir. Koç Holding veya Doğuş Holding 1,8 milyar TL’ye AKM yapar mı? Özel sektörden gelmeyi övünç nedeni sayanlar, bu soruyu kendilerine sormalıdır. Özel sektörün para ayırmayacağı bir alana, o özel sektörün ideolojisi için, keyifleri için devletin para ayırması büyük bir yanlıştır.

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, 28 Mayıs 2017 günü İstanbul Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşmada, “Siyâsî olarak iktidar olmak başka bir şeydir, sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” demişti.

Aradan dört yıl daha geçti. Türkiye’nin idarî yapısı değişti. Bir genel, bir de yerel seçim daha yapıldı. AK Parti’nin kesintisiz iktidarı da 19’uncu yılına erdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünü ettiği sosyal ve kültürel iktidar konusundaki sıkıntılarda bir değişiklik ya da azalma olmuş mudur?

“Kültürel iktidar” deyince ister istemez Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptıkları akla gelmektedir. Çünkü adında bile “kültür” kelimesi bulunan bakanlığın, sözü edilen sıkıntıların aşılması konusunda yüklendiği bir görevi ve uygulaması olmalıdır. Bakanlığın turizm ve benzeri alanlarda da pek çok faaliyeti olmakla birlikte son bir yıldan beri doğrudan Bakan Bey’in vurguladığı “Kültür Yolu Projesi”, sosyal ve kültürel iktidar konusunda önemli bir adım olduğu izlenimini vermiştir. Nitekim Bakan Mehmet Nuri Ersoy’un 24 Ekim 2021’de bir müjde olarak aktardığı Kültür Yolu Festivali’nin 29 Ekim-14 Kasım tarihleri arasında açık olacağını öğrendik.

Buna göre Kültür Yolu, Galataport’tan başlayacak. Tophane, Galata Kulesi, Galata Mevlevihanesi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi ve Atlas 1948 Sineması, Emek Sineması, Taksim Camiî Kültür ve Sanat Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi ve Kültür Sokağı’ndan oluşacak bir parkuru kapsayacak.

Kültür Yolu Projesi için başlangıç sayılan Galataport’un adı bile Türkçe değildir. Türkiye’de devlet eliyle Türkçeye rağmen bu tür isimler özendirilmektedir. Bir özentinin, bir taklidin sonucu olarak uydurulmuş bir isim olmalıdır bu. Üstelik bu liman projesi doğrudan Doğuş Holding’e tahsis edilmiştir. Holdingin istekleri için projede birkaç defa değişiklik yapılmıştır. Pek çok tarihî eser bu proje için gölgelenmiştir. Bu işlerin Doğuş Holding’in kârının yüksek tutulması için yapılması, “sosyal ve kültürel iktidara” nasıl bir katkı sağlamıştır?

Kültür Yolu’nun ikinci adımı Tophane’dir. Zorunlu bir adımdır bu adım. Çünkü yolun asıl hedefi, Cenevizlilerden (İtalyanlardan kalma) Galata Kulesi’ne uğramaktır. Hiçbir estetik tarafı olmayan, gördüğü tamirlerden dolayı orijinalitesi de kalmayan Cenevizlilerin Galata Kulesi, bu projenin ana unsurlarındandır.

Tekke ve zaviyelerin kapatılması bir “devrim olduğuna” göre, böyle bir projeyi bir tekke demek olan Mevlevîhane’den geçirmenin bir anlamı var mıdır? Gerçi türbelerin kapatılması devrimi için Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş-i Velî ve Anıtkabir istisna tutulmuştur. Her şeye rağmen böyle bir yolun bir tekkeden, bir Mevlevîhaneden geçirilmesi, eskinin istismarıdır, eskiye muhtaç kalmaktır. Bir çeşit iflâstır.

Kültür Yolu’nun dördüncü durağı ise Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’dir. Merkez, rastgele bir beton yığınıdır. Hiçbir mimarî ve estetik değeri yoktur. Ama yolun üzerinde bir ara istasyon gibi yer almıştır. Bu istasyon aslında AK Parti’nin bütün siyâsî söyleminin de reddedilmesi demektir. Çünkü Tarık Zafer Tunaya, militan bir askerî darbecidir. 27 Mayıs darbecilerinin akıl hocalarındandır. Çok sayıda insanın işkenceyle öldürülmesi, milletin seçtiklerinin yüz kızartıcı işlemlerden sonra idam edilmeleri gibi doğrudan millet iradesine karşı işlenen büyük bir suçun ortaklarındandır.

AK Parti’nin Kültür Bakanı, 7 Haziran 2000 günü bu darbecinin adının verildiği Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin açılışını bu sıfatla yapmıştır. AK Parti iktidarı, bu açılıştan aldığı hızla, bu merkezi şimdi Kültür Yolu’nun bir istasyonu hâline getirmiştir. Millet iradesine karşı işlenmiş cürümlerin suç ortaklarından olan “Tarık Zafer Tunaya” adı, bir darbe döneminde, hem de mevcut Kültür ve Turizm Bakanı döneminde el üstünde tutulmuştur böylece.

Darbecilerin uğursuz adlarını ülkenin meydanlarından, sokaklarından, semasından silmesi beklenenlerin bu adları cilâlamaları, ülkenin geleceği için büyük bir kayıptır.

Atlas ve Kültür Sinemalarının da bu yolun üzerinde olması, kültürün içeriği bakımından bir tercih olmalıdır. Bu sinemalar yapıldığı zamanlardan beri ne tür içeriklerle faaliyet göstermişlerdir? Milletin irfanında ve vicdanında karşılığı olmayan faaliyetlerin merkezi olan bu sinemaları Kültür Yolu’na taşımak, SHP/CHP’li Kültür Bakanları için şaşırtıcı olmazdı. Ama AK Partili Kültür Bakanı, muhalefeti değil, doğrudan AK Parti seçmenini şaşırtmayı tercih etmiştir.

Kültür Yolu kimi memnun edecek?

Taksim Camiî’nin Kültür Yolu’nda adının geçmesi, belki tek teselli olarak açıklanabilir. Çünkü Taksim Camiî’nin yeri de, mimarisi de oldukça güzel. Üstelik kapsadığı anlam da oldukça zengin. Ancak görünen o ki, Taksim Camiî’nin bu yolda adının geçmesi, yalnızca bulunduğu yerden dolayı bir zaruret sonucu. Yoksa cami oluşu ve de mimarisinin güzelliğinden dolayı değil.

Yolun nihaî durağı ise AKM yani Atatürk Kültür Merkezi...

AK Partili Kültür Bakanı, 3 Nisan 2021’de AKM’nin 1,8 milyar TL’ye mâl olacağını ve dünyada ilk 10’a gireceğini müjdelemiştir. AKM’nin maliyet olarak Hamburg Flarmoni binasından dörtte üç masrafla daha ucuza geldiğini, AKM’nin 32 ayda yapılması ile de Hamburg Flarmoni’yi geçtiğini vurgulayıp övünmüştür. AKM; sinema, tiyatro, opera, bale, müzik salonları ve Kültür Sokağı gibi bölümleriyle 96 bin metrekarelik alanı kapsamaktadır. Adının değişeceği korkusuyla azgın azınlık, eski hâlinin yıkılmasına uzun süre itiraz etmiştir. Bunun için idare mahkemesinde dâvâlar açılmıştır. Bereket versin, AK Partili Kültür Bakanı defalarca, “Adı değişmeyecek” diye garanti vermiştir. Dediği de olmuş, “AKM” adı değişmemiştir.

Türkiye’nin ekonomik şartlarına bağlı olarak milyonlarca insan geçim derdindedir; işsizdir, evsizdir, çaresizdir, umutsuzdur. 1,8 milyar TL’ye yapılan AKM’nin yanardöner sahnelerinin olması ya da dünyada ilk 10’a girecek olması, söz konusu milyonların hangi derdine çare olacaktır? Geçim derdine, evsizliğe, işsizliğe çözüm mü getirecektir? Böyle bir yapı ve de içinde icra edilecekler, Türk halkının ezici çoğunluğunun özlemlerine paralel olacak mıdır? 24 saat açık olması müjdesi, akşamcıların dışında geçim ve iş derdi olan milyonlar için bir sığınak, bir teselli yeri mi olacaktır?

Devletin tiyatrosunda, balesinde, operasında hangi ideoloji hükümrandır? O ideolojiyi milletin ezici çoğunluğu yüzyıldan beri reddetmektedir. Buna rağmen astronomik harcamalarla bu ideolojinin propaganda yerlerini inşa etmek, AK Parti’nin varlık nedenleri ile bağdaşır mı? Yalnızca büyük şehirlerin tuzu kuru kesimlerinin sahiplendiği bu fosil ideolojiye fakir milletin parası ile propaganda yerleri tesis etmek nasıl bir kültür siyasetidir? Bunun adı, “kendini inkâr” olmalıdır.

Görünen odur ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “siyasal ve kültürel iktidar” vurgusu ile bu Kültür Yolu Projesi’nin zerrece ilgisi yoktur! Adında “kültür” kavramının geçtiği bakanlık, Kemalizm’in sahiplendiği sömürgeci Batı kültürünün hâkimiyeti için çalışmaktadır. Millet çoğunluğunun sahiplenmediği, hattâ düşman bildiği böyle bir kültür anlayışı, milletin vergileriyle devam ettirilip yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Devletin tiyatrosu, balesi, operası olmamalıdır. Bale, opera ve tiyatro isteyen tuzu kuru kesim, doğrudan kendi harcaması ile bu işleri yapabilir. Koç Holding veya Doğuş Holding 1,8 milyar TL’ye AKM yapar mı? Özel sektörden gelmeyi övünç nedeni sayanlar, bu soruyu kendilerine sormalıdır. Özel sektörün para ayırmayacağı bir alana, o özel sektörün ideolojisi için, keyifleri için devletin para ayırması büyük bir yanlıştır.

AK Parti’nin tüzüğünde, “Devlet sanayi ve ticareti bırakmalıdır” diye yazıldığı için AK Parti iktidarı dönemlerinde özelleştirmeler yapılmıştır. Özelleştirme sanayi ve ticareti kapsadığı gibi bale-opera, tiyatro ve sinemayı da kapsamalıdır. Bu hâliyle devletin bir kültür bakanlığı olmamalıdır. Devletin AKM’si de olmamalıdır. Hiçbir getirisi olmayan, bu işlere sırf Hamburg Flarmoni ile yarış için, gösteriş için bu kadar para harcamak büyük bir vebâldir.

Nihayet AKM’nin 29 Ekim günü açılması da ibretliktir. Türkiye’de cumhuriyetin başlangıcı 14 Mayıs 1950’dir. Halk egemenliği 14 Mayıs 1950’de (vesayet odaklarının gölgesi olsa bile) başlamıştır. AK Parti idaresine 29 Ekim’i değil, 14 Mayıs’ı sahiplenmek yakışırdı.

Birinci Dünya Savaşı galiplerinin öngörülerine göre, tek adam/tek parti hegemonyasının resmileşmesi demek olan 29 Ekim günü için AK Parti içinden bazılarının kendinden geçmesinin akıl ile bir açıklaması yoktur. Belli ki gövdeleri AK Parti’de, akılları başka partide kalmış olan kimselerdir bunlar. AK Parti’nin, aklı ve gövdesi farklı yerlerde olan kimselerle sosyal ve kültürel iktidar tesis edemeyeceği, geçen 19 yılda tekrar tekrar görülmüştür.

Her 29 Ekim gününde bazı siyasetçiler nöbetleşe bir çeşit trans hâli yaşamaktadır. Vay efendim, “cumhuriyete İngiliz muhipleri karşı çıkmış ama millet cumhuriyeti istemiş, yepyeni bir devlet kurulmuş”… Oysa İngiliz muhipliği, 1945’e kadar Türkiye’de geçerli tek akçedir. 1945’te ise yerini ABD muhipliğine bırakmıştır. Devlet Bahçeli’nin bu basit gerçeğe gözlerini kapatması, hakikati değiştirmiyor.

Türkiye’nin trans hâli yaşamayan, ancak tek parti döneminde meydanlarda duyulan ve hakikate düşman olan seslere kulaklarını tıkayarak gerçekten başka bir tutkusu olmayan siyasetçilere olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Yeni devlet kurma söylemi bir fantezidir. Sadece CHP kurucusunun unvanlarını çoğaltmak için icat edilmiş mitolojik bir unsurdur.