Kültür ve sanatta duyarlılık sağlanmalı

Kültür durağan değildir ve zaman içinde değişir. Farklı kültürler birbirlerini etkilerler. Kültür alışverişi sonucu toplumsal değişimler yaşanır. Bu alışveriş insanların birbirini tanımasını, daha sevecen ve hoşgörülü olmasını sağlar. Toplumsal kültürler zamanla dünyanın ortak kültürü hâline dönüşebilir.

İYİLİK ve güzellik gibi duygular, kişinin iradesine bağlı iki seçenektir. İyilik, güzelliğin bir özdeşi olabilir mi? Eğer ahlâkî bir teslimiyet içinde görülürse, iyilik, ahlâk ile örtüşebilir, bütünleşebilir. İyilik, bir kavrayış ve bir iradenin aracıdır. Peki güzellik? İyiliğin ortaya çıkışı nedeniyle bir benzeşme olsa da güzelliği iki hâlde tasavvur etmek doğru olacaktır. Birincisi başlangıcından, aslından olmasıdır. İkincisiyse sonradan olma, ortaya çıkarma, güzel olmasını sağlamaktır. Pek çok şey iyi ve güzel kavramı içinde bir hâl alabilir. İstenildiği takdirde iyi ve güzel olmak ihtimâl dâhilindedir,  mukabildir.

İyilik ve güzelliği etkileyen unsurlar vardır. Bu unsurlardan en önemlisi ise paradır. Para her dönemde ve yıllarca insan hayatını etkilemiştir, etkilemeye de devam edecektir. Onu kullanış biçimi, bu etki içinde olumlu ve olumsuz bir yere götürür. İnsan hayatı boyunca iyi, güzel ve başarılı olmaya gayret eder. Hattâ erişilmez, ulaşılmaz olmayı da dener. Ne çare ki insan, insansız yapamaz. İnsanın olduğu yerde her şey vardır. Çünkü dünya, başta insanlar için yaratılmıştır. İnsan kendi dönemleri içinde yaptıklarıyla anılır. İyilik, kötülük, estetik ve hayranlık bırakır. Bu değerlerin yaşaması ve insanların hemcinslerini memnun ve mutlu etmesi ise, yaptıklarıyla kendisinden sonra anlaşılır. İnsan böylece anılır ve değer görür. İşte kültür duyarlılığı böyle bir şeydir ve kalıcı olan da budur. İyi bir iz bırakmaktır ötelere. Gelecek nesillere iyi bir iz, fevkalâde bir miras bırakmak, eserin/eserlerin iyilik ve güzellikle îfâ edilmesiyle mümkün olur.

Her şey insan zihninde başlar. Bir iş yapmak ve sonuca gitmek, ancak zihinsel egzersiz ve sinerjiyle gerçekleşmiş olabilir. Yapılan ve yaşanan şey/şeyler de güzellik kavramı ve iyilikle bütünleşmeli, bu da hayatın kültürü hâline gelmelidir.

Hayatımıza güzellikler hâkim olmalı

Çağımızda paranın gücü, çok şeyin yaptırımı ve egemenliği alenen görülüyor, hissediliyor. İyi düşünülmüş, olumlu olguların/yapıların arkasında ince düşünceler, iyi davranışlar; olumsuz yapılarınsa arkasında sakil, biçimsiz, kötü anlayışlar/düşünceler yatar. İnsan hayatı ve çevresine bırakılan etkide ahlâk ve maneviyatla birlikte estetik de bulunmalıdır. Yapılan eserler, bırakılan davranışlar hayranlık oluşturmalıdır. Bugün için böyle bir düşünce sanırım çok abes, uçuk ve ütopik gelebilir. Ama deneyenler de vardır. Ülkemizde ve dünyada ahlâkî yanı doğrudan veya dolaylı olsun/olmasın, sanatın insan hayatına hâkim olmasını savunan ve sınır tanımayan fertlerin varlığını da görüyoruz. Evet, insan hayatına güzellikler hâkim olmalıdır. Güzellikse kültürle bütünleşmelidir.

İnsandaki güzellik geçici, akılsa bâkidir. Ancak güzelliğin de bâki olduğu alanlar vardır. Geleceğe bırakılan güzel eserler zamanın kültürünü ölümsüz yapar. İnsan elinden çıkma güzellikle kültürü birbirinden ayırmak pek mümkün değildir. Ancak yine de güzellik, kendini kültürle buluşturmalıdır. Bir ülkenin ekonomisi, çalışma hayatı, yaşam tarzı ve düzeyi, o ülkenin sanat ve kültür anlayışının nasıl bir medeniyet düzeyinde olduğunu gösterir. İlerlemek ve gelişmenin şartı, bir medeniyeti ortaya çıkarır. Medeniyet adına kültürü ve sanatı baş tâcı etmek gerekir. Gandhi diyor ki, “Kültür yoksunluğunun sonu hep aynıdır; sefil bir uygarlık ve eli kulağında bir çöküş!”.

Kültür toplumu oluşturulmalı

Medeniyet, kültür sayesinde insan yaşamına düzeyli yeterlilik kazandırırken, sanatın katkısı ile de güzelleştirir. Teknoloji ve donanımların gelişmesi kültür ve sanatın inceliği, güzelliği, yol göstericiliği olmadığı sürece yetersiz kalır. Kültür ve sanat iç içe, birlikte medeniyetin yapısına katkı sunar, hayata anlam yükler. Kültür, bir toplumun/milletin kimliğidir. Yaşam tarzı, dil, düşünce ve duygu birikimidir. İnançlar, normlar, gelenek ve görenekler, düşünce biçimleridir. Bu manevî unsurların yanında şehirlerin yapısı, mimarisi, teknikleri, sanat yapıları, parkları, ibadethaneleri, müzeleri de maddî kültür varlıklarını oluşturur. Kültür, sanat ve medeniyetin sirayet ettiği, egemen olduğu hayatta, insanların bakışları, düşünüşleri, giyim kuşamları, zevkleri de değişir ve güzelleşir.

Halkın kültür ve sanatla bütünleşmesi için şehirlerin yapısından başlayarak hayatın bütün alanına kültür ve sanatın mührü vurulmalıdır. Bunun için de devletin süreklilik arz eden kültür-sanat çalışmaları olmalıdır. Kültür ve sanatın önündeki engeller yok edilmelidir.

Her şeyin başı eğitimdir. Eğitimle ilerleme ve başarı sağlanır. Kültür ve sanatın önündeki engeller eğitimdeki uygulamalarla aşılabilir. Kültür ve sanat, fertler üzerinde belli bir davranış değişikliğine neden olur. Dolayısıyla bireyin öğrenerek kavrayışındaki gelişmeler, beraberinde o kişide davranış değişikliğine de yol açmaktadır.

Kültür ve sanat için eğitim şart!

Kültür ve sanat, toplumu üretkenliğe sevk eden ve pozitif yönde tetikleyen unsurlar olarak toplumun aydınlatılmasında önemli bir görevi yerine getirmektedir. Bu bakımdan kültür ve sanat eğitimi önce aileden başlamakta ve daha sonra okulda devam etmektedir. Yön göstermek ve yönlendirmek büyük önem taşımakta, çağımızda kitle iletişim araçlarının etkisinin olağanüstü boyutlara ulaştığını da görmekteyiz. Ülkemizde, söz konusu bu alanda ilerleme vardır, ancak yeterli değildir. Örgün eğitim içerisinde sanat eğitimine ayrılan ders saatleri kısıtlı olmaktan çıkarılmalıdır. Aksi hâlde uygulamalar zaman azlığı nedeniyle ilgi ve beceri açısından yeterli olmayacaktır. Bu yıl görsel sanatlar dersi iki saat daha artırıldı. Bu, olumlu bir gelişme.

Sadece kültür ve sanatın önündeki önemli engellerden biri de tekelci yaklaşımlar ve kültürün değişime açık olmasıdır. Avrupa ülkelerinde sanat galerileri ve müzelerine öğretmenler rehberliğinde öğrenciler götürülüp ünlü sanatçıların eserleri tanıtılmaktadır. O eserlere ait bilgilerin anlatımı sırasında karşılıklı soru-cevap şeklinde diyalogların geçtiği görülmektedir. Böyle bir eğitim alan öğrencinin ileriki yaşamında nasıl bir birey olacağı da az çok tahmin edilebilmektedir.  Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde insanların kendi içlerinden yetişip çıkmış sanatçılarına, hattâ sanat anlayışlarına dair az çok bilgileri vardır. Bu öğrencilerin Picasso, Mattise, Rodin, Salvador Dali, Leonardo Da Vinci, Van Gogh ve Munch gibi sanatçıların eserlerine ilişkin az çok fikri vardır. Bizde ise Tamburi Cemil Bey, Itrî, Zeki Müren, Emel Sayın, Barış Manço, Hoca Ali Rıza, Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, İbrahim Çallı, Sadi Çalık,  Zühdü Müridoğlu, Hüseyin Gezer, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Peyami Safa, Orhan Veli ve daha nicelerini tanımak, okumak, anlamak, sanatlarını görmek ve müziklerini dinlemek, ancak çocukların ve gençlerin iyi eğitim görmüş nitelikli öğretmenler ve böyle bir kültür ortamına sahip olmaları ile mümkün olur.

Ulusal eğitim alanı insanı temel alan, akılcı, üretken, bilimsel ve yüksek sanatı hedefleyen bir gelişmiş toplum oluşturulabilir.

Kültür değişmelerine dikkat!

Bir toplumun kültürü kendine, tarihine özgüdür. Bu kültürü akıl birikimi, bilim çalışmaları ve toplumun yaşama süreci -ile çoğunluğun benimsediği yaşam tarzı- oluşturur. Toplumun bireyleri de kültürü taşıyan canlı unsurlardır. Kültür durağan değildir ve zaman içinde değişir. Farklı kültürler birbirlerini etkilerler. Kültür alışverişi sonucu toplumsal değişimler yaşanır. Bu alışveriş insanların birbirini tanımasını, daha sevecen ve hoşgörülü olmasını sağlar. Toplumsal kültürler zamanla dünyanın ortak kültürü hâline dönüşebilir.  

Demografik ve toplumsal yapı değişkenliği de kültürü öteler. Kültür bilinci oluşmamış toplumlarda sanat da gelişmez. Bu bakımdan sınırımızda yaşanan savaş sebebiyle ülkemizdeki sığınmacıların azımsanmayacak bir nüfus oranına sahip olması, kültür alanında da bazı sıkıntılara sebep olabilir. Ülkemizde pek çok farklı kültürden mülteci bulunuyor. Kültür alanında yozlaşma yaşanırken kültür değişmeleri de göz ardı edilemez, bu bakımdan devlet, acilen mültecileri sadece eğitim alanında değil, kültür ve sanat alanında da eğitmelidir.

Teknolojinin hızla ilerlediği günümüzde, insanlar arası iletişim ve etkileşimin geçmişe göre çok daha etkili olduğu görülmektedir. Böyle bir durum, ortaya yeni sorunların da çıkmasına sebep olmaktadır. Teknolojik gelişmelerin insan hayatını daha da kolaylaştırdığı bir gerçektir. Bu durum, toplumların kültürel gelişmişliklerine aynı ölçüde katkı sağlamadığını da göstermektedir. Bu saikle sanat, insanın dünyayı kavrama çabasındaki en büyük rolü oynar ve bireye yeni bakış açıları kazandırır. Ernest Fischer, “Sanat, insanın kendisini öbür insanlarla, doğayla ve dünyayla özdeş görmesinin, var olan ve var olacak her şeyle birlikte duymasının ve yaşamasının aracı ise, görevi de insanın gelişmesine koşut olarak gelişecektir” der.

Kültür içinse Nurettin Topçu, “İnsanlar kendi ruh varlıklarını millet kültürleri hâlinde yoğururlar” der. Sanat, güneşin çiçekleri renklendirmesi gibi hayata renk verir. Kültürse hayata anlam katar, daha iyi yaşanmasını sağlar. Kültür ve sanatın hayatı anlamlandırma ve inşâ etme noktasında etkisiz kalmasından sıyrılması, dolayısıyla hayatı şekillendirmek yönünde yeterliliğe kavuşması dileğimizdir.

***

 

Hazreti Halime’yi anlamak ve anlatmak

Semavî dinlerden biri olan İslâmiyet’i anlamak için en önemli kaynakların başında kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet, İcmâ ve Kıyas gelir. Yani diğer adıyla Edille-i Şer’îye…

İslâm dinini anlamak bu bakımdan kolay ve anlaşılır olmakla birlikte, o dönemin yaşantısına dair Kur’ân-ı Kerîm, ziyâdesiyle de Peygamber Efendimiz’in yaşayışından örnekler inananlara yol göstermiş ve aydınlanmalarını sağlamıştır.

İslâmiyet’in ilk dönemlerine dair insan hayatını ve fertleri anlamak için detaylar düşünüldüğünde, yine kaynakların kısıtlı olduğu düşünülebilir. Bu bakımdan sahabelerden Hazreti Halime’yi (ra) anlamak kolay olsa da anlatmak hayli zordur. Yazar Sergül Vural böylesine zor bir alana girmiş ve kalemi almış eline. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) sütannesi Hazreti Halime’yi (ra) anlatmış, ortaya güzel bir roman çıkmış.

“Efendimizin Sütannesi Hazreti Halime” romanı, cahiliye döneminde kız çocuklarının diri diri gömülmesiyle başlayan dönemi anlatarak başlıyor. Cahiliye dönemi âdetlerinin temelini teşkil eden geçim sıkıntısı, servetin kızlar vasıtasıyla başkalarının ellerine geçmesi endişesi ve bir de kabile hırsları... O dönemde içki, kumar, tefecilik, putlar ve putlara yapılan adaklar ve kadınların değersiz görülüşü, daha sonra Hazreti Halime’nin (ra) ailesi, evlenmesi, çocukları, Peygamberimize sütannelik etmesi, bu sırada vukû bulan mucizeler, olaylar anlatılırken romanda, yine o dönemle ilgili gelenekler, alışkanlıklar, coğrafya ile ilgili tasvirler ve tespitler iyi etüt edilerek romanda yer almış.

Kitap, arka kapakta şöyle tanıtılmış:

“Halime... Şefkat abidesi, hasret yorgunu Halime... Doyamadı. Doyulur muydu En Sevilene? ‘Yeter’ denilir miydi sevdiğinin yanındayken geçip giden zamana? Sevgi dolu, şefkatli, Emanetinin üzerine aşkla titreyen bir anne... Sütannelerin en hayırlısı...

Asr-ı Saadet’in ayak seslerini duyabileceğiniz bir fedakârlık, hasret ve sahipleniş romanı… Sergül Vural, akıcı ve şiirsel üslûbuyla ilkleri sevenlere, karanlık gecelerde Yıldızların izlerini sürenlere, doğumundan ölümüne kadar anlatıyor Hazreti Halime’nin hayatını.

Bu kitapta Efendimizin sütannesi Hazreti Halime’nin hayatını ilk defa aşk dolu bir iklimde okumakla kalmayacak, âdeta olayların içinde yaşayacaksınız.

Ve şimdi, Saadet Güneşi’nin doğduğu günlere, çölün sinesine gitme vakti! Şimdi Hazreti Halime’nin hayatına şahitlik etme vakti! Şimdi, ‘Halime’ olma vakti!”

Bu tanıtımda da belirtildiği üzere, kitapta yazar Sergül Vural’ın akıcı ve şiirsel üslûbu, kitabın başlangıcından sonuna kadar rahat anlatımı ve sade Türkçesi vurgulanıyor. Romanın başlarındaki anlatım bir deneme türü kıvamında olmakla beraber, birkaç bölüm sonrası imgesel ve soyut anlatım, yerini somuta bırakıyor. Gelişen ve ilerleyen olaylar kitaba hâkim oluyor.

Âlemlerin Sultanı Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’nın (sav) doğum süreci sonrasında sütannelik yapan Hazreti Halime’yi anlatmak, zor ve yetkinlik isteyen bir husustur. Ayrıca roman, hikâye gibi bir olayı kısaca anlatmakla kalmaz, detaylandırır. Yazar Sergül Vural, zor olana talip olmuş.

Roman, bir gerçeğe dayanması sebebiyle kaynağını hadîs-i şeriflerden ve İslâm tarihinden almaktadır. Buna mukabil, o kutsal toprakları, yaşanan olayları, kişileri, çevreyi ve o anlardaki havayı, anlayışı, kavrayışı, yaşantıyı anlatmak her şeyden önce bir tarih bilgisi, donanımı ve anlayışı gerektirir. Romanda böylesi tarihî kavrayışla beraber, aynı zamanda bazı kelimelerin kullanılışına da dikkat edilmiş ve özen gösterilmiş. Arapça veya Farsça kelimelerin yer yer kullanılmış olması, metnin akışını bozmuyor. Bilâkis duru ve dinamik, his ve gerçeklik veren, telkin eden kelimeler esere heyecan da veriyor. Zaman zaman belâgate varan anlatım, kitabın daha rahat okunmasını sağlıyor.

Romanın her bölümünde yer eden ve gerekli olan merak unsuru pek fazla dikkat çekmiyor. Her romanda kitapseverler heyecan, macera, entrika, kahramanlar, karakterlerin ve karaktersizlerin rol aldığı durumlar ve yine romanların olmazsa olmazları arasında yer alan aşk mevzuları, hisleri, bencil, cömert veya gururlu hâlleri bu romanda yer almıyor. Aşk ve sevgi ise Büyük İnsan, Âlemlerin Nûru, Güneşi, Sebebi, Çâresi, Aydınlık Yüzüyle anlatılmaya çalışılmış.

Romanda merak unsuru olmasa da, yine de “Bundan sonra ne olacak?” sorusunu sorduran bir nitelik mevcut. Bu his sebebiyle yazarın üslûp ve konu hâkimiyetini içinde barındırdığına, sakladığına hükmedebiliriz. 

Eserin kanaatimce en heyecan verici yanını, yazar Sergül Vural sona bırakmış. Peygamberimizle sütkardeşinin buluşmasının, yüreklerde heyecan ve rikkate sebep olduğunu belirtmeliyim.

Başta belirttiğimiz üzere, roman o döneme ait yaşanan gerçeklikleri bugün için kaleme alınmış. Sevgili Peygamberimizin billur bir nehirden akıttığı kelimelerle anlatıldığı romanın yazarı Sergül Vural Hanım’ı, emeği dolayısıyla tebrik ediyor, “Kaleminize sağlık!” diyorum. Böylesi zor bir alanda Türkçemize iyi bir eser kazandırdığı için teşekkürler ve tebrikler!

 

Efendimizin Sütannesi Hz. Halime, Sergül Vural, Nesil Yay. Mayıs 2018, İst. 280 sh.