RAMAZAN-ı Şerif’in yalnızca açlık ve susuzluk olmadığını, bedenî mükellefiyetlerin yanında aslolanın bu ibadete aklı ve ruhu da dâhil etmek olduğunu biliyoruz. Çünkü hiçbir ibadetin sadece şeklen ifa edilmediği aşikâr.
Beden, bütün ibadetlerde işyar rolüyle insanın sabrını, sebatını ve niyetine uygun amel edişini temsil eder. Harekete dâhil olmak veya belli hareketlerden bir müddet uzaklaşmak, elbette hikmetli bir vakıa. Rabbin emrettiği ibadetlerin hücrelere, uzuvlara, akla ve kalbe tesir eden çok yönlü bir fayda ağı var. Bu faydalardan bir kısmına talip olup asıl erişmemiz gereken müjdeleri görmezden gelmek de herhâlde bu mübârek zamanı beyhude akan saatlere teslim etmek anlamına gelecek.
Hazreti Muhammed (sav), “Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur. Cehennem kapıları kapatılır ve hiçbiri açılmaz. Cennet’in kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Sonra bir melek her gece şöyle seslenir: ‘Ey hayır dileyen, ibadet ve kulluğa gel! Ey şer isteyen, günahlarından vazgeç!’ Allah’ın bu ayda ateşten azad ettiği nice kimseler vardır ve bu Ramazan ayı boyunca her gece böyledir” buyurmaktadır.
Ramazan ayı geldiğinde Cehennem kapılarının kapanışı ve Cennet kapılarının açılışı, artık bizi Cennet’e götürecek urbaları giyinmek için eşsiz bir mevsimde oluşumuza da delalet. Tam da bu demde, Cennet’in rahmet kapıları açıldığında, davet edildiğimiz sadece yeme-içmeden feragat mı? Sadece bedenî bir harekete mi çağrılıyoruz? Hadis-i şerifte meleklerin seslenişine de dikkat kesilmek mühim. Çünkü bizi bize davet eden bir nida tınılıyor kulaklarda: “Kulluğa gel!”
Kulun kulluğa çağrılışı fıtrata, öze, hilkate ve olmamız gereken mihraka geri dönüş izahıyla akledilebilir. Çünkü insan zaten kuldur; ama ne yazık ki dünyevî atıklarla hissizleşen vücudumuz ve lüzumlar masalıyla kalbimize yerleşen pespaye kalıntılar, bu mertebeyi sıklıkla nisyan felâketinde öğütmemize neden olur.
Bazen dünyanın gamı ve telaşı, şeytan fısıltısının ta kendisi değil mi zaten? Bizi bu zelil unutmalara mahkûm eden ve kulluk mertebesinden düşüşümüze sebep olan şeyler, kötülük ve şer sıfatlarının yanında lüzum, gerek ve mecburiyet kılıflarıyla tesis edilmiş bir masal olarak da karşımıza çıkabiliyor. Öyle bir dalgınlık üzere tükeniyor ki saatler, şayet Rabbin emrettiği ibadetlerle bedeni ve ruhu hizaya çekmesek, nerede ve ne amaçla bulunduğumuzu hatırlatacak bir fısıltıya dahi denk düşemiyoruz.
Peki, kulluk davetine icabet nereden başlar? Pek tabiî bu saadetin kalpte bir mücevher kadar değerli olduğunu bütün hücrelerimize de anlatmak, bu işin kabul ve niyet formülüyle birlikte ilk adımı. “Ben” öznesinden sıyrılmak, lüzumlar masalından uyanmak, zevkler bataklığından çıkmak ve üzerimizdeki atıkları rafine edecek niyeti ve kabulü kalple ikrar etmek gerek. Çünkü “ben” denildiğinde kul geri plânda kalıyor.
Dünyanın bütün mecburiyetleri insanı ibadetlerden ve kulluktan alıkoyarken zamanı sömürüyor. Ve yeme-içmeden başlayarak maddiyata varana değin listelerce uzayan talepler, insanı zevk u sefa karanlığında aldatıcı parıltılarla oyalıyor. Sonra Ramazan geliyor ve bu İlâhî emir ve davetle birlikte, zamanın neresinde durduğumuzu mütalâa edecek hikmetli bir çağ başlıyor. Bu çağın hükümleri kalbi yeniden tesis ederken, bedeni ve bedene ayrılmış zemini arıtıyor, temizliyor.
Şerefli “kul” sıfatı kimliğimizin en kıymettar molekülü olduğuna göre, kulluktan ayrı kaldığımız zamanların telâfisi için bir revizyon ve rafinaj dönemindeyiz. Sahurdan iftara yemeden içmeden ve sair dünyalıklardan firak etmekle kalmadan, bu ibadete bütün hücreleri, aklı, fikri, kalbi ve ruhu da müşterek kılacak amellere meyletmek için bundan daha bereketli bir zaman bulunamaz.
Gönüller yapmak, birilerine el olmak, Kur’ân’ın indirildiği bu mübârek ayda Rabbin Kelâmıyla hemhâl olmak, belki bir ayet daha ezber etmek, anne-babaya saygı ve muhabbetle varmak, sevgiyle yaratılmış âleme sevgiyle temas etmek, günahlarımız yığınla da olsa Rabbin mağfiretine ve merhametine inanarak tövbe etmek, daha önce hiç varmamış gibi çok daha büyük bir huşû ve idrak ile secdeye varmak, zikir ve hamd ile kalbi titretmek, paylaşarak vererek çoğalmak için bu müstesna günlerin ecrini bilebilmek, bu saadete dâhil olabilmek duasıyla…