
KÜL rengine bürünmüş saadet parçacıkları ya da kırk yerinden kırılmış umut dalları seni aldatmasın!
Ölümün haykıran soğukluğu, zamanın aralıksız sızıntısı ve arzu edilen her şeyin uzakları temsil edişi kalbini karartmasın!
Günahların masumiyet önünde bir zulmet perdesi gibi duruşu kendinle aranı bozmasın!
Küller yeniden doğuşun temsilcisi, kırıklar yepyeni biçimlerde kaynaşmanın müjdecisi, ölüm hakikati hayata tutunuşun hikâyesi ve zamanın ritmi yeni baharların davetçisi.
Günahlarla kirlenen ve kararan kalpleri nuranî bir masumiyete kavuşturmak da zulmet perdesinin açılmasıyla tamamdır. Hiçbir yeis, selâmetin ve felâhın ışığını kapatamaz, hiçbir günah Rabbin af ve mağfiretinden büyük olamaz ve ölüm, hatırları zihinlerden menedemez, bilhassa da hayırlı amellere hiçliğin zehrini içiremez.
Yokluk, yoktur. Yok olmak, beniâdeme yazılmamıştır. Bu yüzdendir, kötülüğün iz düşümü cehennem, güzelliğin aynası cennettir. Yok olmak yoktur ama hayatı yokluğa mahkûm etmek mümkün. Umutsuz, karamsar, sevgisiz ve amelsiz bir kalp atışı, yokluğun var olduğu tek vasat.
Günahkârın yasak elması da iki türlü bu âlemde. Bir dalda fani zevkler ve ihtiraslar, bir dalda ümitsizlik ve yeis. Hangi daldan yersen, sonu hazin bir mekâna gidiş bileti. Nefis ya zevk âleminin davetkâr tebessümüne aldanır ya da öyle bir yokluk öyküsü anlatır ki hayattan ve hayatın sahibinden ümit kestirir. Ve şeytan ordularının en etkin silahı da yine bu iki vahim duygudur: Zevk ve karamsarlık…
Oysa iki yol ayrımında yaşayıp gidiyoruz. Sonsuz saadet duygusu, cennet… Ruh ağlatan ıstırap, cehennem… Tercih senin! Sen inanma gam kuşunun güneşi siyaha boyayan nağmesine. O, gelip geçecek bir hüznü sana sonsuz keder diye anlatır. Bir baş ağrısı uğramasın aciz bedene, evreni hiçe sayan devasa bir acıyla boy ölçüşmeye kalkar. Ayağı takılıp tökezleyince insan, zeminle bir olmuş düşüşlerin sancısına meydan okuyuverir. Bütün bu hâller, insanı defaatle yeis ve isyana yaklaştırır.
Hiçbir duygu “en” değildir âlemde. En acı, en kötü, en berbat, en fena bir hâl tasvir edilemez. Beterin beteri varsa, her beterin bitimi de var. Sana, fenanın tenhasında kaybolduğunu fısıldayan bütün acı hâlleri dingin ve mütebessim bir duruşla karşıla! Çünkü hiçbir fena, insanı yok edemez ve hiçbir acı, sonsuz bir varoluşla baki olamaz.
Bitmeye, eksilmeye ve yok olmaya mahkûm olan senin varlığın değil, seni varlığından ayrı düşüren fenalardır. Bütün fenalar ölümlüdür. Ama insanın ölümlü oluşu, yok olmakla eş anlamlı kabul edilemez. Çünkü insan en şen şakrak hâllerden en matemli kalp atışlarına geçiş de yapsa, kendini ölüme ya da hiçliğe de bıraksa yok oluşu tesis edemez. Yok olamazsın insanoğlu, öyleyse nasıl var olacağının güzergahını belirle!
Kırık dökük hissedişleri, dünyanın olmazlarını, rayına oturmayan taşları, akla ters düşen vakıaları, insanın içini yoran gariplikleri, hastalığa ram olmuş günleri-haftaları boş ver! Onlar senin aksine yok oluşa mahkûmlar ve sen, bütün olumsuzluklara rağmen varoluşla mühürlüsün.
Rabbin binbir kapısı var ve hepsi samimî bir tövbeyle açılıverir. Dönüşü olmayan yollar, çıkmaz sokaklar, dağların ayrı düşürdüğü köyler, uçurumların hasret bıraktığı yakalar dünyalıktır. Onların hepsi ölümlüdür. Allah’a giden yollarda çıkmaz sokaklar ve uçurumlar bulunmaz. Tam tersi istikamette giderken dahi bir rahmetle hizaya geçilebilir, şeytanî ve nefsanî kaybedişler bir tövbe vesilesiyle geri kazanılabilir. Hasretler, saniyenin sonsuzda biri bir zaman diliminde vuslata dönüşebilir ve acılar yerle bir olur da içerinden envaiçeşit çiçek bitebilir.
Nasıl ki günahkâr zevklerin peşi sıra insanı yokluğa götürüyorsa şeytan, “O yokluktan dönemem” kaygısıyla da seni bulunduğun bataklığa demirliyor. Sen, ne kadar uzağa gittiysen de dönebilir, ne kadar acıyla ezildiysen de yeniden teşkilatlanabilirsin. Bitimsizlik ancak Rabbe giden yollarda imkânlıdır. Bitimsiz bir felâh için yeniden başlamanın anahtarıdır “Bismillah”. Ve Allah, yeniden başlayanların yardımcısıdır.