Küllerimizden doğmak

Bugün tekrar yeni şehirler, köyler ve evler inşâ ederken, bunlarla birlikte sevgiyi, merhameti, iyiliği ve toplumsal ahlâkı da yükseltmenin ve yüceltmenin tam zamanıdır!

DEPREM bizlere bu dünya hayatının kaçınılmaz acılarını, umulmadık ve beklenmedik kederlerinin ve birçok sıkıntılarının olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Yaşamak aslında bir anlamda acıya ve kedere razı olmaktır. Hâlbuki depremin yaşandığı o gün, bizim için diğer sıradan günler gibi bir gün olacaktı. Çocuklarımızı okula, eşimizi işe gönderecektik. Bizler de günlük işlerimiz veya herhangi bir işimiz varsa onunla meşgul olacaktık. Ülke olarak öyle büyük sarsıntıyla uyandık ki duyup gördüklerimiz karşısında ya irkildik veya donup kaldık. O gün canlarımız da dâhil olmak üzere bugüne kadar tutunduğumuz her şeyin elimizden saniyeler içinde kayıp gidebileceğini fark ettik.

Şikâyet ettiğimiz, üzüldüğümüz ve sızlandığımız ne varsa her şey sanki bir anda anlamını ve önemini yitirdiği gibi sıfırlandı. Yaşarken çok da farkında olmadığımız, olması gereken ve normali buymuş gibi gördüğümüz birçok şeyin ne kadar büyük bir nimet ve şükür sebebi olduğunu ancak o zaman idrak edebildik. Bütün bunları anlayıp idrak edebilmemiz için sallanıp silkelenmemiz gerekiyormuş. Ve aslında ertelediklerimiz, ihmâl ettiklerimiz ve sonraya bıraktığımız çoğu şeyle ilgili zannettiğimiz kadar çok da zamanımız yokmuş. Ve ne yapabiliyorsak şimdi burada ve şu anda yaptıklarımızmış yanımızda götürebildiklerimiz.   

Kendi küçük dünyalarımızda yaşayıp giderken, başkalarının acı ve kederleriyle dertlenmeyi unutmuşuz. Bu kavrayış öyle büyük bir hissediş oldu ki ülke sınırlarımızı da aşıp başka ülke canlarının bizler için yaptığı maddî ve manevî yardımlara vesile olmaya kadar uzandı. “Bir yerde bir can üşüyorken ben ısınamam” diyen kişiler, acının ve hüznün evrensel olduğunu yapılan yardımlar ile tüm dünyaya ve insanlığa tekrar hatırlattılar.

Yaşadığımız bu büyük acının ateşi her zamanki gibi önce düştüğü yeri yakıp kavurdu ise de oradan dalga dalga bütün ülkemize yayıldı. Büyük kederler insanı önce derin bir sessizliğe çekip sustursa da bir zaman sonra tüm bu yaşadıklarını ve hayatı sorgulatıyor. Bu tür olaylarda yeryüzünün sarsılmasından daha tehlikeli olan bir şey vardır ki o da insanlığımızın ve inancımızın sarsılmasıdır. Maddî yıkımların telâfisi, manevî yıkımlarım tedavisinden her zaman daha kolaydır. Bu nedenle bugün, millet olarak maddî ve manevî birlik beraberlik ve de dayanışmanın günüdür.

Deprem sonrası ortaya çıkan enkaz, artık yavaş yavaş kaldırılıyor. Çoğu kişinin gönüllerindeki yıkımların enkazının ise bu kadar kolay kaldırılamayacağı bir gerçektir. Toplumsal bir travma yaşayan ülkemiz insanının büyük kayıplar nedeniyle gönül yaralarının sarılmaya ihtiyacı vardır. Birçok yakınını birden kaybetmek, bununla birlikte evinden, şehrinden, işinden, yaşadığı yerle ilgili hatıralarından ve daha önemlisi sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalmak oldukça zor ve acıdır. Yeni yerlerde geçici bir süreliğine de olsa hayata tutunmaya çalışmak hiç kolay olmasa gerek.

Yaşadığımız coğrafya nedeniyle bizler tarihte büyük acılar ve kederlerle yoğrulmuş bir milletin torunlarıyız. Geçmişte yaşadığımız tecrübeler, bugün için bizlere hem umut, hem de ışık olmalıdır. Çocuklarımıza yeniden dirilişin muştusunu yaşatarak örnek olmalıyız. Millet olarak asıl görevimiz Devlet’i yaşatmaktır. Devlet, milletin hem anası, hem de babası hükmündedir. Birlik ve beraberlik içinde olmak, bunun dışında başka amaçlar için uğraşanlara fırsat vermemek hepimizin görevidir. Sadece bölüşerek tok kalırız, ama bölünerek yok olacağımızı unutmamalıyız. Bütün bu yaşananlar beklenmedik acılar karşısında uzakları yakın etmek için hem bir fırsat, hem de maddî-manevî bir görev ve sorumluluktur.

Ülke olarak, mitolojide anlatılan bilge Anka kuşu (Simurg) misali küllerimizden yeniden doğmanın zamanıdır.

Efsaneye göre Simurg, Kafdağı’nda yaşar, öleceğini hissedince ağaç dallarına yuva yapar, güneş yuvasını yaktığında dallarla birlikte yanar ve küllerinden yeniden doğarmış. Bugün tekrar yeni şehirler, köyler ve evler inşâ ederken, bunlarla birlikte sevgiyi, merhameti, iyiliği ve toplumsal ahlâkı da yükseltmenin ve yüceltmenin tam zamanıdır! Hem bu sefer öyle yükseltip yüceltelim ki hiçbir doğal afet ona zarar vermesin!

Doğa ile barışık yaşamayı öğrenmemiz gerekmektedir. Doğanın kanunlarına göre hareket etmeyip bu kanunlara rağmen yapılan her işte ve almadığımız her tedbirde kaybeden insanlık ve insanoğlu olacaktır. Fay hatlarının geçtiği şehirlerde yüksek katlı binalara izin vermemek, inşaat kalitesi ve sair konularda maksimum titizlik göstermek, yerleşim yerlerini tarım arazilerine değil de yamaç arazilere yapmak, dere yataklarına evler yapmamak, doğayla barışık yaşamaya verilebilecek örneklerden sadece bazılarıdır.

Vakit, umutları canlı tutma ve bilgeliğe doğru yol alma vaktidir!

Efsanede anlatılan Anka kuşuna (Simurg’a) ulaşmak isteyen diğer kuşlar misali bu yolda geçmemiz gereken vadiler vardır. Bunların neler olduğunu tekrar hatırlayacak olursak, nefsine hâkim olan, körü körüne bağlanmayan, düşünen, kendini geliştiren ve başaracağına inanan, hep birlikte hareket edilmesi gerektiğini bilen, yalnız olmayı tercih etmeyen, dedikodu yapmayan ve en önemlisi ise (benlikten) yani egosundan uzaklaşan herkes Kafdağı’na ulaşır ve Simurg’un kendisi olduğunu anlar.

Simurg olan her kuş ise küllerinden yeniden doğar. Öyleyse şimdi hep birlikte Kafdağı’na doğru uçmak vaktidir!