Küfür her koldan saldırıyor!

Müslüman ülkelerde, kendi ajan adamlarını koyun postunda yetiştirip zamanı geldiğinde kullanıyorlar. Ne de olsa bu konuda milyonlarca tez yapıldığı için sosyal projeleri tıkır tıkır işliyor. Bu tür adamlarını Irak düşerken kullandılar, 15 Temmuz’da kullandılar. Kullanmaya da devam ediyorlar ve kullanacaklar!

İNSANLIĞIN bugüne kadar erişebildiği kâinatta en üst seviyedeki canlı, insandır. Diğer galaksi ve sistemlerde de canlıların olması akla aykırı değildir. Bu canlıların nasıl olduklarına dair insanlığın elinde bilimsel bir delil yoktur. Diğer galaksi ve sistemlerdeki gezegenlerde bir tür canlı hayatı olsa bile, evrende en üst donanımlı canlı insan olmaya devam edecektir.

Bu düzeydeki insana odaklanıldığında, onun maddî/mânevî çok detayı olan ince ve nazik nakışla dokunulmuş bir eser olduğu görülür. İnsan maddî/mânevî olarak dış dünyayı tanır ve kendisindeki ölçülerle etrafını anlamaya çalışır. 

Etrafını idrak eden insan, kendisinde bir sorumluluk hisseder. İnsan, bir nakşında binlerce nakşın olduğu bilincine erişir. Bunu ya reddeder ya da kabul eder. Reddetmesi akıl sonucu değil, bir nevi kendi tercihidir. Bu reddediş, şeytan tarafına geçmek demektir.

Kazanma yolunda ilerleyişler karış karış dokunuyor. Başıboş bırakılmayan insana kılavuzlar gönderilir. Kâinat, Kur’ân-ı Kerîm ve Son Peygamber, “insan” adlı sanat eserinin Nakkaşının üç tanıtıcısıdır.

İnsan ömründe, Son Peygamber’in geldiği tarihten günümüze kadar geçen süre uzun bir zamandır. Bu nedenle her asırda (ortalama yüz yıl kadar), Nakkaşın “üç tanıtıcısı anlayışı” yeniden yorumlanır.

Her asrın idrakine uygun yeni usûl, yeni hâl, yeni gidişler ve yeni yol (tarîk) genel olarak “Allah’a ulaşmak isteyenlere mahsus âdet, hâl ve davranış” olarak bilinir. Bu yola “tarîkat/cemaat”, yolculara rehberlik yapan grup liderine de “şeyh” denir.

Özellikle bedensel düzeni öne çıkaran meslekleri yapanların rehber ve grup liderlerine de “yaşam koçu” denir.

Son Peygamber’in liderliğinde açılan yolda her asrın yolcuları ve bu yolcuların liderleri kâinat ve Kur’ân-ı Kerîm okumalarıyla Nakkaşa ulaşmaya çalışırken, şeytan ve yandaşları da bu geleneksel yolcuları yoldan çıkarmak için her türlü hileyi denerler.

Şeytanın, kendisine uyan ve ahdini unutanlarla evrendeki en üst donanımlı canlı olan insanla savaşması çok mantıklıdır. Şeytanın doğru insanı yolundan (tarîk) çevirmek için kullandığı savaş hileleri arasında aldatma ve sahtekârlık ön sıralarda gelir. Şeytan bu uğurda çalışırken maşa olarak bazı insanları kullanır.

Aldatma, kabaca iki türlü olur: Birincisi, insanın hâricî biri tarafından doğru yoldan saptırılması; diğeri ise, kendisinde bulunan kötü nefsine uyması şeklindedir. Mal, mülk, şöhret, mâkâm ve para, sadece bazı örneklerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in en fazla âyeti olan Bakara Sûresi’nin omurgasında “sarı inek” (altın/para) olması, bu düzlemde şiddetle düşünülmelidir.

Şeytanın, doğru insanı yoldan çevirmek için kullandığı kuzu postuna bürünmüş hak görünümlü küfür kurtları vardır. Bunlar bid’ât, hurâfe ve ahlâksızlıklar ile sahtekârlıklarını yürütürler. İslâm’ın imajını zedeleyen kimselerin davranış ve aşırılıklarına bakarak İslâm hakkında yargıda bulunulması için her türlü kötü işi yaparlar. Özellikle bu işleri Müslümanların birliktelik, ilerleyiş, adâlet ve hâkimiyetinin yükseldiği dönemlerde öne çıkar. Hatâ, yanlış ve istenmedik bazı davranışları bilmeden yapıp tövbe edenler bahsin dışındadır.

Bu süreç özellikle İslâm coğrafyasında 1720 yılından beri şiddetle devam etmektedir. Bu öyle bir süreç ki; tamamen plânlı, programlı ve canhıraş bir şekilde saldırı olarak işlemektedir.

Bu durumu şöyle açıklamak gerekir: Geçmişte Mevlâna, İbni Arabî, Hoca Ahmed-i Yesevî, Yûnus Emre, Tapduk Emre ve Şeyh Edebalı gibi yakın tarih ve günümüzde de nice grup, zât, tarîkat ve cemaat hakkında Amerika, Birleşik Krallık ve Almanya gibi devletler çok sayıda doktora tezi yaptırtıp uzman kişi yetiştirmektedir.

İbni Arabî’nin kozmolojisi üzerine Amerika’da doktora yapılmıştır. Türkiye’de ise bunlar ve yakın dönem benzeri zâtlar hakkında bırakın doktora çalışması yapmayı, insanlar isimlerini anmaktan bile çekinmişlerdir.    

Burada dört dehşetli plân devrededir:

Birincisi; halkın kabul gördüğü, takdir ettiği, Selçuklu ve Osmanlı’nın kuruluşunda rol oynamış zâtlar karalanmakta, ağza alınmadık lâflar atılmaktadır. Bu, kasıtlı şekilde İslâm düşmanlarınca yapılmaktadır.

İkincisi; Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye’nin kuruluşunda yer edinmiş kıymetli zâtlar hakkında Amerika, Almanya ve Birleşik Krallık gibi devletler doktora tezi yaptırtarak bütün bilgileri almaktadırlar. Bu konularda çalışan hatırı sayılır insan Müslüman olurken, diğerlerinin elde ettiği bilgiler devletlerin istihbarat birimlerinde kullanılmaktadır. 

Üçüncüsü; isimlerinin zikredilmesinin arzulanmadığı Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog Sigmund Freud gibi çok sayıda kişi hakkında Türkiye’de doktora çalışmaları yapıldığı gibi lisans derslerinde de ballandıra ballandıra anlatılmaktadır. Hem bu coğrafyanın değerlerinin içini boşaltıyor, hem de kendi adamlarının fikirleriyle zehirliyorlar.

Dördüncüsü ise; özellikle Batılılar, bunları tamamen İslâm coğrafyalarını kontrol etmek için yapıyorlar. Müslüman ülkelerde, kendi ajan adamlarını koyun postunda yetiştirip zamanı geldiğinde kullanıyorlar. Ne de olsa bu konuda milyonlarca tez yapıldığı için sosyal projeleri tıkır tıkır işliyor. Bu tür adamlarını Irak düşerken kullandılar, 15 Temmuz’da kullandılar. Kullanmaya da devam ediyorlar ve kullanacaklar!

Burada şunu açıkça belirtmek gerekir: “Önceden doğru yolda idi, sonradan nefsine uydu, hatâ yaptı” gibi durumlar yoktur ve bu, tamamen Müslümanların “saflığı” üzerine oynamaktır.

“Sahte şeyh” söylemi ise gaz alma operasyonudur ve büyük bir aldatmacadır. Bu tür insanlar, baştan beri bu hain plânlarını yapmak için kodlanmış kişilerdir.

Bu kişiler hakkında bilimsel araştırma ve tez yapımından çekinildiği için kendilerini gizlemeleri kolay olmaktadır. Ayrıca bu kişilere bakıldığında, 1071 öncesine özlem duyan Anadolu’nun Müslüman Türk, Kürt, Laz gibi değerlerinden farklı oldukları görülür.

Bu tür kişiler ve komiteler hem kendi emellerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar, hem de İslâm’a saldırıyorlar. 

Türkiye, yarından tezi yok, acilen bu uğurda çalışacak, en azından “Doğu Medeniyetleri Enstitüsü” gibi bir isim altında, eğitim-öğretim alanında girişimlerde bulunmalıdır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın bilgisi dâhilinde üniversiteler bu işi yürütmelidir.

Aksi takdirde Müslüman ülkelerde hak postuna bürünmüş küfür; aldatmaya, operasyona ve darbe için sosyal altyapıyı hazırlamaya devam edecektir. Müslüman ülkelerde hak görünümlü ajan ve küfür ehli sahte şeyhlerin Hıristiyan, ateist veya buna benzer görüntüde hareket etmesini beklemek ise cehâletin dibidir.   

Türkiye, sosyal bir hukuk devletidir. Müslümanlar da aslî unsurudur. İsteyen dinî gruplar sosyalite ve hukuk çerçevesinde kalarak istedikleri gibi yaşama hakkına sahiptirler. Ama nedense saldırı tamamen İslâm’a yapılmaktadır. Her geçen gün yeni birileri çıkmıyor ki İslâm’a saldırmasın.

Son söz: Sahte şeyh yoktur, küfrün maşası olan, hak görünümlü ajanları vardır!