Kudüs

Dünya hayatında tâbi tutulduğumuz zorluklara gösterdiğimiz sabır kadar ahiretimiz güzelleşecek. Bugün görüyoruz ki, Gazze’de acıların en dayanılmazına katlanan, en ağır imtihanlardan geçen Müslüman kardeşlerimiz var. Onlar belki kurtuluşa bu vesile ile erecekler. Ya bizler?



MÜSLÜMANLARIN, Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal beldesidir Kudüs. Hazreti Âdem’den başlayıp Hazreti Muhammed Mustafa’ya kadar nice peygamberin gelip geçtiği ve kendilerinden izler bıraktığı beldenin adıdır Kudüs. Türlü dinlere, medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Allah-u Teâlâ dünya üzerinde iki yeri kutsal saymıştır: Biri ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs, diğeri de son kıblemiz Kâbe.

Kudüs Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için “dostluk şehri” olarak anılırdı. Fakat nedense en fazla saldırıya uğrayan, uğruna belki de en fazla kan dökülen yer yine burasıydı. Asırlarca burada savaş, gözyaşı ve bununla birlikte Müslümanların direnişi hiç bitmedi. Burada akan kan hiç durmadı.    

Bu toprakları üç din için de kutsal yapan çok fazla değer var. Aslında Kudüs tarihini daha çok Hazreti Musa ile başlayan olaylardan görüyoruz. Hazreti Musa, Allah tarafından gerçekleştirilen mucize ile Firavun’u Kızıldeniz’e gömüyor (Şuara, 61-68) ve köle olarak yaşadıkları Mısır’dan İsrailoğullarını çıkarıyor. Beraberindeki İsrailoğullarıyla Sina yarımadasına sığınıyor. Burada 40 gün boyunca Allah ile konuştuğu söyleniyor. Döndüğünde ise beraberindekilerin yine putlara tapmış olduklarını, Allah’ın emirlerine uymadıklarını görüyor. Hazreti Musa, İsrailoğullarını doğru yola iletmekte çok zorlanıyor. Ve 40 yıl geçiyor Sina çölünde. 

Hazreti Musa vefat edip İsrailoğullarının başına Hazreti Yuşa geçince, Kudüs sayfası da açılıyor. Hazreti Yuşa, “Kenan” da denilen bugünkü Filistin topraklarına İsrailoğullarını yerleştiriyor. Bugün üzerinde sıkça durulan Ahit Sandığı yine o dönemde ortaya çıkmıştır. Hazreti Musa’ya verilen On Emir’in içinde bulunduğu sandık, o dönemde İsrailoğullarının elindedir. Sonrasında sırasıyla Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Zekeriya, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed Mustafa da Kudüs’e izler bırakacaktır.   

Peygamber Efendimiz, İsrailoğullarıyla çok mücadele etmiştir. Uhud, Bedir ve Hendek Savaşlarında Efendimizi arkadan vuran da bu topluluktur. Onların bir kısmı maalesef geçmişte de hidayete erememiş, gelecekte de sapkın bir millet olarak tarihin birçok yerinde karşımıza çıkmıştır. Efendimiz döneminde Kudüs’e Hıristiyanlar hâkimken orada büyük tahribat yapmışlar, şehri bakımsız bırakmışlardır. Ama onların bu saygısızlığı Kudüs topraklarının maneviyatına gölge düşürmeye yetmemiştir. 

620 yılında, İsra Sûresi’nin birinci ayetinde de anlatıldığı gibi, Miraç Olayı gerçekleşmiştir: “Bir gece, Kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” 

Bu olay sonrasında Kudüs, artık Müslümanlar için asla vazgeçilmeyecek, uğruna canlarını bile seve seve feda edecekleri bir belde olmuştur. O günden bugüne kadar Müslümanların gönlünden hiçbir güç bu sevgiyi silememiştir. Kudüs Yahudi ve Hıristiyanlar için de kutsaldır fakat son din İslâm olduğundan, Son Peygamber Muhammed Mustafa (SAV) olduğundan, Miraç Olayı ile birlikte Kudüs’e kimlerin hâkim olması gerektiğini de açıkça görmekteyiz. 

Yıllar boyu Kudüs işgal altındayken, Müslümanlar büyük bir ıstırap içerisinde olmuştur. Hazreti Ömer, Kudüs’ü fethettiğinde, Peygamberimizin tariflerine göre, Miraç’a yükseldiği yer olan Davut dağına mescit inşâ ettirecektir. O yer bugünkü Mescid-i Aksa’dır. Efendimiz Miraç Olayı’nda burada bütün peygamberlere namaz kıldırmış ve oradan Allah’ın huzuruna çıkmıştır. “Peygamberimize Miraç’ta üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi.” (Müslim, Îman, 279.)  

Bir insanlık değeri Kudüs

Önemli tarihçi yazarlardan Talha Uğurluel’in “Arzın Kapısı Kudüs” adlı kitabında söylediği gibi, Davut Peygamber’in (as) fethettiği, Süleyman Peygamber’in (as) şekillendirdiği, Hazreti İsa’nın (as) göğe, Hazreti Muhammed’in (sav) Miraç’a yükseldiği yerdir Kudüs. Hazreti Ömer’den sonra yıllarca Müslüman hâkimiyetinde kalan Kudüs’ü 1099 yılında Haçlı ordusu dehşetli bir savaş ve büyük katliamlarla işgal eder. Bu kutsal beldeyi ondan 88 yıl sonra Selahaddin Eyyubi alır ve uzunca bir süre yine Müslümanların hâkimiyetinde kalır. Müslümanların elinde Osmanlı Devleti uzun süre huzur bulan Kudüs’ü Birinci Dünya Savaşı ile birlikte İngilizler işgal etmiş, 1947 yılında ise Birleşmiş Milletler Kudüs’ü ikiye bölmüştür. 1948’de de İsrail Devleti kurulmuştur. 

İsrailli Yahudiler hiçbir zaman rahat durmamış, Müslümanları hiçbir zaman hazmedememiştir. Yıllarca Müslümanlara zulmetmişlerdir. 1967 yılında Doğu Kudüs’ü, Batı Şeria’yı ve Gazze’yi 6 Gün Savaşlarıyla Yahudiler tekrar işgal etmiştir. Oradaki Müslüman kardeşlerimizin yüzü hiç gülmemiş, türlü eziyetlere maruz kalmışlardır. 1987 yılında Filistinli Müslümanlar Birinci İntifada ile

İsrail işgaline karşı direniş başlatmışlar, 6 yıl süren bu direniş Norveç’teki Oslo Antlaşması’yla sona ermiştir. Fakat bu antlaşma ile hiçbir sonuca varılamamıştır. 13 yıl sonra İkinci İntifada ile Filistinliler tekrar direniş başlatmıştır. İsrail, Batı Şeria ile arasına, “Utanç Duvarı” da denilen bir duvar inşâ etmeye başlamıştır. 7 Ekim 2023’te artık yine tarihe kara bir leke olarak geçen İsrail işgal ve katliamları yeniden başladı. 

Yıllar boyu belki de hiç değişmeyen korkular, hiç değişmeyen sonlar var. Bugünse durum çok daha kötü. Ekranlardan izlemeye bile yüreklerimiz dayanmıyor. Ama orada bunlar her an, her dakika yaşanıyor. 

Kudüs’ü öğrenmek

Kudüs tarihini iyi öğrenmemiz gerekir.  Bu kutsal belde üç hak dine mensup insanlar için neden bu kadar önemli, bilmemiz gerekir. Eğer tarihini bilmezsek, şu an yaşanan olayları ve belki de gelecekte daha neler yaşanabileceğini bilmemiz mümkün olmaz. 

Şunu gayet iyi biliyoruz ki, İsrailoğulları geçmişten bugüne bozulmadan gelmeyi başaramamıştır. Tarihin birçok döneminde Allah’ın emir ve yasaklarına uymadıkları için sürekli uyarılmışlardır. Allah-u Teâlâ (Âl-i İmran, 112-113), “Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i Kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okurlar” buyurmuştur.Tabiî ki Yahudiler içerisinde de iyi olanlar muhakkak vardır, ama bizim bugün mücadele ettiğimiz ve çok büyük bir sapkınlık içerisinde olan Yahudiler, bu ayet-i kerimelerde geçen topluluktur. Geçmişte ve şu an Filistin’de Müslümanlara zulmeden Yahudiler bunlardır.

Filistin’de acı var

Şu an Filistin’de gam var, yas var. Kudüs ağlıyor. Gazze işgal altında. Katliam, kan ve gözyaşı… Müslümanlar olarak maalesef bir olamadık. Selahaddin Eyyubiler yetiştiremedik. O Selahaddin Eyyubi ki, “Kudüs işgal altındayken bana gülmek haram olsun” diyebilen şanlı komutan… Şimdi öyle mi? Nasıl gülebiliyoruz Kudüs işgal altındayken? Müslüman kardeşlerimizin kanları büyük küçük demeden oluk oluk akıtılırken, bizler nasıl normal yaşantımıza devam edebiliyoruz? Hiçbir şey yokmuş gibi nasıl davranabiliyoruz? Kudüs bizim kırmızıçizgimiz değil miydi? Namusumuz değil miydi? 

“Bir varmış, bir yokmuş” arasında geçen, an kadar kısa süren bir ömür düşünün; her anı acı, ıstırap, aşağılanma, korku, hüzün ve çaresizlikle dolu... Henüz hayatının baharında ya da çocukken, bebekken hayattan koparılan canların olduğu bir hayat… 

İnşallah bu, İsrail’in son çırpınışları olacaktır. Bir avuç Müslüman tüm dünyaya insanlık dersi veriyor. Gerçek bir Müslüman nasıl olunur, bunu öğretiyor. Belki on binlerce gayrimüslimin Müslüman olmasına vesile oluyor. Cihat ne demek, bizler Gazzeli Müslüman kardeşlerimizden öğrendik. Oradaki çocuklara bize çok büyük bir iman dersi verdiler. Alabildik mi, bilmiyorum. İnşallah uyuyan Müslümanlar olarak uyanmamıza vesile olur bu kutlu direniş. 

Filistin halkı biliyor ki, İsrail’in asıl hedefi Kudüs. Bu nedenle dimdik ayakta kalmaya çalışıyorlar tüm uzuvları bedenlerinden ayrılsa da. En sevdiklerinin bedenlerini parça parça toplamak zorunda kalsalar da… Bir anne yavrularını dünyaya getirinken acılar içinde kıvranır (hatta bu sancının vücuttaki tüm kemiklerin kırılmasıyla eşdeğer olduğu söylenir), dünyaya gelen yavrularını besleyip büyütüp belli bir yaşa getirmesi bir o kadar zordur. Ama galiba Filistinli bir anne için daha da zor olanı, bu yaşa getirebildiği yavrusunu İsrail zulmünden, o kalleş katillerden nasıl koruyacağıdır. Her yeni güne gözlerini endişeyle açmak, gün içinde kalbin hep korku ve heyecanla atması, ömrün yol gözlemekle geçmesi bu annelerin kaderi belki de. Neden dünyanın diğer ülkelerinde anneler çocuklarını güzelce uykularından uyandırıp mis gibi, sıcacık kahvaltılarını yaptırıp güle oynaya okula uğurlarken Filistin’deki anneler “Acaba çocuğum eve sağ salim dönecek mi?” endişesi yaşıyorlar? 

Ya babalar? Filistin’de baba olmanın insana vermiş olduğu sorumluluk duygusunu bir düşünelim. Zaten orada insanların kendini geliştirip, iyi bir eğitim alıp, çeşitli meslek dallarında uzmanlaşıp faydalı bir bilim ve ilim insanı olması ne kadar zor bir süreç, bunu herkes biliyor olmalı. Bunca zorlu sürecin ardından mesleğini icra etmesi çok daha zor bir sınav. Ve sonrasında çalışıp, para kazanıp ailesine bakma yükümlülüğü var. Bunların hepsi çok zor, ama daha da zor olanı, Filistin’de bir baba için beki de eşini ve çocuklarını evde bırakıp gittiğinde acaba eve dönebilecek mi, döndüğünde hangi manzarayla karşı karşıya kalacağı düşüncesi. 

Yıllar boyu belki de hiç değişmeyen korkular, hiç değişmeyen sonlar var. Bugünse durum çok daha kötü. Ekranlardan izlemeye bile yüreklerimiz dayanmıyor. Ama orada bunlar her an, her dakika yaşanıyor.   

Çocuklar… Yürekleri en fazla yakansa, belki daha büyüyüp hayâllerine kavuşamadan, yaşayamadan yitip giden çocuklar… O körpecik, saf, temiz, kalpleri imanla dolu çocuklar… Neden hep Müslümanlar acıyla imtihan oluyor? Neden gayrimüslim olanlar hep daha sağlıklı, daha mutlu, daha rahat, daha konforlu bir hayat sürüyor? Nerede bir zulüm varsa o zulme uğrayan neden hep Müslümanlar? Bu tarz soruları artırmak mümkün ama cevabı hep aynı ve tek: İmtihan 

Efendimiz (sav), “Dünyada rahat yoktur” (A.İbn Hanbel, Zühd, s. 128) buyururken bunu tabiî ki müminler için söylemiştir. Dünyaya geliş gayemiz Allah’a kulluk ve imtihan. Dünya hayatında tâbi tutulduğumuz zorluklara gösterdiğimiz sabır kadar ahiretimiz güzelleşecek. Bugün görüyoruz ki, Gazze’de acıların en dayanılmazına katlanan, en ağır imtihanlardan geçen Müslüman kardeşlerimiz var. Onlar belki kurtuluşa bu vesile ile erecekler. Ya bizler? Dünyanın Filistin’de yaşayanları hariç, diğer ülkelerinde yaşayan Müslümanları olarak Allah’a nasıl hesap vereceğiz? Bugün bir dua etmekten acizken, boykota katılmak bize zor gelirken, Gazze’de yaşanan katliama göz yumarken nasıl Allah’tan Cennet’e girmeyi isteyebileceğiz? Filistin’de kardeşlerimiz şehit olup hâlâ yaşayanları da şehit olup Cennet’e gitmek için bekliyorken, bizler rahat yatağımızda, sıcacık evlerimizde oturup çayımızı kahvemizi içerken mi Cennet’i isteyeceğiz Allah’tan? 

Rabbim imanımızı artırsın ve bizleri affetsin. Yeryüzünde gerçek imana sahip bu bir avuç Müslüman kardeşimize tez zamanda zaferi nasip etsin. Eğer birazcık yüreğimizde sızı hissedebiliyorsak, dua edebiliyorsak, onları vesile kılıp Allah’tan hâlâ af dileyecek yüzü bulabiliyorsak, belki biz de onlarla beraber bu zafer sevincine ortak olabiliriz.