İSRAİL her yıl Ramazan
ayında Filistinlilere karşı uyguladığı devlet terörünü, 2021 Ramazan’ında da
tekrarladı. Babü’l Amud ve Şeyh Cerrah Mahallelerinde Arapların zorla
kendi evlerinden çıkarılmaları ve yerlerine Filistin dışından getirilen
Yahudilerin yerleştirilmeye çalışılması ile olaylar başladı. İsrail boş
alanlara evler inşâ edip Yahudileri yerleştirebilirdi. Öyle yapmadı. Özellikle
Şeyh Cerrah’ı seçti.
Şeyh Cerrah, Doğu Kudüs’ün (Eski Kudüs) merkezi sayılacak bir yerdir. Arap
nüfusu burada baskındır. Yahudilere ev temini kadar, Arap nüfusun Şeyh Cerrah’ta
azaltılması da İsrail’in buradaki siyâsî hedeflerinden, etnik arındırma
amaçlarından birisi olmalıdır. Dünyada eşi benzeri kolay kolay bulunamayacak
bir korsanlık örneğidir olanlar. Yüzlerce yıl Babü’l Amud ve Şeyh Cerrah’ta
meskûn olarak yaşayan Arapları evlerinden polis zoruyla çıkarıp o evlere
Yahudileri yerleştirmek gibi bir barbarlık örneği bulunabilir mi?
Elbette direnen ev sahipleri tutuklanıp ağır işkencelerden sonra uzun yıllarını
hapishanelerde tüketmek zorunda kalıyorlar.
Filistin için kurtuluşa dek her gün “Nekbe”
Şeyh Cerrah Olayı’ndan sonra Kudüs’te olayların fitilini ateşleyen ikinci
önemli gelişme ise 7 Mayıs 2021 akşamı, teravih namazı vaktinde Mescid-i
Aksâ’da yaşandı. İsrail polisi plâstik mermi, ses ve gaz bombaları ile mescide
baskın düzenledi. Üç yüzden fazla insan kafasından, gözünden ağır şekilde
yaralandı. İsrail vahşeti yüzünden bu yaralıların çoğu sakatlandı.
Mescid-i Aksâ Baskını’ndan sonra, 10 Mayıs günü İsrail savaş uçaklarının
Gazze’ye saldırıp 9’u çocuk, 24 savunmasız insanı katletmesinin ardından, bazı
Yahudi yerleşim bölgelerine Gazze’deki direniş gruplarının roketle cevap
vermesi, olayların büyümesine, bir savaş boyutuna ulaşmasına neden oldu.
Kudüs’te başlayıp yayılan bu olaylar ile Nekbe Günü de gelmiş oldu.
İsrail’in 14 Mayıs 1948’de kurulduğunun ilân edilmesini Filistinliler, “Nekbe
(Felâket) Günü” saymaktadır. Filistin’in, özellikle Kudüs’ün 17 Aralık 1917’de İngilizler
tarafından işgali ile başlayan Yahudi terörü ile İsrail, otuz yıl sonra
devletleşmiş oldu. İsrail’in kuruluş günü kadar, varlığı da Filistin için nekbe
olmaya devam etmektedir.
Nekbe Günü ile birlikte artık bir Arap-İsrail sorunu dünya gündemine
yerleşmiş oldu. 30 yıl sonra İsrail ile Mısır arasında, 17 Eylül 1978’de Camp
David Anlaşması’nın imzalanması ile Filistin meselesi, bir Arap-İsrail sorunu
olmaktan çıktı. Diğer Arap ülkelerinin de Mısır’ı takip etmesiyle olay yavaş
yavaş bir “Filistinli Araplar ile İsrail arasındaki sorun” durumuna dönüştü.
Filistinli Araplar başlıca iki bölgeye (Batı Şeria ve Gazze) ayrılmış ve
İsrail tarafından kara, hava ve denizden kuşatılmıştır. Dış dünya ile
bağlantıları ve ihtiyaçları olan malzemeyi temin etmeleri ancak İsrail’in
izniyle mümkün olmaktadır. Bu kuşatmanın tek istisnası, Gazze’den Mısır’a
açılan tünellerdi. Mısır’da 3 Temmuz 2013 tarihli Sisi darbesiyle birlikte bu
tüneller de temelli olarak kapatıldı.
ABD ve İsrail’in Sisi darbesini desteklemesinin önemli bir nedeni de bu
tünellerin kapatılmasıdır.
Türkiye’de Sisi darbesine karşı yönelen itirazları, bazı çevrelerin
“Müslüman Kardeşler taraftarlığı” diye görmesi de en azından hafifliktir.
İsrail lobisinin nakaratıdır. Bir halkın özgür iradesinin ABD-İsrail desteği
ile engellenmesinin sonuçları, Mısır ile sınırlı kalmamış, Gazze’den açılan
tünelleri de kapsamıştır.
Ayrılıklar
Batı Şeria ve Gazze, coğrafî açıdan birbirinden kopuk iki ayrı bölgedir ve
bununla birlikte siyâsî ve ideolojik açıdan da ayrılmıştır. Gazze’de her ne
kadar yönetim Hamas’ın elindeyse de Hamas ve İslâmî Cihad adlı iki farklı grup
olarak varlığını sürdürmektedir. İslâmî Cihad kayıtsız şartsız İran/Fars
taraftarıdır. İran’a karşı daha bağımsız siyâset takip eden Hamas, son birkaç
yılda bu siyâsetinden vazgeçerek İran’a entegre olmaya çalışmaktadır.
10 Mayıs 2021’de Hamas ve İslâmî Cihad, İsrail’e karşı “Kudüs Kılıcı”
adını verdikleri ortak bir savunma cephesi kurduklarını duyurdular.
Kudüs’te Mescid-i Aksâ çevresinde kızılca kıyamet kopan bugünlerde Batı
Şeria’yı yöneten ve orada etkili olan El-Fetih grubu ise, şimdiye kadar
olayların dışında kalmıştır. Arap ülkelerinin hiçbirisi doğrudan veya dolaylı olarak
İsrail’e karşı Filistin’in yanında yer almadığı gibi, Filistinli gruplar bile
bütünüyle kendi aralarında İsrail’e karşı ortak bir ittifak kurabilmiş
değildir. Bu durum, elbette Filistinli Araplar için büyük bir zayıflık
oluşturmasının yanında İsrail için de büyük bir üstünlük nedenidir.
Arap ülkeleri kendilerine saldırmadığı gerekçesiyle İsrail’i düşman
saymadıkları gibi onunla ticarî-siyâsî ilişki kurmada bir sakınca görmemektedirler.
Zaten İsrail de bütün Arap ülkelerine aynı anda saldıracak durumda değildir.
Tuhaf olan, Arap ülkeleri arasında İsrail’in faydasına işleyen bu tutumun,
Filistinli gruplar arasında da tekrar edilmesidir.
Irak, Suriye ve Yemen’de iç savaşların tarafı olan, milyonlarca Arap’ın
katledilmesinin doğrudan faili, savaş suçlusu olan İran Şehinşahı Hamaney’den
Hamas Siyâsî Büro Şefi İsmail Heniye’nin yardım istemesi dikkat çekicidir.
Heniye, “yüce şahsiyet” olarak gördüğü Hamaney’e gönderdiği mektupta,
“Arapları, İslâmî ve uluslararası diplomasiyi harekete geçirmesini” istemiştir.
Oysa Hamaney’in Arap ülkelerinde organize ettiği terör örgütlerinden başka
harekete geçirebileceği bir taraf yoktur.
İran’ın Suriye’yi işgal ettiği, orada Rusya’nın bir çeşit kara gücünü
oluşturduğu bilinmektedir. Suriye’de bulunan işgalci İran birlikleri aynı
zamanda İsrail’in komşusu durumundadır.
Heniye, Suriye’deki İran birliklerinin İsrail’e karşı harekete
geçirilmesini istemiyor. Arap ülkeleri ve diğer İslâm ülkelerinin diplomasisini
harekete geçirmesini isteyerek, olmayacak bir duâyı tekrarlıyor. İslâm ülkeleri
ile kavgalı İran, hangi İslâm ülkesini harekete geçirebilir? İslâm ülkeleri
harekete geçse, toplanıp İsrail’i kınama kararları alsa, bundan nasıl bir sonuç
çıkabilir? İsrail işgalden, Filistinlilere yaptığı barbarlıktan vazgeçer mi?
Hayır, vazgeçmez!
Geçmiş yıllarda, Arap Birliği ve İslâm İşbirliği Teşkilâtı defalarca
toplanıp İsrail’i kınamıştır. Ancak İsrail, Filistinlilere karşı yaptığı
katliam ve etnik arındırma, evlerini yıkıp gasp etme gibi işlerin hiçbirinden
vazgeçmemiştir.
Irak, Suriye ve Yemen gibi yerlerde iç savaş çıkarıp Arap ülkelerini
viraneye çeviren İran’dan diplomasi yardımı isteyen Heniye, böylece Arap
ülkelerinde işlenen savaş suçlarına karşı gözlerini, kulaklarını, vicdanını
kapatmıştır. Arapların başka ülkeler hesabına birbirini katletmesi geleneğine
yeni bir halka eklemiştir. Heniye, mücadeleci temiz geçmişini inkâr etmekte, Kudüs
ve Mescid-i Aksâ mücadelesine Fars gölgesi düşürerek bu mücadeleyi Fars propagandası
için basit bir reklâm malzemesi durumuna getirmektedir. Doğrusu bu yaptığı
büyük yanlıştır, ayıptır, günahtır ve zulümdür.
İranlı her generalin ve bakanın, en başta Şehinşah Hamaney’in, haftada bir
kere “İsrail’i haritadan sileriz” açıklamasını Heniye niçin hatırlatmamış, “Ey
yüce şahsiyet, lütfen bu hafta İsrail’i haritadan silin” dememiştir? Gerçekten
bu hafta İsrail İran tarafından haritadan silinmiş olsaydı, Filistinliler bu
vahşetten kurtulmuş olacaklardı. Heniye bunları Hamaney’den istemeliydi.
Müslümanların yaşadıkları ülkelerde sorun bitmiyor!
Bu arada İslâm dünyasının sorunu İsrail’den ibaret değildir. İsrail kadar
yıkıcı iç sorunları vardır.
9 Mayıs 2021 günü iftar saatine yakın bir zamanda, Afganistan’ın başkenti
Kabil’in daha çok Şii nüfuslu Deşti Berçi semtinde (muhtemelen) DAEŞ tarafından
yapılan araçlı intihar saldırısında yüzlerce insan yaralandığı gibi, çoğu
öğrenci olmak üzere 85 insan katledildi. Bunu ne ABD, ne de İsrail yaptı. Onlar
tarafından uzak/yakın destekle organize edilen bir cinayet şebekesi tarafından
yapıldı.
Ramazan günlerindeki iftar saatlerinde İsrail’in katliamları gelenek hâlini
almışken, benzeri saldırıların Afganistan gibi yerlerde de sıkça görülmesi,
karamsarlığı arttırmaktadır. İsrail’in savaş uçakları ve tankları ile
yaptıklarını, Kabil’de gözü döndürülmüş bir cani, kamyonet ile yapmıştır.
Irak’ta, Libya’da, Suriye’de fiilen savaş hâlinde olan, Doğu Akdeniz’de ise
ABD destekli Yunanistan ile karşı karşıya olan Türkiye, İsrail’e karşı bu dönemde
askerî bir harekete girişemez. Üstelik Türkiye’nin İsrail ile bir sınırı da
yoktur. Türkiye’nin İsrail’e karşı Filistinlilere askerî destek vermesini
isteyenler, olaylara akılları ile bakmadıkları gibi, Türkiye’nin yeni bir cephe
sorunuyla baş başa kalabileceğini de göz ardı etmektedirler.
Elbette Türkiye diplomasi alanında bütün imkânlarını Filistin için
kullanmalıdır. İslâm ülkeleri ile İsrail’e karşı ortak bir tutum geliştirmeye
çalışmalıdır. Ancak bunun için kendisi herkesten önce İsrail ile bütün
ilişkilerini kesmelidir. Böyle bir yolu seçen Türkiye’ye karşı ABD ve İsrail’in
PKK’ya daha çok ve açıktan destek vererek Türkiye’yi caydırmaya çalışacağı
muhtemeldir. Kaldı ki, bunu zaten ABD ve İsrail uzun bir zamandan beri
Türkiye’ye karşı yapmaktadır. Böyle bir ihtimâl, yeni bir gelişme değildir.
Filistinlilerin yaşadığı nekbeye karşı duyarlılık gösteren Türk mâkâmlarının,
gözlerini ve kulaklarını Doğu Türkistan’a kapatması da önemli bir çelişkidir, tutarsızlık
örneğidir. Kimse Türkiye’nin Çin’e karşı savaş ilân etmesini beklememektedir,
ancak Türkiye diplomasi imkânlarını neden Doğu Türkistan için kullanmamaktadır?
Türkiye’nin Çin’e karşı sessiz ve tepkisiz kalmasının makul bir açıklaması
yoktur. İlişkiler azaltılabilir. Ticaret kesilebilir. İslâm ülkeleri,
ABD/İsrail ve Çin ile ticaretlerini durdurmuş olsalar, soykırımcı bu ülkeler
için önemli ölçüde caydırıcı olabilir.