Kudüs ile aldatmak

İran’ın Filistin ve Kudüs söylemleri, özellikle Şiî olmayanların İran’a bağımlı hâle getirilmelerinin aracı olarak önemli bir iş gördü. Arap dünyasına yönelen İran yayılmacı siyasetini ve Suriye Baas Partisi gibi Şah’tan hiç de geri kalmayan bir diktatörlük düzeni ile olan kirli ilişkilerini de kapatan bir perde işlevi görmüş oldu.

TÜRKİYE’de Kudüs ve Mescid-i Aksâ’ya olan ilgi, büyük ölçüde Haziran 1967’de Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesi ile başlamıştır. Büyük bir üzüntü ve nefrete yol açan bu işgalden sonra Mescid-i Aksâ’nın 4 Eylül 1969’da yakılmaya çalışılmasına bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkiye’den de halk arasında tepkiler yükselmişti.

Mescid-i Aksâ’nın yakılmasına tepki olarak MTTB tarafından “Mescid-i Aksâ Haftası” ve Yahudilerin boykot edilmesi çağrısı ilân edilmişti. MTTB yöneticilerinden Mustafa Bilgi, üzerinde Mescid-i Aksâ yazan tişört ile günlerce İstanbul sokaklarında dolaşmıştı. Kendisi de MTTB binasına atılan bir bomba sonucunda, 21 Eylül 1969’da şehid edilmişti.

İsrail Meclisi, 30 Temmuz 1980’de çıkardığı bir yasa ile Kudüs’ü İsrail’in başkenti saymıştı. Bu karar İslâm ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de tepkiyle karşılanır. Ancak bu tepki, Süleyman Demirel başkanlığındaki hükûmet düzeyinde olmaz; genel seçimlerde yüzde 10 civarında oy alan MSP tarafından organize edilir.

12 Eylül Askerî Darbesi’nden altı gün önce, Konya’da MSP tarafından Kudüs Mitingi yapılır. Mitingin amacı Kudüs’ün işgalini protesto etmek ise de, asıl amaç İsrail’e başkent yapılmasını kınayıp lânetlemektir.

Mitinge kalabalık bir kitle katılır. Altı gün sonra yapılan askerî darbenin gerekçeleri arasında, Kenan Evren tarafından sıkça bu miting gösterilir. Darbenin bir yıl önce (1979) yapılacağı ama şartların olgunlaşması için bir yıl daha beklendiğini açıklayan dönemin İkinci Ordu Komutanı Bedreddin Demirel’in söylediklerine bakılırsa, Kudüs Mitingi, darbeden sonra bir bahane olarak kullanılmıştır.

İran’ın ikili oyunu

Türkiye’de hâkim siyaset çevrelerinin Kudüs için bir miting yapılmasını bile darbe nedenleri arasına katmaları, İsrail işgallerini belki bir hak olarak gördükleri şeklinde ele alınabilirdi.

İran’da bir halk isyanı ile Şahlık idaresinin devrilmesi, bu ülkenin Filistin konusundaki siyasetini de temelden değiştirmiştir. Çünkü Humeyni liderliğindeki yeni yönetim, İran’ın Suriye konusundaki dış siyasetini aynen sürdürüp Suriye Baas Partisi ile ittifak ilişkilerini tahkim ederken, Filistin siyasetini ise kökten değiştirmiştir.

İsrail yönetiminin Şah ile yakın ilişkilerinin buna neden olduğu düşünülse bile, bu neden yetersiz olabilir. Çünkü Şah’ın Suriye Baas Partisi ile de yakın ilişkileri vardı. Ancak Humeyni idaresindeki İran, Suriye Baas Parti diktatörlüğü ile yakın ilişkileri arttırarak devam ettirdi.

İran’ın Kudüs taktiği

Tahran’daki İsrail elçilik binası, Yaser Arafat liderliğindeki FKÖ’ye (Filistin Kurtuluş Örgütü) tahsis edildi. İsrail Elçiliği kapatılarak, sağlanan bütün ilişkiler kesildi. Humeyni, 7 Ağustos 1979’da Ramazan ayının son Cuma gününü, her yıl Ramazan’ın son Cuma’sında kutlanmak üzere “Kudüs Günü” ilân etti. Her yıl dünyanın değişik ülkelerinden çağrılan davetlilerin katılımı ile Tahran’da Filistin/Kudüs törenleri/toplantıları yapılmaya başlandı.

Böylece İran yönetimi, dış siyasetini Filistin işgalini ortadan kaldırma amacına tahsis etmiş gibi telkinler ve söylemler de başlamış oldu.

Söylem düzeyinde İran’ın kırk yıldan beri bu siyasetini tekrar ettiği bilinmektedir. Haftada birkaç defa da İsrail’i haritadan sileceklerini açıklamalarına rağmen, bu siyasetin söylemden öteye geçtiğini iddia etmek için elde fazla bilgi yoktur.

İran’ın Filistin hakkındaki bu tutumu, bütün Müslümanlar arasında iyi bir yer edinme, hayranlık ve bağlılık temin etme gibi iki önemli amacın gerçekleşmesine katkıda bulundu. İran’ın Filistin ve Kudüs söylemleri, özellikle Şiî olmayanların İran’a bağımlı hâle getirilmelerinin aracı olarak önemli bir iş gördü.

Arap dünyasına yönelen İran yayılmacı siyasetini ve Suriye Baas Partisi gibi Şah’tan hiç de geri kalmayan bir diktatörlük düzeni ile olan kirli ilişkilerini de kapatan bir perde işlevi görmüş oldu. Arap ülkelerinin hain yöneticileri, ABD baskısının da zorlaması ile gündemlerinden büyük ölçüde Filistin’i ve Kudüs’ü çıkardıkları bir dönemde, İran’ın bu Filistin/Kudüs siyaseti, devlet düzeyinde kendisini Filistin ile ilgilenen tek ülke durumuna getirdi.

Kenan Evren; darbesi için Konya’daki Kudüs Mitingi’ni bahaneler arasında sayarken, İsrail tarafından Kudüs’ün başkent ilân edilmesinden sonra Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini büyükelçilikten konsolosluk seviyesine indirdi. Hem Türkiye’de halk arasında aleyhine kullanılacak bir malzemeyi kaldırmaya, hem de Arap ülkeleri ile olan ticârî ilişkiler için bir engeli ortadan kaldırmaya çalıştı.

Ticaret, pek çok şeye kadir olduğunu bir kere daha göstermiş oldu.

28 Şubat ve Kudüs

Ancak Türkiye’deki askerî çevrelerde her zaman bir İsrail’e yakın damar etkili olmuştur. İktidarlar ve kuşaklar değişse de İsrail’e yakınlık duyan bir çevre hep etkili olmuştur.

Nitekim 28 Şubat Askerî Darbesi’nin alâmet-i farikası da en çok İsrail’e duyduğu yakınlık olmuştur. 28 Şubat darbecileri, bir İsrail lobisi gibi faaliyet göstermişlerdir.

Ankara Sincan’da yapılan Kudüs Gecesi, 28 Şubat Darbesi’nin en önemli bahanesi sayılmıştır. Geceyi düzenleyen Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, konuşmacı olarak İran’ın o günkü Ankara Büyükelçisini de konuşturunca, İran’ın Filistin dâvâsını sahiplenen tek ülke olduğu iddiasına, Ankara semâlarında bir destek görüntüsü sunulmuş oldu. Bu olay, İran’a ayarlı propaganda çabalarının Refah Partisi camiası içinde de telkinine, zamanla belli ölçüde de olsa rağbet görmesine başlangıç oldu.

Bekir Yıldız’ın olup bitenleri anlaması için kaç yıl geçmiş olmasını beklediği henüz açıklığa kavuşmadı. Ancak darbeciler fazla beklemedi. Kudüs Gecesi’nde Filistin işgali konusundaki tiyatroda oynayan, oyunda İsrail askerlerini taşlayan liseli gençlere 7-8’er yıl hapis cezası verildi. Filistin’de İsrail askerlerini taşlayan Arap gençlere İsrail mahkemelerinin verdiği cezanın en az iki katını Ankara’da, hayâlî olarak bir oyunda İsrail askerlerini taşlayan Türk gençlerine vermeyi marifet bilen bir yargı düzeninin Türkiye’de geçerli olduğu görüldü.

İsrail’in Türkiye’de İsrail’den daha güçlü ve etkili olduğu görüşü daha çok taraftar topladı. İsrail’in hayâlî olarak da taşlanmasına İsrail’den daha büyük ceza kesildi.

Kudüs Gecesi’nde Filistin işgali konusundaki tiyatroda oynayan, oyunda İsrail askerlerini taşlayan liseli gençlere 7-8’er yıl hapis cezası verildi. Filistin’de İsrail askerlerini taşlayan Arap gençlere İsrail mahkemelerinin verdiği cezanın en az iki katını Ankara’da, hayâlî olarak bir oyunda İsrail askerlerini taşlayan Türk gençlerine vermeyi marifet bilen bir yargı düzeninin Türkiye’de geçerli olduğu görüldü.

İran’ın değirmenine su taşımak

28 Şubat Askerî Darbesi’nde tanklar ilk önce Ankara Sincan’da yürütülmüştü. Oysa Sincan’da liselilerin oynadığı bir tiyatro vardı. Ama darbeciler İsrail’e sadâkatlerini göstermekten geri durmadılar.

Ardından Ocak 1998’de, Refah Partisi kapatılmıştı. 12 Mart Darbesi’nde Millî Nizam Partisi, 12 Eylül Darbesi’nde Millî Selâmet Partisi ve nihâyet 28 Şubat Darbesi’nde Refah Partisi kapatılmış oldu. Kapatma gerekçesi olarak pek çok madde sıralandı. O maddelerde partiden partiye değişiklik oldu. Ama lâiklik ve İsrail konusu hiç değişmedi, hep sabit kaldı!

Necmettin Erbakan da uzun yıllar Filistin hakkındaki konuşmalarında 1967 Savaşı öncesindeki sınırları esas alan ikili devlet modelinden söz etmiştir. Ancak her nedense son yıllarda bu görüşüne hiç değinmemiştir. Sürekli olarak İsrail’in varlığının ve işgalinin sorunun kaynağı olduğu vurgusunu yapmıştır. Erbakan’ın çabaları ile Türkiye’de Filistin meselesinin gündem olduğu, halkın bu sorunu öğrendiği görüşü önemli ölçüde abartıdır.

MTBB’nin 1969’daki tutumu, bu görüşün aleyhinedir. Ancak Necmettin Erbakan’ın da içinden geldiği camianın baş sorunlarından birini oluşturan Filistin konusuna Erbakan’ın da lâzım gelen önemi verdiğini, Konya’daki Kudüs Mitingi örneğinde olduğu gibi bu konuyu her zaman önemli saydığını teslim etmek icap eder.

Günümüzde İran Hükûmeti kaynaklı ve Filistin/Kudüs başlıklı siyâsî propaganda çabaları, Türkiye’de büyük ölçüde Saadet Partisi camiası içinde yürütülmektedir.

12 Eylül Askerî Darbesi’nden sonra İran siyaseti hakkında yaşanan bir kırılma Millî Gazete aracılığı ile telkin edilmiş iken, yaşanan Irak ve Suriye olaylarına rağmen son yıllarda yeniden başa dönülmesi ve de Türkiye içinde ve dışında İran ile ittifak görüntüleri verilmesi, Saadet Partisi çizgisinin zayıf tarafını oluştursa bile İran Hükûmeti’nin Türkiye’de kendi siyasetleri için bir taban oluşturma çabaları bakımından dikkat çekici ibretlik bir örneği olmalıdır.

Kudüs ve Filistin

Suriye olayları ile birlikte ayan beyan bir kere daha görüldü ki, İran’ın dış siyasetinde Filistin’in yeri, sadece bir propaganda unsurudur. Filistin ve Kudüs başlıkları Dünya Müslümanları arasında saygınlık kazanmanın bir aracı, Farsların yüce menfaatleri için yapılanları gizlemenin de bir örtüsüdür.

Ancak İslâm dünyasının Filistin ve Kudüs konusunu İran Devrimi ile birlikte öğrendiği iddiası inandırıcı değildir. 1948’den beri bir Filistin, 1967’den beri de bir Kudüs sorunu vardır. Ara sıra Kudüs adı Filistin adının yerine kullanılsa da bu, doğru bir kullanım değildir. Çünkü Filistin, bir bölgenin/ülkenin adıdır. Kudüs ise o ülkede yalnızca bir şehrin adı...

Kudüs, elbette önemli ve aziz olan şehirlerden biridir. Yine de “Kudüs” adı, Filistin’in diğer işgal edilen topraklarının/şehirlerinin adını unutturmamalıdır.

Emevî siyaseti

Yezid’in halîfeliğini kabul etmeyen Abdullah Bin Zübeyr’in Mekke’yi ele geçirmesinden sonra Emevîler, uzun süre Mekke’nin kutsallığı görüşünü gölgede bırakacak şekilde Kudüs’ün kutsallığını icat ettiler.

Kudüs’ün kutsallığı görüşü her ne kadar İslâmî ilkeler ile uyumsuz olsa da bu tutumun sonunda Kudüs imar edildi. Başta Harem-i Şerif olmak üzere pek çok yeni görkemli âbide inşâ edildi. Bugün Fars bağımlısı çevrelerin de Kudüs’ün sembolü olarak kullandıkları Kubbetü’s-Sahra, Emevîler döneminde Abdülmelik Bin Mervan tarafından inşâ edilmişti.

“Mesid-i Aksâ” adıyla bilinen yapı ise Hazreti Ömer zamanında Kudüs fethedildiğinde ortada yoktu. Sonradan inşâ edildi. Mescid-i Aksâ hakkındaki bütün söylemler Emevîler döneminde tedavüle sürüldü.

2011’den beri aralıksız olarak Suriye halkının katledilmesinde Baas Partisi’nin suç ortağı olan İran Hükûmeti, Baas’a destek için Şam yakınlarında uzun yıllar abluka altında tuttuğu Filistinli mültecilerin kampı olan Yermük’te on binlerce Filistinli saldırıların, açlığın ve hastalıkların sonunda hayatını kaybederken, İran Hükûmeti’ne bağlı olan hiziplerse bu katliamları büyük ölçüde Filistin/Kudüs marşları dinleyerek yapmıştır.

Kabul edilmeli ki, Filistin’in/Kudüs’ün önemi Irak, Suriye veya başka bir ülkenin Müslüman halkını katletmenin, özgürlüklerinden yoksun ederek tutsak etmenin bahanesi olamaz. Fars işgalcileri, işledikleri savaş suçlarına karşılık daima Filistin/Kudüs marşlarını tekrarlamaktadırlar.

Kudüs adı, onlar için yalnızca bir aldatma, takiyye aracıdır. İslâm ülkelerinden kendilerine taraftar toplamanın bir bahanesidir. İşlediği savaş suçlarını örtmenin bir yoludur.

Kudüs ile aldatmak, bir Emevî siyasetiydi. O siyaseti küresel ölçüde günümüzde İran Hükûmeti sürdürmektedir. Tuhaf olan şudur ki, Saadet Partisi de bu Emevî siyasetinin içerideki aracı olarak, Kudüs ile Müslümanların aldatılmasında pay sahibi olmaya çalışmaktadır.

Buna karşılık, siyâsî söylemlerini daha çok “Tayyip Erdoğan nefreti” üzerine bina eden Saadet Partisi, milyondan fazla insanın katili Esad’ı ziyaret ederek ona Kur’ân hediye etmek gibi bütün vicdanları sarsan törenler yapmıştı.

Saadet Partisi, Türkiye’de İran yayılmacılığının/propagandasının bir aracı durumuna geldi.

9 Şubat 2020 günü İstanbul’da, CHP ile ortak bir Kudüs temalı miting yaparak, Kudüs istismarında CHP’yi de pay sahibi durumuna getirdi.

CHP’nin yüz yıl boyunca yapıp ettiklerini elbette Saadet Partisi ibra edemez, yüz yılın tarihini silemez. Ancak bu olay, Saadet Partisi’nin “Tayyip Erdoğan nefretine” dayanan siyasetinin işi nereye kadar götürdüğünü gösteren ibretlik bir olaydır.