KOVİD-19 Salgını’nın
ilk günlerinden itibaren salgından etkilenmemek yahut en kolay şekilde atlatmak
için tavsiye edilen ilk takviye D vitamini oldu.
D vitamini üzerinde düşünürken, içinde bulunduğumuz küresel yüksek
enflasyon sürecine ve bu süreçte yaşanan toplumsal zihin krizine şahit olduk.
Dolayısıyla ne salgın, ne de çözüm yolları hakkında çok da düşünemedik.
D vitamininin ilk kaynağı güneştir. Birçok bitkide ve hayvansal gıdada
bulunur ancak en çok da balıklarda mevcuttur. Ecza olarak satılan D vitaminleri
ise koyun yünü yağı içerir.
Buradan nazar edince, toplumsal zihin krizini çözümleyecek bir denklem
oluşturmak ve bu denkleme üç veriyi de yerleştirmek gerekir.
***
Artık kültürel bir miras şeklinde algılanıyor, ancak yün yatak, yün
yorgan, yün yastık, yün ceket, yün kazak, yün fanila ve yün çorap, sadece
soğuktan korunmaya vesile olduğu düşünülen birer eşyaydı.
Peki, eczacılarda satılan D vitamini ampullerinin koyun yünü yağından
yapıldığını öğrendikten sonra yün eşyaya nasıl bakmalı?
D vitamini, bağışıklık seviyesinin arttırılması ve yorgunluk, durgunluk
gibi fizyolojik şikâyetlerden kurtulması için hastalara hekimler tarafından
tavsiye edilen bir takviyedir.
Buradan yorumlandığında, yün yatakta uykusunu alan kimsenin yorgunluk
yerine tarlada bütün gün yorulmaksızın nasıl çalıştığını akletmek, sanırım zor
olmasa gerek.
E tabiî bir de o tarlada çalıştığı sürede bir de güneş ışığını doğrudan
aldığını düşününce, o kimsenin bir D vitamini zengini olduğunu fark etmek
olağan.
D vitamininin en çok bulunduğu besinse balık. Kovid-19 sürecinde ne
yiyeceğini şaşıran insanlara her gün ana haber bültenlerinde bir veri
fısıldanıyor: “Bu sezon balık bolluğu yaşanıyor!”
Her şeyin kıt, tedarik zincirlerinin iflâs ettiği bir zamanda balık
bolluğunun yaşanması da ne?
Bir ayet silsilesi geliyor aklıma:
“Bulutu üstünüze
gölge yaptık. Size, kudret helvası ile bıldırcın indirdik. ‘Verdiğimiz
rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin’ (dedik). Onlar, (verdiğimiz
nimetlere nankörlük etmekle) Bize zulmetmediler, fakat kendilerine
zulmediyorlardı.
Hani, ‘Şu memlekete
girin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile
girin ve ‘Hıtta!’ (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, Biz de sizin hatalarınızı
bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz’ demiştik.
Derken, onların
içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
haktan ayrılmaları sebebiyle o zalimlere gökten bir azap indirdik.
Hani Mûsâ, kavmi
için su dilemişti. Biz de, ‘Asânı kayaya vur’ demiştik, böylece kayadan on iki
pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı pınarı bilmişti. ‘Allah’ın rızkından
yiyin, için. Yalnız, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın’ demiştik.
Hani, ‘Ey Mûsâ!
Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da O
bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin’ demiştiniz. O
da size, ‘İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyleyse inin
şehre, istedikleriniz orada var’ demişti. Böylece zillet ve yoksulluk onları
kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların, Allah’ın ayetlerini
inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün
bunların sebebi ise, isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı.” (Bakara, 57-61)
***
Her
okuduğumda bu dört ayetin bizim için ne anlattığını merak etmiş, üzerinde çokça
düşünmüşümdür. Salgın sürecinde koyun yünü ve dolayısıyla küçük baş hayvancılık
ile balıkçılığın, içinde bulunduğumuz sürecin kudret helvası ile bıldırcını
olduğuna dair bir yorum getirdim. Zira bu ikisini istemeyerek masa başı iş,
hatta işe dahi gitmeksizin oturduğumuz yerden para kazanmak gibi türlü
mercimek, soğan, sarımsak çeşitlerine sarılır hâle geldik. Hatta bugünün
mercimeği, soğanı, sarımsağı, çokça zengin sofralar oldu. Soframızın olmasına
şükretmediğimiz gibi, aşırılıkları dahi normalden sayar olduk.
Türkiye’nin
önümüzdeki 10 ilâ 50 yıllık kalkınma serüveninde küçükbaş hayvancılık ile
balıkçılığın yerinin sağlam olduğunu görmeliyiz. Değilse…
“Onlar, Allah’ın
gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyor,
peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise,
isyan etmek ve aşırı gitmekte oluşlarıydı...”