“TÜRK Boğazları” terimi, İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı
ve Marmara Denizi’ni içine alan bir kavram olarak kullanılmaktadır. Türk
Boğazları toplamda 164 mil uzunluğundadır. Dünyadaki en uzun ve doğal suyollarından
birisidir.
Türk Boğazları, iki açık deniz olan Akdeniz ve
Karadeniz’i birbirine bağladığı için ulusal değil, uluslararası bir suyolu
konumundadır. Bizans ve Osmanlı örneğinde görüldüğü gibi Türk Boğazlarının hâkimi
olan devletler, zamanla Karadeniz’i de hâkimiyetleri altına almışlardır.
Boğazlar Asya ile Avrupa’nın ulaşımını ve Karadeniz ile Akdeniz arasındaki
geçişi denetleme imkânı verdiği için askerî ve ekonomik açıdan benzersiz bir
öneme sahiptir. Tarihteki İpekyolu bunun karşılığı olduğu gibi günümüzde
Avrasya ve Marmaray geçişleri, İstanbul Boğazı üzerindeki üç köprü (yapımı
süren Çanakkale Köprüsü ile birlikte) Asya ve Avrupa arasında önemli bir kara
ve demiryolu taşımacılığının yanında Akdeniz ve Karadeniz arasındaki deniz
taşımacılığı için de istisnaî özelliği artarak devam eden niteliktedir.
Türk Boğazlarının önemi hakkında pek çok tanınmış
kişinin takdir edici açıklamaları bilinmektedir. Napolyon Bonapart “Boğazları
Rusya’ya bırakmaktansa dünyanın yarısını bırakmayı tercih ederim” derken, Rus
Çarı Birinci Alexandre ise “Coğrafya benim Boğazlara sahip olmamı emrediyor,
eğer Boğazlar başkasının elinde ise kendi evimin sahibi olmam imkânsızdır”
demiştir.
Türk Boğazlarında geçiş rejimi
Osmanlı dönemi
Türk Boğazları üzerinde Osmanlı hâkimiyeti 1453’te
İstanbul’un Fethi ile başlamış, 1484’te (Kili ve Akkerman Kalelerinin
fethedilmesiyle) Karadeniz’in bir Türk gölü hâline gelmesiyle tamamlanmıştır.
İstanbul’un Fethi’nden günümüze kadar Türk Boğazları 21 adet ikili veya çok
taraflı anlaşmanın konusu olmuştur. Fatih Sultan Mehmet 1452’de Rumeli Hisarı’nı
yaptırmasının ardından boğazdan geçen gemilerden (Ceneviz ve Venedik
gemilerinden) 300 akçe “selâmiye vergisi” almaya başlamıştır.
İstanbul’un Fethi’nden (1453) Küçükkaynarca Anlaşması’na
kadar 321 yıl, Türk Boğazlarından geçiş rejimini tek başına Osmanlı Devleti’nin
“kadim kaidesi” tayin etmiştir. Bu dönemde Türk Boğazları yabancı ülkelerin
savaş gemilerine kapalı olduğu gibi, ticâret gemileri de ancak özel izinle
geçiş yapabilmiştir.
321 yıllık bu dönem, Türk Boğazlarında Osmanlı
Devleti’nin mutlak egemenlik dönemidir.
1739 Belgrat Anlaşması ile Azak Kalesi Rusya’ya
bırakıldığından dolayı, üç asır devam eden Karadeniz’in “Türk gölü” özelliği
ortadan kalkmış, Karadeniz artık “Türk-Rus gölü” durumuna gelmiştir. 1774
Küçükkaynarca Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nin Karadeniz ve Türk Boğazları
üzerindeki mutlak hâkimiyet dönemi sona ermiştir. Çünkü bu anlaşma ile Rusya,
Karadeniz’de savaş gemisi bulundurma, kendi gemileri ile ticâret yapma ve ticâret
gemilerini Boğazlardan geçirme hakkını elde etmiştir.
Küçükkaynarca Anlaşması’ndan (1774) Londra Boğazlar
Sözleşmesi’ne kadar (1841) geçen 67 yıllık süre içinde Türk Boğazlarından geçiş
rejimi ikili anlaşmalarla (Osmanlı Devleti ve Rusya) tayin edilmiştir. Buna
rağmen Küçükkaynarca Anlaşması’na göre Rusya’nın barış zamanı dahi olsa
Boğazlardan savaş gemisi geçirme hakkı yoktur. Küçükkaynarca Anlaşması’ndan
sonra 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması ile Boğazlar bütün devletlerin ticâret
gemilerine açılmıştır. Bununla Boğazlar uluslararası bir statüye gelmiş ve Boğazların
kapalılık ilkesi ortadan kalkmıştır.
Hünkâr İskelesi Anlaşması (1833) ile Boğazlar üzerinde
ayrıcalıklı bir konum elde eden Rusya’ya karşı İngiltere’nin çabaları sonunda
13 Temmuz 1841’de “Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Sözleşmesi”
ile Türk Boğazları doğrudan bir uluslararası anlaşmanın konusu olmuştur.
Böylece Hünkâr İskelesi Anlaşması ile Rusya’nın
Boğazlar üzerinde elde ettiği inisiyatife İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa
ülkeleri de bu tarihten sonra ortak olmuş, Boğazlar, adı geçen sömürgeci
ülkeler arasında en önemli rekabet konularından birisi hâline gelmiştir. Londra
Sözleşmesi ile Boğazların bütün ülkelerin savaş gemilerine kapalı ama ticâret
gemilerine açık olması kuralı, 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’na kadar
devam etmiştir. Böylece Boğazlar üzerindeki geçiş rejimini Osmanlı Devleti’nin
tek başına takdir etmek yerine Uluslararası Londra Sözleşmesi’ne göre tayin
edilmesi kuralı işlemiştir.
Osmanlı Devleti’nin kabul ettiği 30 Ekim 1918 tarihli
Mondros Mütarekesi ile Boğazlar, Osmanlı Devleti hâkimiyetinden çıkmış ve doğrudan
İtilaf Devletleri’nin denetimine girmiş, böylece Boğazların geçiş rejimini de
İtilaf Devletleri tayin etmiştir.
Cumhuriyet
dönemi
Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 28 Ocak 1920’de aldığı
Mîsak-ı Millî kararının Boğazlar hakkındaki 4’üncü maddesi, “İslâm Halîfeliğinin
ve yüce saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükûmetinin başkenti olan İstanbul şehri
ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulmalıdır. Bu
esas saklı kalmak kaydı ile Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticâret ve
ulaşımına açılması konusunda bizimle birlikte diğer tüm devletlerin oybirliği
ile verecekleri karar geçerli olacaktır” denilmiştir.
Mîsak-ı Millî’nin Boğazlar hakkındaki maddesinde, Boğazlardan
yapılacak ticâret ve ulaşım rejiminin uluslararası bir sözleşmeye göre
yapılacağı ilân edilmiş ise de İstanbul ve Boğazların güvenliğini doğrudan
Osmanlı Devleti’ne ait olmasının öngörülmesi, işgal şartlarında alınmış bir
karar olmasına rağmen, Boğazların Türk egemenliğinde olmasının vurgusu
bakımından ileri sayılır.
10 Ağustos 1920 tarihli Sevr projesi ile “Boğazların
ve Marmara Denizi’nin savata ve barışta bütün devletlerin ticâret ve savaş
gemilerine ve sivil/askerî uçaklarına açık tutulması” öngörülmüştür (Madde 37).
Sevr projesinde Boğazların nasıl idare edileceği de karara bağlanmış, “Boğazlar
rejiminin uygulanması ve denetimi için geniş yetkilere sahip ‘Boğazlar
Komisyonu’ kurulması” kararlaştırılmıştır (Madde 43-61).
Meşhur Lozan Anlaşması’na (Madde 23) göre, “Boğazların
Tabiî Olacağı Usule Dair Mukavelename” ile Boğazlardan barış ve savaş zamanında
denizden ve havadan geçiş ile ulaşım serbestliği ilkesi kabul edildiği gibi
Lozan Anlaşması’na taraf ülkelerin birer üye ile temsil edildikleri “Boğazlar
Komisyonu” tarafından idare edilmesi kararlaştırılmıştır.
Sevr projesinin 37’nci maddesi böylece Lozan
Anlaşması’nda tekrarlanmış, savaşta ve barışta sivil ve askerî deniz hava
taşıtlarının geçişi serbest bırakıldığı gibi Boğazların doğu ve batı
kıyılarında 20’şer kilometrelik bir alanda Türkiye’nin asker bulundurması
engellenmiştir. Böylece Boğazlar ile birlikte Doğu ve Batı tarafında toplam 40
kilometrelik genişlikteki bir alan Türkiye’nin egemenliğinden çıkarılmıştır.
“Lozan Konferansı Türkler ile Batı medeniyeti arasında
zamanımıza kadar süregelen, kimi zaman cephelerde, zaman zaman ise diplomasi
sahasında yaşanan savaşın ve Şark Meselesi’nin en önemli ve kritik raundu
gibidir”!
Batı Medeniyeti ile yapıldığı iddia edilen savaşta
kritik raundu Türk tarafı kaybetmiştir. Sevr projesinde öngörülen Boğazlar
rejimi ve Boğazlar Komisyonu, Lozan Anlaşması’nda Türkiye tarafına kabul
ettirilmiştir. “Askerî alanda deha sahibi” olduğu varsayılanların yaptığı
anlaşmada da mutlaka diplomatik bir deha vardır gibi beklentilerle yazılan bu
tür cümlelerin, Lozan Anlaşması metinleri karşısında kıymet-i harbiyesi oldukça
kuşkuludur. Türk tarafı Boğazlar konusunda Lozan Anlaşması ile hiçbir şey elde
edememiştir. Boğazlar bölgesinin güvenliği bile Milletler Cemiyeti’ne bırakılıp
(Madde 18), idaresi ve denetimi için de imzacı devletlerin üyelerinden
oluşan bir komisyon kurulmuştur (Madde 10).
İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesinin ardından Ege
Denizi’ndeki Menteşe adalarına askerî yığınaklar yapması gibi gelişmeler Lozan
Anlaşması’nda öngörülen garanti sistemini ortadan kaldırdı (Madde 18). Çünkü
İtalya bu anlaşmanın taraflarından birisiydi.
Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olan
ülkelere 11 Nisan 1936’da nota vererek, Boğazlar rejimi için yeni bir konferans
istedi. Bu isteğini Milletler Cemiyeti’ne de bildirdi. Türkiye’nin bu isteği,
İngiltere, Fransa ve SSCB tarafından desteklendiği için 22 Haziran 1936’da,
İsviçre’nin Montrö şehrinde adı geçen ülkelerin katılımı ile Boğazlar Konferansı
başladı. Bir ay sonra, 20 Temmuz 1936’da ise Montrö Boğazlar Sözleşmesi
imzalandı.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 29 madde, 4 ek ve protokolden
oluşmuş, konferansa katılan Bulgaristan, İngiltere, Fransa, Japonya, Romanya,
SSCB, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye tarafından imzalanmıştır. Montrö
Boğazlar Sözleşmesi’nin en önemli farkı, Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılması (Madde
24), komisyon yetkilerinin Türkiye’ye devredilmesi, Boğazların doğu ve batı
taraflarında 40 kilometre genişliğindeki alanda Türkiye’nin asker
bulundurmaması kuralının iptal edilmesidir (Ek Protokol Madde 1). Sözleşme ile
barışta ve savaşta asker ve sivil bütün hava ve deniz taşıtlarının geçiş
serbestliği, Türkiye’nin içinde olduğu bir savaşta ise savaşın diğer
taraflarının askerî hava ve deniz taşıtlarına kısıtlama getirme yetkisi kabul
edilmiştir.
Sözleşme süresi 20 yıl (Madde 28) ile
sınırlandırılmıştır. Ancak 20 yıl sonra, 1956’da imzacı devletlerden birisi,
sözleşmenin feshi için girişimde bulunmadığından dolayı, süre kısıtlaması
ortadan kalkmıştır.
Uluslararası
sözleşmeler
Boğazlar, “ulusal ve uluslararası olanlar” diye iki
sınıftan oluşmaktadır. Boğaz bütünüyle bir ülkenin sınırları içindeyse veya tek
bir ülkenin kıyıdaşı ise, bu durumdaki boğaz, açık denizi bir iç denize veya kapalı
denize bağlayan doğal suyolu, “ulusal boğaz” konumundadır. Ulusal boğaz için
bilinen örnekler, Karadeniz’i Azak Denizi’ne bağlayan Kerç Boğazı’nın SSCB
dönemindeki durumudur. Kuzey Buz Denizi ile Baltık Denizi’ni birbirine bağlayan
ve Danimarka sınırları içinde kalan Büyük Belt Boğazı da ulusal boğaz
statüsündedir.
Ulusal boğazlar, uluslararası bir anlaşmaya konu
olmamış, tümüyle ait olduğu ülkenin egemenlik hakları çerçevesinde kalmış ise
bu tür boğazlardan yapılan geçişler için de ait olduğu devletin iç hukukuna
göre “geçiş rejimleri” düzenlenmiştir. Kerç ve Belt Boğazları, ulusal boğazlar
ve ait oldukları ülkeler tarafından düzenlenmiş geçiş rejimlerine göre
yapılmaktadır.
Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) 1949’da Korfu
Boğazı hakkında aldığı kararda, boğazın “coğrafî durumu” ile iki açık denizi
birbirine bağlayan suyolları “uluslararası boğaz” statüsünde sayılmıştır.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (1982 BMDHS) ile münhasır
ekonomik bölge kavramı ortaya atılmıştır. Buna göre uluslararası seyrüsefer
için kullanılan suyolları veya iki devletin münhasır ekonomik bölgesini
birleştiren ve uluslararası seyrüsefer için kullanılan suyolları da
uluslararası boğaz sayılmıştır.
Bu tariflere bağlı olarak ulusal boğazların geçiş
rejimleri, ait oldukları ülkelerin hukukuna göre düzenlenirken, uluslararası
boğazların geçiş rejimleri ise UAD’nin aldığı karara bağlı olarak uluslararası
taşımacılıkta kullanılan boğazlardan savaş gemilerinin barış zamanında da
“zararsız geçiş” haklarının olduğu belirtilmiştir. Divan’ın kararında, zararsız
geçiş hakkının örf/âdet hukuku kuralı olarak savaş ve ticâret gemileri ayrımı
yapılmadan bütün gemileri kapsadığı kabul edilmiştir. Geçiş özgürlüğünü esas
alan bu kural, 1958 Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi (1958 KBBS)
ile de aynen geçerli sayılmıştır.
1982 BMDHS, iki açık deniz veya münhasır ekonomik
bölge arasındaki boğazlar ile karasuları ve açık deniz ya da münhasır ekonomik
bölgeyi birleştiren boğazlar farklı düzenlemelere tâbi tutulmuştur.
Bir yandan kıyı devletinin geniş denetim hakkından söz
etmişken, diğer yandan da yabancı devlet gemilerinin geçişine izin veren
uluslararası bir sözleşmeyi öngörmüştür.
1982 BMDHS’nin iki açık deniz veya münhasır ekonomik
bölgeyi birbirine bağlayan ve kıyıdaş ülkelerin karasuları içinde kalan
boğazlardan geçiş hakkındaki hükümler, uygulanan geçiş rejimini “transit geçiş”
diye adlandırmıştır. Bu boğazlarda transit geçiş hakkından yararlanmak bazı
özel şartlara bağlanmıştır; söz konusu boğazların statülerinin özel bir anlaşma
ile düzenlenmiş olması, hukukî statüleri uzun bir geçmişe sahip olan
uluslararası bir sözleşmeyle tayin edilen boğazlardan geçiş kendi statüsüne
bağlı görülmüş, uluslararası taşımacılıkta kullanılan boğaz sularının tümüyle
kıyı veya kıyıdaş devletlerin karasularını kapsaması şartı aranmıştır.
Sonuç
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Küçükkaynarca Anlaşması
karşılaştırıldığında, sözleşme şartlarının Türkiye aleyhine ağırlaştığı
görülmektedir. Küçükkaynarca’da barış zamanı yalnızca Rusya’nın ticâret
gemilerine geçiş serbestliği tanınmışken, Montrö ile Karadeniz’e kıyısı olan ve
olmayan bütün ülkelerin ticâret gemilerine aynı serbestlik hakkı verilmiştir.
Küçükkaynarca’da Rusya’nın barış zamanında Boğazlardan
savaş gemisi geçirme hakkı yokken, Montrö ile Karadeniz’e kıyısı olan bütün
ülkelere bu hak verildiği gibi Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş
gemilerine ise süre ve tonaj kısıtlaması getirilmiştir. Boğazlardan geçecek
gemilerden ücret almama kuralı Küçükkaynarca ve Montrö’de aynıdır.
Boğazlarda trafiğin artmasına bağlı olarak kıyı
güvenliği için önemli ölçüde tehlike artmıştır. Buna rağmen Türkiye’nin
Boğazları kullanacak gemiler için bir kısıtlama ve ücret alma yetkisi yoktur.
Küçükkaynarca döneminin (18’inci yüzyıl) şartlarına göre Boğazların geçiş
rejimi Türkiye’nin aleyhine ağırlaşmıştır. Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden
sonra 1949’da Uluslararası Adalet Divanı (UAD) kararını, 1958 Cenevre
Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’ni (1958 KBBS), 1982 Birleşmiş Milletler
Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni (1982 BMDHS) kabul ederek Türk Boğazları üzerindeki
egemenlik hakkının kısıtlanmasını kabul etmiştir.
Kaynakça
Aslan
Gündüz, Milletlerarası Hukuk ve
Milletlerarası Teşkilatlar Hakkında Temel Belgeler, İstanbul 2000.
Baskın Oran,
“Dönemin Bilançosu”, Türk Dış
Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
Baskın Oran (ed.), C. I, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Fahir
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi,
1914-1990, Cilt I, 7. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1992.
Hüseyin
Pazarcı, Uluslararası Boğazlardan
Geçiş ve Türk Boğazlarının Hukuki Statüsü, İstanbul 1996.
İdris Bostan,
“Osmanlı İmparatorluğu Döneminde İstanbul Boğazında Geçişin Tâbi Olduğu
Kurallar”, Marmara Denizi 2000
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, B. Öztürk, M. Kadıoğlu ve H. Öztürk (ed.),
TÜDAV Yayın no: 5.
İsmail Soysal,
“Türk Boğazları ve 1936 Monteux Sözleşmesi”, Boğazlardan Geçiş Güvenliği ve Montreux Sözleşmesi, İstanbul 1994.
Nihat Erim, Devletler Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri,
C.1, ‘Osmanlı İmparatorluğu Anlaşmaları’ Ankara 1953.
Sami Doğru, “Türk
Boğazlarının Hukuki Statüsü: Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye Geçiş” , Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
Cilt: 15, Sayı: 2, 2013, s.123-169, 2014.
Seha L.
Meray-Osman Olcay (çev.), Montreux
Boğazlar Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, AÜSBF Yayınlar No: 390,
Ankara 1976, s. 461.)
Seha L. Meray
(çev.), Lozan Barış Konferansı:
Tutanaklar, Belgeler, C.II, YKY, İstanbul 2018.
Seha L. Meray -
Osman Olcay (çev.), Osmanlı
İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr
Anlaşması, İlgili Belgeler), Ankara 1977.
Selahattin
Karakaya, Montreux Boğazlar
Sözleşmesi ve Türk Boğazlarında Geçiş Rejimi, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır 2007.