ÂLEMİN
fiziksel olarak küçültülmüş bir modelini temsil eden insanoğlu, bilinmezlerinin
çokluğu ile gizem dolu bir varlıktır. Bu bilinmez yönünü yaratılışta var olan
gizil güçleri sayesinde çözmeye çalışıp uzun mesafe kat etmesine rağmen
ulaşabildiği nokta, hâlâ konunun başlarında oyalandığı gerçeğini ortaya
koymaktadır. Her keşif başka gizemlere kapı aralamakla ne kadar mükemmel bir
yapıya sahip olduğu gibi, çözülmesinin de o derece zor olduğu anlaşılmaktadır.
İnsan yapısı, her çağda meraklılarına
yeni bir şeyler sunmuş olsa da her seferinde ulaşılamayan, bir o kadar da
bilinmezlerle dolu olduğunu hissettirmektedir. Sonsuzluğa uzanan yolda
keşfedebildiği gizil güçleri sayesinde bilinmezleri bilmeye, olunmazları
oldurmaya çalışan insanoğlu, her seferinde daha ileriye ulaşmayı gaye edinen
bir meraka ve ideale sahiptir.
İnsanın yapısı konusunda
yeterli bilgi birikimine sahip olan, insanları birey olarak görüp toplum yapısı
içinde doğru gözlemde bulunabilen her düşünürün varabileceği sonuç, aşağı
yukarı aynı olacaktır. İnsan diğer varlıklarla kıyaslandığında, canlı olması ve
her birinin özelliklerini kendi bünyesi içinde barındırması dışında, diğerleriyle
fazla ortak yönü yoktur. İnsanı insan yapan asıl unsurlar; zihinsel,
psikolojik, ruhsal yapısıyla birlikte akıl ve irâde sahibi olmasıdır. İnsanı
doğru anlayabilmek, bu konularda yoğunlaşmakla, biyolojik yapısına gösterilen
araştırma ve incelemeden daha fazla bu yöne ağırlık vermekle mümkün olacaktır.
Her insanın derinlikli bilimsel araştırmalara konu olacak derecede zengin
malzemeye sahip olduğu düşünülerek, biraz da insan yaşantısını irdeleyen
gözlemci bir araştırmaya yönelmekte yarar vardır.
Bu derece derin bir yapıya
yön verebilmek, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Bu yapıyı idâre etmek
öncelikle onun hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmayı gerektirir. Var
olduğu günden beri kendini keşfetme çabasında olan insanoğlu, yetilerini tanıma
ve tanıdığı kadarıyla içinde yaşadığı evrene damgasını vurma çabasındadır. Bu
da insanın kendi yapısının ve taşıdığı değerlerin farkındalığıyla mümkündür.
Farkındalık bilincine sahip olan insan, kendi yetilerinin ve gücünün sınırlarını
bilen kişidir. Mükemmel fizikî ve zihnî yapısıyla gören, işiten, düşünen,
bilen, irâde sahibi ve kadir olan bir varlıktır. Düşünür, düşüncelerini aklın
süzgecinden geçirdikten sonra uygulamaya koymaya çalışır.
İnsandaki yüksek idrak
gücünün nesnelleşmesi ve sosyalleşmesi olan akıl, tabiatı etkiler ve hükmetmeye
çalışır. İnsan, hayat ve orijinalliği temsil eden zekâ yapısıyla eşyaya
damgasını vurmaktan zevk duyar. İnsanın, yaşantısına canlılık kazandıran ruh ve
ona mekân teşkil eden bedenden olmak üzere iki unsurdan meydana geldiği
bilinmektedir. İnsan bedeni duyular âlemini, ruh yanı ise duyular ötesi âleme
ilişkin birer gerçeği ifade etmektedir. Ruhun mahiyeti ve beden ile bağlantısı,
insanlığı en çok düşündüren konulardan biri olmaya devam etmektedir. Bu konu,
insan unsuru ile ilgilenen felsefî akımları her zaman meşgul etmiştir.
Araçları beden ve organlar olan ruh, bu sayede bedenin yönetimini elinde tutar. Bedeni zinde tutan asıl güç, ruhtur. İnsan olmanın önemli bir unsuru olan duygusal yönü sayesinde, insanın olay ve olgulara nerede ve nasıl bir tepki vereceği önceden kestirilemez. Duyular sayesinde edindiği deneyimler netîcesinde insanda doğan hissiyat, duyguyu oluşturmaktadır. Duygu genel mânâda, “insanın olaylar karşısında takındığı hissiyat” olarak ya da “ne hissettiği” şeklinde ele alınabilir. Bu duygu yansımaları insanda olumlu ve olumsuz olarak iki türlü görülür. Olumlu duygular sevinç, mutluluk, muhabbet, tatmin ve iyimserlik (ve benzeri) şekilde yansır. Olumsuz duygular ise korku, öfke, üzüntü, şaşkınlık, utanç, kıskançlık, keder, düşmanlık, tiksinme, umutsuzluk, yalnızlık (ve benzeri) şekilde yansır. Önceden tedbir alma imkânı olmayan duygusal tepkinin dozajı önemlidir, ancak duygusal dengeyi yakalayabildiği müddetçe insanî yönü ortaya çıkar. Dozajı dengelenebilen her türden duygusal tepki, insan sağlığı açısından önem arz eder.
Bilmek, bilinç ve irâde
İnsan bilgi, bilinç,
irâde, ideal ve yaratıcılık gibi özellikleri sayesinde kendi damgasını
vurabilme gücüne sahiptir.
İnsanın sahip olduğu iç
aydınlık, bilme düzeyini oluşturur. Bilmek, varlıklar arasında sadece insana
özgü bir meziyettir. Bilmek için öğrenmek gerekir. Öğrenme, önce insanın
etkilenmesi ile doğan, daha sonra etki etme arzusu ile gelişen bir süreçtir.
Bilinç, insanın edindiği
bilgileri içselleştirerek yer ve zamanına göre hayata geçirmesini sağlayan bir
özelliktir. İnsan, ihtiyacını gidermek maksadıyla bilgileri kullanma ve bu
sayede yaşantısını arzusu yönünde geliştirebilme gücüne sahip olan bir
varlıktır. İnsan, edindiği bilgileri ve kazandığı deneyimleri hâfızasında
tutabilmektedir. Hâfızada topladığı bilgileri kendileştirdiği nispette
bilincini zenginleştirebilir.
Var olanlar arasından
seçme gücünü ortaya koyabildiği bir özellik olan irâde, zihnin insanî hakikatle
mutlak hakikat arasındaki zarurî bir çabasından doğar. İnsan irâdesinin en
belirgin yönü, insanın içinden kopup gelen zarurî isteklerin şuuruna
varmasıdır. İnsan, irâdeli olarak yaratılmıştır. İnsan irâdesi, mutlak irâde
içinden fışkırıp çıkan bir şuur kıpırdanışıdır. İyi-kötü, haram-helâl,
mutluluk-elem, korku-sevinç, zor-kolay gibi ikilemli sistemde uygun olanı bulma
ve seçme gücüdür irâde.
İrâde, insanın özgür olma,
seçici olma ve karar verme kabiliyetini kullanarak olgu ve olaylara hükmetme
yanını temsil eder. İrâdesini doğru kullanamayan insanlar, alışkanlıklarının
esiri olurlar. Alışkanlıklarını yönetemeyenler, alışkanlıklarının yönetimine
girerler.
İnsanda ideal, hayatını
anlamlı hâle getirmek isteyen kişinin ömrünü harcayacağı zaman diliminde bir
hedefi/gayesi olması hâlidir. Var olan canlı ve cansız bütün varlıklar, bir
yaratılma amacı olmakla birlikte, kendilerine yüklenen görevleri yapmakla da mükelleftirler.
İnsan ise, diğer varlıklardan farklı olarak, yaşantısını bir ideal etrafında
sürdürmek durumundadır. Bu ortamda ideali, insana yüklenen ve ondan beklenen
görevler ışığında ulaşması gereken nokta olarak belirtmek gerekir. İdeali olmayan
bireyin hayatı anlamsızdır. İnsan, hayatını anlamlı hâle getirebilme yetisine sahip
bir varlıktır. Düşünebilme yetisine sahip olan insan, hayatına kendi damgasını
vurmak ister.
Gayba ulaşmak ve onu açığa
çıkarmak çabasında ve hayatını anlamlı hâle getirebilme yetisine sahip olan
insan, merak ve düşünebilme yetisi sayesinde kendi düzenini kurar. Bu da
insanın yaratıcı yanını ortaya koyar. “Oluşmuş
kalıpların kırılması, bilinmeyenlere adım atılması, düşünceler arasında yeni
bağların kurulması” olarak tarif edilebilen yaratıcılık, insana kadir olma gücü
katar. İnsanoğlu, bu gücü sayesinde tabiatın farklı yönlerini sanat
yoluyla görünür hâle getirmeye, kendince farklı bir orijinaliteyi ortaya
koymaya çalışır.
Kişilerin beraberlik hissi
ile birbirine bağlılığı, mânevî ihtiyaca ve muhabbete dayanır. İnsanlar
arasında sağlanan fikir birliğinde karşılıklı itimat ön plândadır ve hakikî
topluluğun oluşması, sempati, sevgi ve fedakârlık gibi bir hissiyata ihtiyaç
duyar. Eşitlikçi değil, eşit haklar arayan insan ilişkisi geliştirmek yönünde
yapılacak çalışmalar, sağlıklı toplumun oluşmasında değer bulacaktır. Aynı
olmak bir olmadığı gibi, hiçbir zaman tekdüzelik de birlik değildir. Birlik,
birbirini tamamlamaktır.
İnsan, kimseye sitem ve
kahır etmeden içinde bulunduğu şartları ya lehine çevirmek için gerekli
şartları yerine getirecek, gayret gösterecek ya da mevcudu kabullenip o durumda
hayattan zevk almanın yollarını arayacaktır. Şartları arzusu yönüne değiştirip
geliştirebilen insanlar, işini bilen, hayat mücadelesinin gereklerini yerine
getirebilen, genellikle de birçok yönden başarılı olan insanlardır. İçinde
bulunduğu şartlar ne olursa olsun, ruhunda yaşama sevinci taşıyan insanlar, bu
dünyada yaşamaktan zevk alabilen ve mutlu olmayı becerebilen insanlardır.
Yüreğinde yaşama sevinci taşıyan insanlar, kendi içine ve çevresine ışık saçan
insanlardır. Çevresine ışık saçmasını becerebilen, hayatına anlam katan
bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda o nispette mutluluk, huzur ve yaşama
sevinci artacaktır.
Anlamlı bir hayat
anlayışı, insanı diğer canlılardan ayırt eden önemli bir niteliktir. Niçin var
olduğunu ve bu dünyadaki görevinin ne olduğunu bilmek, yaşadığı ömrü doğru ve
anlamlı tamamlama gayreti göstermek, insanoğlunun asıl hedefini oluşturur. Bu
konuya bilinçle yaklaştığı müddetçe amacına ulaşabilecektir.
İnsanın yaratılışı gereği
bilinç, duygu ve ruh yapısıyla bir bütünü oluşturmaktadır. Bütünün parçaları
aklın kontrolüne verilmediği takdirde, bu durum fazla bir şey ifâde
etmeyecektir. Bu parçaların birleşiminden oluşan bütünlük, insanı insan yapan
benlik şuurudur. Bu şuura sahip olan insanlar hayata farklı, derin ve insanî
bir anlam katarlar. Bireysel haklarının bilincinde olan, toplum içinde yaşarken
diğer insanların haklarına saygı gösteren insanlardan olabilme becerisi
göstermek, hayata anlam katacaktır.
Hak gözeten bireylerden
oluşan toplumlarda huzur, güven ve yaşama sevinci artarak devam eder. Anlamlı
bir hayat yaşamanın önemli şartı, insanın kendi öz değerlerini tanıması,
çevresinde eşi ve benzeri olmayan diğer insanların varlığını kabullenmesiyle
birlikte, bütün yaratılmışların da varlık sebeplerinin idrakinde olmasıyla
mümkündür.
Kısaca bazı hâlleri ortaya
konulan insanoğlunu yani küçük âlemi ne kadar iyi tanıyabilirse, hayatı olumlu
yaşama ve yaratılış gayesine uygun çizgide yol alma yönünde anlamlı adımlar
atılmış olur.
Yaratıcı’nın yeryüzündeki temsilcisi durumundaki varlığın kıymetini bilip yeti ve yeteneklerini boşa harcamamak gerekir. Farkındalığın bilincinde olmak ve hayata anlam katmak, insan olmanın önemli özelliklerindendir. Ancak o takdirde bahşedilene lâyık olunabilir.