ABD’NİN Siyetıl (Seattle)
kentinde ırkçılık karşıtı protestocular Kristof Kolomb’un heykellerini yıkıp
parçalamaktalarmış. Bu gerçekten çok ilginç bir gelişmedir!
Amerikan
halkının Kolomb’un heykelini dikmiş olmasını anlıyoruz. Çünkü Kolomb, onlar
için sadece “Amerika kıtasını keşfeden kişi” olmaktan öte, bu kıtadaki ilk
etnik katliamı yapan ve dünyadaki ilk sömürge idaresini kuran kişi olarak
Amerika’ya soykırımcılık ve sömürgecilik ruhunu aşılayan öncüydü. Ve üstelik Yahudi’ydi.
Dolayısıyla heykelinin dikilmesini “hak etmişti”.
Şimdi
bu heykel yıkma olaylarını nasıl anlamalıyız?
Yapılan
eylemlerin, evet, ırkçılık karşıtı olduğu söyleniyor. Acaba Kolomb’un heykeli,
onun ırkçılığı sebebiyle mi yıkılmıştır? Ve bir de acaba, o protestocular
Kolomb’un Yahudi olduğunu biliyorlar mıydı? Şayet biliyor olsaydılar, yine de o
heykelleri yıkarlar mıydı? Eğer biliyor idiyseler, eylemler bu yönüyle de
ilginçtir. Çünkü ABD’de Yahudi karşıtı bir olay her zaman için ilgiyi hak eder.
Önümüzdeki
günlerde belki bu soruların cevaplarını öğrenmemiz mümkün olabilir.
Şimdi
bu vesileyle bu kıtadaki soykırımın oluşmasında Kolomb’la başlayan Yahudi
rolünü ve Amerikan toplumundaki Yahudi etkisinin sebebine bir bakalım…
***
Resmî
bilgilerin hemen hepsinde bir Hıristiyan misyoneri olarak tanıtılan ve Amerika
kıtasını keşfettiği söylenen Kristof Kolomb, gerçekte asıl adı “Juan Colon”
olan bir İspanyol Yahudi dönmesiydi. 15’inci yüzyılda İspanya’da Müslümanlara
uygulanan katliam ve Yahudilere uygulanan baskı ortamında kimliğini gizlemek
zorunda kalmıştı. Kolomb, Ahd-i Atik’i (Muharref Tevrat) ezbere bilen ve Kabala’daki
“Mesih Plânı”na inanmış koyu bir Yahudi idi.
Mesih
Plânı nedir?
Yahudi
inancının temeli olan bu plâna göre Mesih bir gün yeryüzüne inecek, “Vadedilmiş
Topraklar”da Büyük İsrail Devleti’ni kuracak, ondan sonra da diğer bütün
milletleri hâkimiyeti altına alacaktır.
Mesih’in
gelmesinin en önemli şartı ise Kudüs’deki Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşâ
edilmesidir. Süleyman Tapınağı hayâliyle yaşayan bir başka cemaat de Masonların
atası durumundaki “Tapınak Şövalyeleri” idi. Kolomb onların da büyük üstadıydı.
Bu
sebeplerden Kolomb’un en büyük ideali, tapınağı yeniden inşâ etmekti. Bunun
için paraya ve Osmanlı’ya karşı bir güçlü cephe oluşturmaya ihtiyacı vardı. Diğer
taraftan İspanya’dan sürgün edilen Yahudilere bir yurt bulmak gerekiyordu.
Dolayısıyla
Kolomb’un yolculuğunun iki amacı vardı: Yahudiler için iyi bir toprak bulmak ve
zenginlikler elde ederek Süleyman Tapınağı’nın inşâsı için güç sağlamak.
Hemen
belirtelim ki, bu fikirler sadece Kolomb’a ait değildi. İspanya’daki Sefarat
Yahudileri ileri gelenlerinin birlikte oluşturdukları düşünce ve plânlardı.
***
Kolomb
12 Ekim 1492’de Yeni Dünya’da ilk olarak ayak bastığı adaya “San Salvador”
adını verdi. Adanın yerlileri kendisini iyi karşıladılar. Fakat Kolomb
yerlileri insan olarak görmedi. Keşfettiği her yerde İspanyol kolonileri kurdu,
yerlileri vergiye bağladı, köleleştirdi, bu uğurda büyük katliamlar yaptı. “En iyi yerli, ölü yerlidir” teorisini
geliştirdi. Köle ticaretini ilk başlatan da kendisidir.
Kolomb’un
yerlilere uyguladığı baskı ve sömürü politikası, onun yolunda ilerleyen çoğu
Yahudi ve dönme İspanyol “fatihler” tarafından aynen sürdürüldü. Bu, dünyadaki
ilk sömürgeleştirme olayıdır.
“Fatihler”in
uyguladığı katliamlar inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
Meselâ,
Kolomb geldiğinde nüfusu 200 bin olan bir adada 20 yıl içinde 50 bin, 40 yıl
sonra sadece bin kişi kalmıştı. “Fatihler”in en ünlüsü olan Cortes, 1519’da 700
adamıyla Meksika’ya ayak bastığında Kızılderili nüfusu 25 milyondu. 85 yıl
sonra bu Kızılderili nüfusu 1 milyona indi.
Hispaniola
adasında 1492’de 7-8 milyon olan nüfus dört yılda 4 milyona, 75 yılda 125
kişiye indi.
Toplam
olarak “Fatihler” yarım yüzyıllık sürede 75 milyon Kızılderili’yi yok edip
yerlerine sadece 240 bin İspanyol yerleştirdiler.
Tarihçi
C. Wells’in rakamlarına göre, Kolomb’un kıtaya ayak basmasından itibaren bir
yüzyıldan daha az bir sürede 95 milyon yerli, sömürgeciler tarafından
katledildi.
Bütün
bu katliamlar, Kolomb’un Ahd-i Atik’ten mülhem “Yerliler insan değildir; en iyi yerli, ölü yerlidir” düsturuna
uyularak yapıldı.
Bu
katliamların meydana getirdiği boşluk, daha sonra bir başka drama sebep oldu.
Katledilen yerlilerin yerine Afrika’dan 13 milyon siyah köle getirildi, bunun
önderliğini de büyük ölçüde Yahudiler yaptı.
***
İlk
kolonileşme ve sömürgeleşme Amerika kıtasının güneyinde olmuştur. Bugünkü ABD’nin
olduğu kuzeyin ise ayrı bir hikâyesi vardır. Gerçi daha sonraki yıllarda
güneydeki Yahudiler daha bereketli gördükleri kuzeye göç etmişlerdir.
İspanya’dan
kovulan Yahudilerin bir kısmı da, Osmanlı mülkünün muhtelif kısımlarına ve
Avrupa’nın kuzeyine göç etmişlerdi. Katolik kilisesi tarafından Hazreti Îsâ’nın
katilleri olarak görülen ve yıllarca Engizisyon zulmüne maruz kalan Avrupa’daki
Yahudilerin imdadına, 1524 yılında Martin Luther adında bir papaz yetişti.
Martin
Luther, Katolik kilisesine karşı savaş açıp Protestanlık mezhebini kurdu.
Mezhebinde Katolikliğin dünya hayatını reddedip ahiret hayatını esas alan
inancını tersine çevirerek dünya hayatını, maddiyatı, ticareti ve faizi öne
çıkardı. Bunlar tam da Yahudilerin istediği şeylerdi.
Bundan
da öte, tam bir Kabala hayranı olan Martin Luther, kurduğu mezhebin göbeğine
Eski Ahit’i koydu. Dolayısıyla Yahudilerin Tanrı tarafından seçilmiş üstün ırk
olduğunu kabul etti. Yahudiler hakkında şöyle diyordu: “Onlar Tanrı’nın çocuklarıdır, bizler ise yabancılarız. Bizler onların
yanında, sahiplerinin masasından dökülen ekmek kırıntıları ile yetinen köpekler
gibi olmalıyız.”
Bu
Yahudi aşkı, bir Protestan mezhebi olan İngiltere’deki Püritenlerde zirveye
çıktı. Bunlar Yahudi inancını aynen paylaşıyorlar, Yahudilerle kendilerini
özdeşleştiriyorlardı. Tek bir farkla ki, gelecek Mesih’in Hazreti Îsâ olduğuna
inanıyorlardı. Gelecekte İsrail’in kurulup korunmasında onların en büyük hâmisinin
İngiltere’nin olacak olması bundandır.
Püritenlik,
bugünkü adıyla Evangelizm, bir Hıristiyan mezhebi olarak bilinirse de aslında
bir “Hıristiyan Yahudiliği”dir. Evangelistler dünyaya Yahudi olarak
gelmedikleri için üzüntü içindedirler.
Kuzey
Amerika’ya ilk göç eden Avrupalılar, Püritenlerdir. Massetchusset’te ilk
koloniyi onlar kurdular.
Amerika’nın,
Mesih’in gelişine ve dolayısıyla İsrail’e gönüllü olarak yardım eden bir ülke
olarak doğmasının ardındaki en önemli unsur, bu ülkenin Püritenler tarafından
kurulması ve temel değerlerinin bu Püriten mîrasına dayanmasıdır. Bugün itibariyle
ABD’de 60 milyon Evangelist bulunduğu söylenmektedir.
Püritenler
Amerika’da Kızılderililerle karşılaştıklarında şaşırdılar ve düşündüler: “Acaba bu insanlar, Yahudilerin ‘On Kayıp
Kabilesi’nin bir parçası mıydı?”
Yahudi
inancında Milât öncesi 8’inci yüzyıldaki bir sürgün sebebiyle on tane kabile
kaybolmuştu ve onlar bu kayıp kabileleri arıyorlardı.
Püritenler
iç içe oldukları Yahudilerle beraber yaptıkları araştırmada öyle olmadığı
kanaatine vardılar.
Hâl
böyle olunca, Kızılderililere karşı nasıl davranmalıydılar? Bunun için
başvuracakları rehber, tabiatıyla Eski Ahit yani Muharref Tevrat olacaktı. Öyle
yaptılar, onun emirlerini tam bir ibadet anlayışı ve huzuru içerisinde yerine
getirdiler.
Muharref
Tevrat şöyle emrediyordu:
“Onun her erkeğini
kılıçtan geçireceksin, ancak kadınları, çocukları ve hayvanları ve şehirde olan
her şeyi, bütün malını çapul edeceksin ve Allah’ın sana verdiği düşmanların
malını yiyeceksin… Ancak Rabbin sana mîras olarak verdiği onların şehirlerinde nefes
alan kimseyi bırakmayacaksın… Allah’ın sana emrettiği gibi hepsini yok
edeceksin.”
İşte
büyük Kızılderili soykırımı bu sahte âyetlere göre gerçekleşti. Katliamı
uygulayan Püritenler, işlerini tümüyle din adamlarının kontrolünde
yapıyorlardı. İbadet anlayışı içinde yapmakta oldukları katliamdan azamî sevabı
kazanabilmek için insanları en dramatik metotlarla öldürüyorlardı.
“Kızılderili
çadırlarını kızgın ateşli fırınlara döndürüyorlar, içindeki kurbanları
Tevrat’ın ifadesiyle ‘olabilecek en kötü ölümle’ öldürüyorlardı.
Başka bir Tevrat âyeti
uyarınca ölenler ‘ateşin içinde kızarıyor’, fakat oluk oluk akan kan, ateşi
söndürüyordu… Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler.
Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler, annelerinin gözü önünde
kılıçla parçalanıyor, parçaları ateşe atılıyordu… Bazı bebekler nehre atıldı,
onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı fakat askerler hiçbirinin
sudan çıkmasına izin vermedi, hepsi öldüler… Katliamı uygulayanlar, Tanrı
Yehova’nın övgüsüne lâyık oluyorlardı…” (Noam Chomsky, Year 501:The Coquest
Continues)
“Tanrı Yehova’nın
çocukları”,
Kristof Kolomb’un ve Martin Luther’in takipçileri, bugün de Filistin’de, Suriye’de,
Irak’ta, Afganistan’da “Yehova’nın
övgüsünü bol bol almaya devam ediyorlar”.
Siyetıl’daki
eylemciler bu işlerin ne kadar idrakindedirler acaba?
Bu yazının hazırlanmasında Harun Yahya’nın
“Yeni Masonik Düzen” isimli kitabında faydalanıldı.