Kristof Kolomb’un heykelleri neden parçalanıyor?

Kolomb geldiğinde nüfusu 200 bin olan bir adada 20 yıl içinde 50 bin, 40 yıl sonra sadece bin kişi kalmıştı. “Fatihler”in en ünlüsü olan Cortes, 1519’da 700 adamıyla Meksika’ya ayak bastığında Kızılderili nüfusu 25 milyondu. 85 yıl sonra bu Kızılderili nüfusu 1 milyona indi.

ABD’NİN Siyetıl (Seattle) kentinde ırkçılık karşıtı protestocular Kristof Kolomb’un heykellerini yıkıp parçalamaktalarmış. Bu gerçekten çok ilginç bir gelişmedir!

Amerikan halkının Kolomb’un heykelini dikmiş olmasını anlıyoruz. Çünkü Kolomb, onlar için sadece “Amerika kıtasını keşfeden kişi” olmaktan öte, bu kıtadaki ilk etnik katliamı yapan ve dünyadaki ilk sömürge idaresini kuran kişi olarak Amerika’ya soykırımcılık ve sömürgecilik ruhunu aşılayan öncüydü. Ve üstelik Yahudi’ydi. Dolayısıyla heykelinin dikilmesini “hak etmişti”.

Şimdi bu heykel yıkma olaylarını nasıl anlamalıyız?

Yapılan eylemlerin, evet, ırkçılık karşıtı olduğu söyleniyor. Acaba Kolomb’un heykeli, onun ırkçılığı sebebiyle mi yıkılmıştır? Ve bir de acaba, o protestocular Kolomb’un Yahudi olduğunu biliyorlar mıydı? Şayet biliyor olsaydılar, yine de o heykelleri yıkarlar mıydı? Eğer biliyor idiyseler, eylemler bu yönüyle de ilginçtir. Çünkü ABD’de Yahudi karşıtı bir olay her zaman için ilgiyi hak eder.

Önümüzdeki günlerde belki bu soruların cevaplarını öğrenmemiz mümkün olabilir.

Şimdi bu vesileyle bu kıtadaki soykırımın oluşmasında Kolomb’la başlayan Yahudi rolünü ve Amerikan toplumundaki Yahudi etkisinin sebebine bir bakalım…

***

Resmî bilgilerin hemen hepsinde bir Hıristiyan misyoneri olarak tanıtılan ve Amerika kıtasını keşfettiği söylenen Kristof Kolomb, gerçekte asıl adı “Juan Colon” olan bir İspanyol Yahudi dönmesiydi. 15’inci yüzyılda İspanya’da Müslümanlara uygulanan katliam ve Yahudilere uygulanan baskı ortamında kimliğini gizlemek zorunda kalmıştı. Kolomb, Ahd-i Atik’i (Muharref Tevrat) ezbere bilen ve Kabala’daki “Mesih Plânı”na inanmış koyu bir Yahudi idi.

Mesih Plânı nedir?

Yahudi inancının temeli olan bu plâna göre Mesih bir gün yeryüzüne inecek, “Vadedilmiş Topraklar”da Büyük İsrail Devleti’ni kuracak, ondan sonra da diğer bütün milletleri hâkimiyeti altına alacaktır.

Mesih’in gelmesinin en önemli şartı ise Kudüs’deki Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşâ edilmesidir. Süleyman Tapınağı hayâliyle yaşayan bir başka cemaat de Masonların atası durumundaki “Tapınak Şövalyeleri” idi. Kolomb onların da büyük üstadıydı.

Bu sebeplerden Kolomb’un en büyük ideali, tapınağı yeniden inşâ etmekti. Bunun için paraya ve Osmanlı’ya karşı bir güçlü cephe oluşturmaya ihtiyacı vardı. Diğer taraftan İspanya’dan sürgün edilen Yahudilere bir yurt bulmak gerekiyordu.

Dolayısıyla Kolomb’un yolculuğunun iki amacı vardı: Yahudiler için iyi bir toprak bulmak ve zenginlikler elde ederek Süleyman Tapınağı’nın inşâsı için güç sağlamak.

Hemen belirtelim ki, bu fikirler sadece Kolomb’a ait değildi. İspanya’daki Sefarat Yahudileri ileri gelenlerinin birlikte oluşturdukları düşünce ve plânlardı.

***

Kolomb 12 Ekim 1492’de Yeni Dünya’da ilk olarak ayak bastığı adaya “San Salvador” adını verdi. Adanın yerlileri kendisini iyi karşıladılar. Fakat Kolomb yerlileri insan olarak görmedi. Keşfettiği her yerde İspanyol kolonileri kurdu, yerlileri vergiye bağladı, köleleştirdi, bu uğurda büyük katliamlar yaptı. “En iyi yerli, ölü yerlidir” teorisini geliştirdi. Köle ticaretini ilk başlatan da kendisidir.

Kolomb’un yerlilere uyguladığı baskı ve sömürü politikası, onun yolunda ilerleyen çoğu Yahudi ve dönme İspanyol “fatihler” tarafından aynen sürdürüldü. Bu, dünyadaki ilk sömürgeleştirme olayıdır.

“Fatihler”in uyguladığı katliamlar inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.

Meselâ, Kolomb geldiğinde nüfusu 200 bin olan bir adada 20 yıl içinde 50 bin, 40 yıl sonra sadece bin kişi kalmıştı. “Fatihler”in en ünlüsü olan Cortes, 1519’da 700 adamıyla Meksika’ya ayak bastığında Kızılderili nüfusu 25 milyondu. 85 yıl sonra bu Kızılderili nüfusu 1 milyona indi.

Hispaniola adasında 1492’de 7-8 milyon olan nüfus dört yılda 4 milyona, 75 yılda 125 kişiye indi.

Toplam olarak “Fatihler” yarım yüzyıllık sürede 75 milyon Kızılderili’yi yok edip yerlerine sadece 240 bin İspanyol yerleştirdiler.

Tarihçi C. Wells’in rakamlarına göre, Kolomb’un kıtaya ayak basmasından itibaren bir yüzyıldan daha az bir sürede 95 milyon yerli, sömürgeciler tarafından katledildi.

Bütün bu katliamlar, Kolomb’un Ahd-i Atik’ten mülhem “Yerliler insan değildir; en iyi yerli, ölü yerlidir” düsturuna uyularak yapıldı.

Bu katliamların meydana getirdiği boşluk, daha sonra bir başka drama sebep oldu. Katledilen yerlilerin yerine Afrika’dan 13 milyon siyah köle getirildi, bunun önderliğini de büyük ölçüde Yahudiler yaptı.

***

İlk kolonileşme ve sömürgeleşme Amerika kıtasının güneyinde olmuştur. Bugünkü ABD’nin olduğu kuzeyin ise ayrı bir hikâyesi vardır. Gerçi daha sonraki yıllarda güneydeki Yahudiler daha bereketli gördükleri kuzeye göç etmişlerdir.

İspanya’dan kovulan Yahudilerin bir kısmı da, Osmanlı mülkünün muhtelif kısımlarına ve Avrupa’nın kuzeyine göç etmişlerdi. Katolik kilisesi tarafından Hazreti Îsâ’nın katilleri olarak görülen ve yıllarca Engizisyon zulmüne maruz kalan Avrupa’daki Yahudilerin imdadına, 1524 yılında Martin Luther adında bir papaz yetişti.

Martin Luther, Katolik kilisesine karşı savaş açıp Protestanlık mezhebini kurdu. Mezhebinde Katolikliğin dünya hayatını reddedip ahiret hayatını esas alan inancını tersine çevirerek dünya hayatını, maddiyatı, ticareti ve faizi öne çıkardı. Bunlar tam da Yahudilerin istediği şeylerdi.

Bundan da öte, tam bir Kabala hayranı olan Martin Luther, kurduğu mezhebin göbeğine Eski Ahit’i koydu. Dolayısıyla Yahudilerin Tanrı tarafından seçilmiş üstün ırk olduğunu kabul etti. Yahudiler hakkında şöyle diyordu: “Onlar Tanrı’nın çocuklarıdır, bizler ise yabancılarız. Bizler onların yanında, sahiplerinin masasından dökülen ekmek kırıntıları ile yetinen köpekler gibi olmalıyız.”

Bu Yahudi aşkı, bir Protestan mezhebi olan İngiltere’deki Püritenlerde zirveye çıktı. Bunlar Yahudi inancını aynen paylaşıyorlar, Yahudilerle kendilerini özdeşleştiriyorlardı. Tek bir farkla ki, gelecek Mesih’in Hazreti Îsâ olduğuna inanıyorlardı. Gelecekte İsrail’in kurulup korunmasında onların en büyük hâmisinin İngiltere’nin olacak olması bundandır.

Püritenlik, bugünkü adıyla Evangelizm, bir Hıristiyan mezhebi olarak bilinirse de aslında bir “Hıristiyan Yahudiliği”dir. Evangelistler dünyaya Yahudi olarak gelmedikleri için üzüntü içindedirler.

Kuzey Amerika’ya ilk göç eden Avrupalılar, Püritenlerdir. Massetchusset’te ilk koloniyi onlar kurdular.

Amerika’nın, Mesih’in gelişine ve dolayısıyla İsrail’e gönüllü olarak yardım eden bir ülke olarak doğmasının ardındaki en önemli unsur, bu ülkenin Püritenler tarafından kurulması ve temel değerlerinin bu Püriten mîrasına dayanmasıdır. Bugün itibariyle ABD’de 60 milyon Evangelist bulunduğu söylenmektedir.

Püritenler Amerika’da Kızılderililerle karşılaştıklarında şaşırdılar ve düşündüler: “Acaba bu insanlar, Yahudilerin ‘On Kayıp Kabilesi’nin bir parçası mıydı?”

Yahudi inancında Milât öncesi 8’inci yüzyıldaki bir sürgün sebebiyle on tane kabile kaybolmuştu ve onlar bu kayıp kabileleri arıyorlardı.

Püritenler iç içe oldukları Yahudilerle beraber yaptıkları araştırmada öyle olmadığı kanaatine vardılar.

Hâl böyle olunca, Kızılderililere karşı nasıl davranmalıydılar? Bunun için başvuracakları rehber, tabiatıyla Eski Ahit yani Muharref Tevrat olacaktı. Öyle yaptılar, onun emirlerini tam bir ibadet anlayışı ve huzuru içerisinde yerine getirdiler.

Muharref Tevrat şöyle emrediyordu:

“Onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin, ancak kadınları, çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi, bütün malını çapul edeceksin ve Allah’ın sana verdiği düşmanların malını yiyeceksin… Ancak Rabbin sana mîras olarak verdiği onların şehirlerinde nefes alan kimseyi bırakmayacaksın… Allah’ın sana emrettiği gibi hepsini yok edeceksin.”

İşte büyük Kızılderili soykırımı bu sahte âyetlere göre gerçekleşti. Katliamı uygulayan Püritenler, işlerini tümüyle din adamlarının kontrolünde yapıyorlardı. İbadet anlayışı içinde yapmakta oldukları katliamdan azamî sevabı kazanabilmek için insanları en dramatik metotlarla öldürüyorlardı.

“Kızılderili çadırlarını kızgın ateşli fırınlara döndürüyorlar, içindeki kurbanları Tevrat’ın ifadesiyle ‘olabilecek en kötü ölümle’ öldürüyorlardı.

Başka bir Tevrat âyeti uyarınca ölenler ‘ateşin içinde kızarıyor’, fakat oluk oluk akan kan, ateşi söndürüyordu… Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler, annelerinin gözü önünde kılıçla parçalanıyor, parçaları ateşe atılıyordu… Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı fakat askerler hiçbirinin sudan çıkmasına izin vermedi, hepsi öldüler… Katliamı uygulayanlar, Tanrı Yehova’nın övgüsüne lâyık oluyorlardı…” (Noam Chomsky, Year 501:The Coquest Continues)

“Tanrı Yehova’nın çocukları”, Kristof Kolomb’un ve Martin Luther’in takipçileri, bugün de Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da “Yehova’nın övgüsünü bol bol almaya devam ediyorlar”.    

Siyetıl’daki eylemciler bu işlerin ne kadar idrakindedirler acaba?

 

Bu yazının hazırlanmasında Harun Yahya’nın “Yeni Masonik Düzen” isimli kitabında faydalanıldı.