DEVLETİ ayakta tutan amillerin başında, vatandaşlarına
sunduğu sağlık, güvenlik, adalet ve eğitim hizmetleri gelir. Aynı zamanda
aksamaması gerekir.
Başlıktan yola çıkarak, ele alacağımız konuyu tahmin
etmeniz zor olmayacak. Ancak “faiz” ekini merak ettiğinizi düşünüyorum; tıpkı
benim gibi…
Günümüzde, yolu “yükseköğrenim” ile kesişmeyen aile
bireyi neredeyse “yok” denecek kadar azdır.
Evlâtlarımızın -lise eğitimini tamamlar tamamlamaz-
hayâlini kurdukları üniversite sınavları süresince duyduğumuz heyecan, kep fırlatma
ile taçlandığında yerini tarifsiz bir sevince ve mutluluğa bırakıyor.
Heyecanımız ve sevincimiz, hatta kederimiz bununla da sınırlı değil. Mezuniyet
sonrasındaki istihdam olasılığı da buna dâhil… Bitirdiği alanda istihdam
edilmesi ise arzulanan bir sonuç.
Buraya kadar her şey yolunda ama bu yolculuğun bir de
ara durağı var. O da öğrenci ağzıyla “KYK”…
Kısa adı “KYK” olan, ön lisans, lisans, master ve
doktora öğrencilerinin yanı sıra ÖSYM sınavında ilk 100’e giren öğrenciler ile
amatör millî sporcu olan öğrencilerin normal öğrenim süresinden fazla ek süre
öğrenim görmemek koşuluyla eğitim gördükleri süre zarfında aldıkları bursa
verilen isim...
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu, bursu, “Yükseköğrenim
gören başarılı ve ihtiyaç sahibi öğrencilere 5102 sayılı Yüksek Öğrenim
Öğrencilerine Burs/Kredi Verilmesine İlişkin Kanun hükümlerine göre karşılıksız
verilen para” olarak tanımlamaktadır.
Bunun haricinde, yükseköğrenim gören Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrencileri maddî yönden
desteklemek, sosyal ve kültürel gelişmelerini kolaylaştırmak amacıyla, devam
ettikleri yükseköğretim kurumlarının normal öğrenimi süresince verilen “öğrenim kredisi” ile yükseköğretim
kurumlarında bir öğrenci için cari hizmet ödeneği karşılığı, Bakanlar Kurulunca
tespit edilen miktarın, Devlet katkısı dışında kalan ve borçlanma karşılığı kurumca
öğrenci adına öğretim kurumu hesabına ödenen “katkı kredisi” var.
Kredi borçlarının
ödenmesi
Kurumdan öğrenim ve/veya katkı kredisi alan
öğrencilerin borcu, kredilerinin verildiği tarihten normal öğrenim sürelerinin
bitimine kadar geçen veya herhangi bir sebeple kredisinin kesildiği tarihe
kadar kredi olarak verilen miktarlara, Türkiye İstatistik Kurumu’nun elde
ettiği Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’ndeki artışlar uygulanarak hesaplanacak
miktarın ilâve edilmesi suretiyle tespit edilmektedir.
Şimdi teknik bilgilerin gölgesinden sıyrılarak asıl
soruna ulaşalım: Yükseköğrenim gören öğrencilerin eğitim süreleri sayılıdır ve
çarçabuk biter. Onları hayata hazırlayan istihdam ya da kendi işini kurma
süreci başlar. Buna paralel, öğrenim ve katkı kredilerinin geri ödenmesi de...
Ödenmedikçe reel faiz politikasından etkilenen ana borç,
su yemiş süngere döner. Öğrenci e-Devlet paneline bakma gereği duyduğunda, karşılaştığı
manzara, onu “Nasıl ödeyeceğim?” endişesine sevk eder. Çünkü vaktinde
ödenmeyen/ödenemeyen kredi, katlanarak artmıştır.
Geçen gün, tam da bu konudan mustarip üç öğrencinin
borcuna şahit oldum. Hakikaten, faiz uygulanarak yansıtılan borç tutarı, henüz
herhangi bir işe yerleşmemiş gençler için servet düzeyindeydi. Yakınıp duruyorlardı. “Bana malzeme verdiniz
çocuklar!” dedim ve bu hafta Devlet’in yükseköğrenim gören öğrencilere sunduğu
yurt ve burs hizmetinin yanında, öğrenim kredilerinin geri ödenmesinde devreye
giren “faiz” dalgasından etkilenen gençlerimizin sesi ya da dalgakıran olmaya karar
verdim.
Yerçekimini yeniden keşfetmeye gerek yok. Çözümü oldukça
basit: “Öğrenim ve katkı kredisi
borçlarından birini ya da her ikisini alan öğrenci, devam ettiği öğrenim
kurumunun normal öğrenim süresinin bitiminden iki yıl sonra başlamak üzere,
kredi aldığı kadar sürede ve aylık taksitler hâlinde ödemekle sorumlu tutulur”
ibaresinde küçük bir tadilâta gidilmesi ve bu kapsamda, öğrencinin kamu/özel sektörde
istihdamını ya da kendi işini kurmasını müteakiben “esnek ödeme” sisteminin
devreye sokulması ve olabildiğince faiz ilâve edilmeden hâlledilmesi…
Böylelikle gençler, hem hayatın başında karamsarlıktan
kurtarılmış olur, hem de kurum, ödediği rakamı ertelemeye ve yapılandırmaya,
hatta affetmeye bırakmadan, zamanında tahsil etmiş olur.
İkinci yöntem, belki büyük külfet olarak görülebilir.
O da 1961 tarihinde kurulan kurumun, kuruluş amacıyla örtüşen, yükseköğrenim
gören ve maddî olanaklardan yoksun öğrencilerin maddî yönden desteklenmesini
öngörüyor. Yani karşılıksız kredi…
Son olarak, kurumun kaybını asgarîye indirgeme, biraz
da mezun olan ve işe yerleştirilen öğrenciler ile yeni başlayan öğrencileri
sosyal bir faaliyet düzleminde buluşturmaktır ki, borcun geri ödenmesi ile her
yıl güncellenen kredi birimiyle tahsil edilir ve öğrenim gören öğrenciye
ulaştırılır.
Bizden söylemesi, daha doğrusu teklif etmesi…