Köy odaları

Eski köy odaları, toplumun ihtiyaçlarına karşı imece usulü sorumluluk duygusunu geliştirirken, bunun yanı sıra ilim irfan dersleri verilip geçmiş ile bugünü iç içe yaşatarak büyük-küçük kavramlarını, misafirin, aç ve muhtaç olanın ihtiyaçlarını giderme alışkanlıklarının öğretildiği ve yaşatıldığı sosyal yapılardı.

BİZ, köklü bir tarihe sahip olmakla beraber örf ve âdetlerine de hassasiyet gösteren kadim bir milletiz. Tarih sayfasında kurmuş olduğumuz tüm devletlerin bünyesinde Türk örf ve âdetlerine önem verilmiş, günümüze kadar ana hatları korunarak getirilmiştir.

Düğünler, cenazeler, doğumlar daima bu gelenekler dairesi içerisinde yaşanmış, toplumun yazılı olmayan kuralları niteliğine bürünmüştür. Misafire gösterilen ilgi, alâka ve hürmet, biz Müslüman Türk toplumunun en belirleyici karakteristik özelliğidir. Bununla beraber diğer toplumlarca da bilinir ve anlatılır olmuştur.

Osmanlı ve Selçuklu Devletlerinin öne çıkan eserlerinin arasında hanlar ticaret yollarının üzerine konumlandırılıp bu amaçla yapılmış olsalar da, menzil hanları daha ziyade ulaşım yolları üzerine inşâ edilmiş, yolcunun konaklama ve barınma ihtiyaçlarına hizmet etmek amacıyla düşünülmüşlerdir. Bu eserler ecdadın yolcuya ve misafire verdiği önemi gösterir. Bu eserler ecdadın adını ve misyonunu yaşatma hedefinin bugüne taşınan izleridir.

Toplumumuz da ecdadımız gibi, Yüce Dinimiz İslâm’ı, insanı ve insana yardım merkezli yaklaşımı ve de bu konuda Peygamber Efendimizin (sav) “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikramda bulunsun” hadîs-i şerifini kendisine şiar edinerek hem imanî tatbikte bulunmuş, hem de Peygamber sünnetini yaşayarak ve yaşatarak devam ettirmiştir hayatına. Gerek dinimizin emri, gerekse kültürümüzün mirası olarak devam ettirdiğimiz bu örfümüzü şehirlerden köylere kadar her türlü yerleşim birimimizde yaşatmış, hatta bu amaçla köylerde “köy odası” adı verilen yapılar inşâ etmişizdir.

Şimdi sayıları eskiye oranla bir hayli azalmış olsa da Anadolu’daki her köyde mutlaka bir misafir odası bulunur. Yolcunun, satıcının, ilçeden görevli gelen memurun yeme, içme, konaklama gibi ihtiyaçları köylü tarafından bu evlerde karşılanırdı. Yolcunun atı köydeki ahırların birisine çekilip otu ve suyu verilirken binek takımları dahi köylü tarafından çıkarılırdı.

Misafir odalarını genellikle varlıklı kişiler hayır maksadıyla yaptırır veya tüm köy halkı eşit sorumluluk yüklenip zanaatları ve ustalıklarıyla, üzerlerine düşen tüm sorumluluğu alarak canla başla yerine getirirlerdi. Ağır geçen kış şartlarında bu evler yolcunun, garibin sığınağı olur, bir düğün merasiminde uzaktan gelen güvey ya da gelinin yakınları bu evlerde ağırlanarak izzet-i ikram görürlerdi.

Evlerde pişen yemekler sinilerle odaya gönderilir, misafir sayısına göre yatak yorgan takviyesi yapılırdı. Misafirin, yolcunun ansızın gelme olasılığını bildikleri için köy kadınları her zaman hazırlıklı olur, bal, kavurma ve kaymak bir köşede sürekli muhafaza edilirdi.

Köyün ihtiyaçları ve sorunları muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından bu odalarda konuşulur, ahaliye buradan bilgi verilir, burada fikir alınırdı. Köye tutulacak çoban, kiraya verilmiş bir yaylak ya da dağın kira bedelinin ibrazı, caminin eksiklerinin karşılanması konuları, ortak bir karar alınarak sonuca bu odalarda bağlanırdı. Yaylacıların hangi zamanda hazırlıklara başlayacağı, hayvanların hastalıklara karşı ne şekilde korunacağı da geçmiş tecrübelerle tekrar gözden geçirilirdi.

Misafirin olmadığı zamanlarda (özellikle kış akşamlarında) bir sohbethane, kültür aktarımının yapıldığı halk mektepleri gibi kullanılan odalardan ayağı yer gören her erkek çocuğu, babasıyla veya dedesi ile beraber nasiplenirdi.

Köy odaları tek odadan oluşur ve en az iki duvarı 30-40 santimetre yükseklikte ahşap sedirle çevrilir. Bunların üzerleri yün minderler ve halı yastıkları ile döşenir. Halı yastıklarının ağırlıklı rengi bordo olup, bunlar muska, küpe, göz bukağı ve tarak motiflerinin işlendiği halı tezgâhlarında kadınlar ve kızlar tarafından dokunurdu. Üzerlerine kanaviçe işlemeli, dantelli örtüler yayılıp aynı örtünün benzerlerinden duvara monte edilen ahşap askılığın üzerine kıyafetleri kapatması amacıyla bir kadın zarafetinin kendisini gösterdiği örtüler çekilirdi. Bu askının üzerinde tek sıra raf olur. Üzerine kurutulmuş süs kabakları, sümbül otları, papatyalar ve kahve fincanlarının yanına muhakkak tütün kolonyası ilâve edilir. Bu kolonya, odanın karakteristik yapısı ile özdeşleşmiş tek koku olur. Odanın ortasında duran yuvarlak sac soba, zamana tanıklık edenlerin sohbetlerine üzerindeki güğümden taşan suyun sesi ile eşlik ederken nar gibi kızaran gövdesi, tavana yansıyan ışık oyunlarıyla ayrı bir ambians katar, demlikten kuşburnu çayı kokusu sohbetlerin demi ile demlenirken, odun çıtırtıları bu sohbetlere dışarıdan gelen tipi seslerine nispet yaparcasına keyif katardı.

İhtiyarlar her zaman odanın en üst bölümünde oturur, gençler kapıya yakın yerde, tek dizleri üzerine, hizmete hazır hâlde bu hiyerarşiye riayet ederler. Hele çocuklar, ayazdan çatlamış yanaklarının yer yer kabuk tutmuş, kimi yerleri tekrar açılıp sızlamaya başlamış yaraları, saçları kör bir makasın darbeleriyle kısaltılmış ve tutarsız uzunluklarının yüzlerine kattığı yarı şirin yarı masum ifadeleri ile ağızları açık dikkat kesilirler bu sohbete. Suyun sertliği ile parçalanmış elleri, odadaki sıcaklığı fark eden yanakları ile aynı oranda kızarır, uykunun tehdit ettiği saatlere direnmenin güçlüğünü yaşarlar.

Yerler çoğunlukla el dokuma halılar, kimi yerlerse kilimlerle kaplanır, kıble yönünde olan duvarın üst kısmına etaminden işlemeli kılıfın içinde Kur’ân-ı Kerim asılır, yanına ise gaz lâmbası ya da ufak bir kandil, onu saygıyla seyre dalar. Odanın aşağı kısmında kalan duvarın içerisine derinlik verilerek konaklayacak misafir için banyo koyulup duvarla aynı hizada iki ahşap kapakla gizlenerek kapatılır.

Bir zamanlar, kış geceleri o odaya insan hazinesinden ne cevherler düşerdi. Kasabadan bir misafir varsa ilçede olup biten gelişmelerden köylüyü haberdar eder, civar köylerden kulağına çalınan havadisleri teker teker naklederdi. Yaşlılar genellikle gençlik zamanlarından kalma yiğitlik hikâyelerini anlatırken geçip giden ömürlerine derinden bir ah çeker, dağda karşılaştığı ayıya doğrulttuğu tüfeği, iki yıl yapılan askerlik hatıraları odada kana cana bürünürdü.

Ülkenin kıtlık yıllarında hasatlarının neredeyse yarısını devlete vergi verirken, yoklukla geçen kış mevsiminin zorluğu dile gelince “Bugünümüze çok şükür, siz ne gördünüz ki?” sitemleri hayat dersine dönüşürdü. Büyük şehirde çalışmaya gitmiş gurbetçilerin o şehre dair anlattıkları herkesin dikkatini çekse de, gençlerin kabaran merakları hayâl kurmalarını tetiklerdi. Eski halk kahramanlarının hikâyeleri fantastik filmler gibi nakledilirken, kimi gece Zaloğlu Rüstem, kimi gece de Battal Gazi’nin hayatı odaya hayranlık duygularıyla misafir edilirdi. Bu meclislerde âşık geleneğinden türkülerin yanı sıra şiire de hürmet edilir, bazı şairlerin şiirleri ve divanları okunup bir kültürün yazılı olmadan dilden dile aktarımının merkez üssü niteliğini taşınırdı.

Ramazan aylarının manevî lezzetlerinden her dimağ tadar, anlatılan peygamber kıssaları çocukların zihnine mıh gibi çakılır, kılınan teravih namazları, yapılan tesbihat ve çekilen zikirler yine çocukların şen cıvıltıları ile Rablerine ulaştırılırdı. Eski yazı bilen köyün yaşlıları Mızraklı İlmihâl kitabından peygamber kıssaları okur, “Say bakalım dört büyük meleği!” talimatı çocukların en sevdiği soru olurken gençlerden ikinci peygamberin hangisi olduğu sorusuna “Hazreti Şit” cevabının bir çırpıda gelmemesi ayıplamaya ve uyarıya sebep olurdu.

Gençler ara ara kendilerince eğlenmek için toplandıklarında fincan, yüzük, kabak ve tura adı verilen oyunları oynar, gecenin sonunu soğukta çekilen tel helvası ile getirirlerdi.

Eski köy odaları, toplumun ihtiyaçlarına karşı imece usulü sorumluluk duygusunu geliştirirken, bunun yanı sıra ilim irfan dersleri verilip geçmiş ile bugünü iç içe yaşatarak büyük-küçük kavramlarını, misafirin, aç ve muhtaç olanın ihtiyaçlarını giderme alışkanlıklarının öğretildiği ve yaşatıldığı sosyal yapılardı. Bununla beraber millî ve dinî değerlerin tesis edilerek hayata geçirildiği en donanımlı halk evi olma sıfatını da taşırlardı.