BU yazımızda,
17 Nisan 1940’da neşredilen bir kanunla faaliyete başlayan Köy Enstitüleri
konusunu anlatmaya çalışacağız. Ama önce Millî Şeflik döneminin zihin dünyasına
ve o günlerin atmosferine kısaca göz atmakta fayda var.
Bir diktatör olarak Millî
Şef İsmet İnönü
Atatürk’ün ölümüyle “Ebedî
Şef” devri bitmiş, “Millî Şef” devri başlamıştır. İsmet İnönü, önce TBMM
tarafından ülkenin yeni Cumhurbaşkanı, 26 Aralık 1938’de olağanüstü toplanan
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Kurultayı tarafından da partinin “Değişmez Genel
Başkanı” olarak seçildi. Bu unvanlara ek olarak, dönemin bazı Avrupalı
liderlerinin modasına uyarak, kendisine “Millî Şef” unvanı verilmesini sağladı.
Devri inceleyen kaynakların
ittifakla zikrettiği üzere, “Millî
Şeflik; Faşist İtalya’nın Duçe’sinin, Nasyonal Sosyalist Almanya’nın
Führer’inin İsmet İnönü’ye yamanmış biçimiydi” (Yetkin,1997:72).
Bu idare biçimi, “faşizm ve Nasyonal Sosyalizmi hatırlatan
bir totaliter idare” (Ekinci,1997:128) biçiminden başkası değildi. Devrin
bakanlarından Refik Şevket İnce, bir kabine güven oylaması öncesi, “Millî Şef bu hükûmet âzâlarını uygun
bulduğuna göre, Meclis’in de uygun bulması gerektiğini” (Ekinci,1997:133) söyleyerek
Millî Şeflik nizâmının işleyiş biçimine ışık tutuyordu.
Şeflik rejiminde bir Halk
Partisi vardı ama teşkilâtı, valilerin ve kaymakamların eline teslim edilmiş,
halk ile alâkası kesilmiş, tamamiyle bürokratik bir şekil almıştı. İnönü’ye
artık sadece “Cumhurreisi” denilmiyor, “Millî Şef” adı takılmış bulunuyordu. “Şeflik rejimlerine mahsus ‘Her meseleyi Şef
bilir’ anlayışı” (Karaosmanoğlu:165) bütün rejimi tepeden tırnağa
kuşatmıştı.
Millî Şef İsmet Paşa
rejime kendi rengini vermekte gecikmemiş, kendisine yeni bir kadro teşkil
etmeye girişmişti. İnönü, ilk olarak Atatürk’ün etrafında bulunan bazı isimleri
tasfiye etmişti. Bunların bir kısmı Kılıç Ali, Recep Zühtü ve Cavit gibi
Atatürk’ün yakın arkadaşları, bir kısmı Şükrü Kaya ve Tevfik Rüştü Aras gibi
Atatürk’ün bakanlarıydı. İnönü, “Atatürk’e
muhalif olanları yanına alıyor, onun adamlarını ise tamamen çıkarıyordu” (İnan
Arı,1997:325).
Yeni hükûmete M. Kemal’in
olduğu tarihte bakan olan 11 kişiden sadece 5’i girebilmişti. Ülkeye hâkim olan
bu kesif totaliter zeminin teşekkülünde devrin aydınlarının önemli katkısı
mevcuttu. “Onlar, Millî Şeflik sistemini
avuçları patlayıncaya kadar alkışlıyorlardı” (Ekinci,1997:130). “Millî Şef, ‘Ak saçında bulutlar/ Çizmenle çizilmiştir;/
Aşılmaz bu hudutlar’ mısralarıyla yüceltiliyor, devlet daireleri ve paralarda
M. Kemal’in resmi çıkarılıp onun resmi konuyordu” (Karaveli,1999:171). “Millî Şef, millî hayatı sadece temsil
etmeyip, aynı zamanda da peşi sıra sürüklüyordu” (Karatepe,1993:99).
Bakanlar Kurulu, isimsiz
bir karaltıdan ibaretti. “Bakanların
Ankara’dan İstanbul’a gidişleri dahi Şef’in müsaadesine bağlıydı”
(Arzık,1966:49).
Zaman içerisinde
bakanların fizyonomik görünüşleri dahi Şef’in müsaadesine bağlı hâle geldi. “Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel,
Şef istemediği için güzelim bıyıklarına kıymıştı. Daha sonra bütün kabine,
Şef’in direktifiyle bıyıksız hâle gelmişti” (Ekinci,1997:132).
Bozbeyli ise bu anlamda şu ayrıntıyı nakleder: “O sırada Taksim’e İnönü’nün heykelini koymak için kocaman bir kaide yapımı vardı. İnönü’nün heykeli konulacaktı. Sonra İnönü’nün Maçka’daki evinin önüne götürdüler heykeli.” (Bozbeyli,2009:37)
Bir şeflik projesi olarak “Köy
Enstitüleri”
Şeflik rejiminin ileri
gelenleri, tasavvur ettikleri hayat tarzları ve gelecek ümitleriyle paralellik
arz eden yeni nesiller yetiştirmek istiyorlardı. Ancak bunun için yaygın bir
eğitim sistemine ihtiyaçları vardı.
O günlerde 40 bin köyün 35
bininde henüz okul yoktu. Egemenler bunu dikkate alarak sistemli bir eğitim
plânını uygulamaya koydular. Plânın birinci kısmı, Türk halkının zihninde
yerleşik bulunan değerler manzûmesinin yıkılmasından ibaretti. İkinci kısmı
ise, bütün kutsî duyguları hayatından dışlamış, bunun yerine ateizme kadar
varan pozitivist bir anlayışla nesiller yetiştirmekti.
Devrin Millî Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel’e göre, bu öğretmenler “Türk inkılâbının esaslarını” köylere
götüreceklerdi. Köy Enstitüleri Kanunu, 1940 yılında, Meclis’te 248
milletvekilinin reyiyle kabul edilmişti. 146 milletvekilinin oylamaya
katılmaması ise, kanunu içine sindiremeyen mebusların gizli bir muhalefeti
olarak yorumlanmıştı.
Bu çerçevede ders
kitapları yeniden ele alınmış, körpe dimağlarda “En çok kimi seviyorsun?”
sorusunun cevabının karşılığı olarak “Allah” yerine fânî varlıklar konulmaya
başlanmıştı. Yeni hazırlanan ders kitaplarında “Hacerü’l-Esved” taşı Frigyalılar
devrinden kalma bir efsane, “Hicret” ise Mekke’den Medine’ye kaçıştan ibaretti.
Ziraat okullarındaki “Zootekni” isimli ders kitabındaki “domuz yetiştiriciliği”
Türk halkına öğretiliyordu. Karatepe’ye göre, “Okullarda Lâtin ve Grek kültürünün öğretilmesine ağırlık verilmiş,
kültürün klâsik eserleri tercüme edilerek devlet tarafından yayınlanmıştı” (Karatepe,1993:104).
Devlet okullarında bu
çerçevede tedrisat sürdürülürken, rejimin ileri gelenleri ve ideologları
çeşitli zeminlerde dine ait inançları yozlaştırmak için gayret gösteriyorlardı.
“Yunus Nadi, Kur’ân’ın Allah’ın
bildirdiği vahiylerden değil, Peygamber’in sözlerinden ibaret olduğunu”
(Jaschke,1972:48) savunurken, “Fahrettin
Altay Paşa, ‘İslâm Dini’ ismiyle yazdığı kitapta Kur’ân’ın modern Evrim Teorisi’ne
destek verdiğini” (Jaschke,1972:136) ileri sürmekteydi.
Millî Eğitim Bakanlığı’na
bağlı diğer okullardan farklı bir teşkilât yapısına sahip Köy Enstitüleri’nde,
öğretmenlere öğretmenliğin ötesinde bir misyon yüklenilmişti. Bu misyon,
okulların kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un ifadesiyle, “Köy hocasının yerine devrimin dinamizmini taşıyan fertler koymaktan
ibaretti; bu proje, başlı başına bir devrim stratejisi ve taktiğiydi” (Karatepe,1993:97).
“Köy Enstitüleri” projesinin
mimarlarının ana gayeleri, “Anadolu
halkının hayatından köy imamını çekip almak, onun yerine köy enstitüsü mezununu
bir inkılâp öncüsü olarak köye yerleştirmekti” (Eyüpoğlu,1999:25).
Eyüpoğlu’nun naklettiğine
göre, “Enstitü öğretmenleri bunun için
kendi elleriyle diktikleri Atatürk heykelinin önünde Anadolu köylüsünü gericilikten
kurtarmak üzere and içiyorlardı.” (Eyüpoğlu,1999:90).
Köy Enstitüleri’nde bu çok
yoğun ideolojik şartlanma ile yetişen öğrenciler, öğretmen olarak gittikleri
köylerde, “Köylüye mandolin çaldırarak
görkemli resmî anma merasimleri düzenletiyorlardı” (Karatepe,1993:98).
Öte yandan ülkeyi kasıp
kavuran yokluk ve yoksulluk şartları bu okulları da etkiliyor, “Okullara gelen küçük yaştaki öğrenciler,
okul yapımında güçlerinin üzerinde çalıştırıldıkları için sakat kalıyor, hattâ
içlerinde ölenler oluyordu” (Akandere,1998:201).
Köy Enstitüsü
öğrencilerinin bir kısmı ise, Anadolu topraklarından çok uzak diyarlarda
dünyaya gelmiş Gagavuz Türkleriydi. Türkçü fikirleriyle tanınan Hamdullah Suphi
Tanrıöver, Romanya Büyükelçisi olarak, dinleri Hıristiyan ancak ırkları Türk
olan bu toplulukla husûsî olarak ilgilenmiş ve onları bizzat Köy Enstitüleri’ne
yerleştirmişti. “Bunların yaşlarına ve
tahsil derecelerine göre kimisi öğretmen, kimisi de öğrenci olmuşlardı”
(Ayaşlı,1990:95). Hamdullah Suphi tarafından Türkiye’ye getirtilen Gagavuzların
hüviyet cüzdanlarına 16 Eylül 1943 tarihli Bakanlar Kurulu kararınca “Türk
Ortodoks” yazılması kabul edilmişti.
Şeflik rejimi tarafından
sistemli bir şekilde uygulanan bu eğitim politikası, zaman içerisinde bütün
neticelerini doğurmuş, Anadolu halkı “hocasız” kalmıştı. Halkın artık cenazesini
yıkayacak bir hocası yoktu ama resmî bayramlarda ona mandolin çalacak
öğretmenleri vardı. Rejimin
ideologları, Şeflik devrinin sonuna doğru dinin sadece Allah ile kul arasında
bir bağ değil, aynı zamanda bir sosyal hakikat olduğunu fark ettiklerinde ise iş
işten çoktan geçmişti. “Köylerde çoğu
zaman ölüleri gömmek için bir hoca dahi bulunamamaktaydı” (Edip,1976:77).
Nitekim yaklaşık 10 yıl
sonra, rejimin iki önemli ideoloğu Behçet Kemal Çağlar ve Nadir Nadi, “Ana babaların çocuklarına tanrısal eğitim
vermek için din rehberlerinin bulunmadığı gerekçesiyle din dershanelerine
kolayca izin verilmesi gerektiğini savunur duruma gelmişlerdi. Başbakan Hasan
Saka da, mekteplere acilen din dersi
konulması zaruretinden bahseder olmuştu” (Edip,1976:79).
1946 yılı itibariyle
sayıları 21’e ulaşan Köy Enstitüleri, Millî Şeflik devrine mahsus bir proje olarak
hayata geçirilmiş, Şeflik rejiminin gücünü kaybetmesiyle birlikte inkisâra
uğramıştı. İnönü Millî Şef olduğu sürece Köy Enstitüleri’ni bütün gücü ve
içtenliğiyle desteklemiş, çok partili düzenin Cumhurbaşkanı olmaya kilitlendiği
andan itibarense bu kurumları birer engel görerek fedâ etmekten çekinmemişti.
Devri anlatan birçok
kaynak, İnönü’nün kendi evlâdı mesabesindeki bu müesseseleri gözünü kırpmadan
harcadığı konusunda hemfikirdirler. İnönü, politik değişime ayak uydurarak, “Köy Enstitüleri’nin tasfiye safhasının
başlanmasına ve kurucu müdürünün harcanmasına ses çıkarmamıştı”
(Uyar,1999:97).
Gazeteci Hıfzı Topuz, CHP
iktidarının Köy Enstitüleri’ni nasıl tasfiye ettiğini şöyle anlatır: “21 Eylül 1946'da, Kurucu Müdür İ. Hakkı
Tonguç görevinden alındı. Bütün enstitüler yasa bürünmüştü. Tonguç'un kurduğu
ekip artık dağıtılıyordu. Bütün yardımcıları görevlerinden alınıp sürüldü. Yeni
Bakan Şemsettin Sirer, enstitülerin yıkım operasyonunu başlatıyordu. Yer yer
tahkikat komisyonları kuruldu. Tonguç için de soruşturma açıldı. Sirer
katıldığı toplantıda, ‘Biz nasyonalistiz. Hastalığınızı cerrâhî bir ameliyattan
geçirmeden tedavi edeceğiz’ diyordu.”
(Topuz,2005:201-202)
Her ne kadar CHP’liler Köy
Enstitüleri’nin tasfiyesi konusunu bir hokkabaz el çabukluğu ile Demokrat
Parti’ye yüklemeye çalışsalar da ortak olan kanaat şuydu: “Bu kurumun İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir zamanda yıkıldığı, kurucularının
kapı dışarı edildiği bir gerçekti.” (Eyüpoğlu,1999:96)
Nitekim Köy Enstitüleri’nin
kurmayları, dönemin CHP’lilerini öfkeyle anarlar: “Atatürk’ün kurduğu CHP içindeki sözde köylü dostları, maskelerini
çıkarıp Köy Enstitüleri’nin karşısına dikildiler. Ünlü generaller, ünlü
profesörler, ünlü politikacılar...” (Eyüpoğlu,1999:102)
CHP’li bazı kurmaylar ise
farklı bir bakışla Köy Enstitüleri projesini baştan beri “seçkinci” bir proje olarak
yorumlarlar. Onlara göre Köy Enstitüleri,
“kendine özgü bir tutkudan ibaret olup, son tahlilde bilgili köy adamı
yetiştirmekten başka faydası olmayan” (Barlas,2000:178) bir çabadır.
Kaynaklar
Akandere Osman,
(1998),Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay
Arzık Nimet, (1966),
Bitmeyen Kavga, Ankara: Kurtuluş Matb
Ayaşlı Münevver, (1990),
İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim, İstanbul: Boğaziçi Yay
Barlas Mehmet,(2000),
Darbeler ve Kavgalar Devri, İstanbul: Birey Yay
Bozbeyli
Ferruh,(2009),Yalnız Demokrat, İstanbul: Timaş Yayınları
Edip Eşref, (1976),Kara
Kitap, İstanbul
Ekinci Necdet, (1997),Çok
Partili Hay. Geçişte Dış Etkenler, İstanbul: T.D. Yay.
Eyüboğlu Selahattin,
(1999), Köy Enstitüleri, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay
İnan Arı,(1997),Tãrihe
Tanıklık Edenler, İstanbul: Çağdaş Yay.
Jaschke Gotthard, (1972),
Yeni Türkiye’de İslamlık, Ankara: Bilgi Yay.
Karaosmanoğlu Y.
Kadri,(1993), Politikada 45 Yıl, İstanbul: İletişim Yay.
Karatepe Şükrü,(1993),Tek
Parti Devri, İstanbul: Ağaç Yay.
Karaveli Orhan, (1999),Bir
Ankara Ailesinin Öyküsü, İstanbul: Pergamon Yay.
Topuz Hıfzı, (2005),Savaş
Yıllarında Kültür Devrimi, İstanbul: Remzi Kitapevi,
Uyar Hakkı,(1998),Tek
Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Kit: İstanbul
Yetkin Çetin,(1997), Serbest Fırka, İstanbul: T. D. Yay.