Köy Enstitüleri’ni kim neden kurdu?

O günlerde 40 bin köyün 35 bininde henüz okul yoktu. Egemenler bunu dikkate alarak sistemli bir eğitim plânını uygulamaya koydular. Plânın birinci kısmı, Türk halkının zihninde yerleşik bulunan değerler manzûmesinin yıkılmasından ibaretti. İkinci kısmı ise, bütün kutsî duyguları hayatından dışlamış, bunun yerine ateizme kadar varan pozitivist bir anlayışla nesiller yetiştirmekti.

BU yazımızda, 17 Nisan 1940’da neşredilen bir kanunla faaliyete başlayan Köy Enstitüleri konusunu anlatmaya çalışacağız. Ama önce Millî Şeflik döneminin zihin dünyasına ve o günlerin atmosferine kısaca göz atmakta fayda var.

Bir diktatör olarak Millî Şef İsmet İnönü

Atatürk’ün ölümüyle “Ebedî Şef” devri bitmiş, “Millî Şef” devri başlamıştır. İsmet İnönü, önce TBMM tarafından ülkenin yeni Cumhurbaşkanı, 26 Aralık 1938’de olağanüstü toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Kurultayı tarafından da partinin “Değişmez Genel Başkanı” olarak seçildi. Bu unvanlara ek olarak, dönemin bazı Avrupalı liderlerinin modasına uyarak, kendisine “Millî Şef” unvanı verilmesini sağladı.

Devri inceleyen kaynakların ittifakla zikrettiği üzere, “Millî Şeflik; Faşist İtalya’nın Duçe’sinin, Nasyonal Sosyalist Almanya’nın Führer’inin İsmet İnönü’ye yamanmış biçimiydi” (Yetkin,1997:72).

Bu idare biçimi, “faşizm ve Nasyonal Sosyalizmi hatırlatan bir totaliter idare” (Ekinci,1997:128) biçiminden başkası değildi. Devrin bakanlarından Refik Şevket İnce, bir kabine güven oylaması öncesi, “Millî Şef bu hükûmet âzâlarını uygun bulduğuna göre, Meclis’in de uygun bulması gerektiğini” (Ekinci,1997:133) söyleyerek Millî Şeflik nizâmının işleyiş biçimine ışık tutuyordu.

Şeflik rejiminde bir Halk Partisi vardı ama teşkilâtı, valilerin ve kaymakamların eline teslim edilmiş, halk ile alâkası kesilmiş, tamamiyle bürokratik bir şekil almıştı. İnönü’ye artık sadece “Cumhurreisi” denilmiyor, “Millî Şef” adı takılmış bulunuyordu. “Şeflik rejimlerine mahsus ‘Her meseleyi Şef bilir’ anlayışı” (Karaosmanoğlu:165) bütün rejimi tepeden tırnağa kuşatmıştı.

Millî Şef İsmet Paşa rejime kendi rengini vermekte gecikmemiş, kendisine yeni bir kadro teşkil etmeye girişmişti. İnönü, ilk olarak Atatürk’ün etrafında bulunan bazı isimleri tasfiye etmişti. Bunların bir kısmı Kılıç Ali, Recep Zühtü ve Cavit gibi Atatürk’ün yakın arkadaşları, bir kısmı Şükrü Kaya ve Tevfik Rüştü Aras gibi Atatürk’ün bakanlarıydı. İnönü, “Atatürk’e muhalif olanları yanına alıyor, onun adamlarını ise tamamen çıkarıyordu” (İnan Arı,1997:325).

Yeni hükûmete M. Kemal’in olduğu tarihte bakan olan 11 kişiden sadece 5’i girebilmişti. Ülkeye hâkim olan bu kesif totaliter zeminin teşekkülünde devrin aydınlarının önemli katkısı mevcuttu. “Onlar, Millî Şeflik sistemini avuçları patlayıncaya kadar alkışlıyorlardı” (Ekinci,1997:130). “Millî Şef, ‘Ak saçında bulutlar/ Çizmenle çizilmiştir;/ Aşılmaz bu hudutlar’ mısralarıyla yüceltiliyor, devlet daireleri ve paralarda M. Kemal’in resmi çıkarılıp onun resmi konuyordu” (Karaveli,1999:171). “Millî Şef, millî hayatı sadece temsil etmeyip, aynı zamanda da peşi sıra sürüklüyordu” (Karatepe,1993:99).

Bakanlar Kurulu, isimsiz bir karaltıdan ibaretti. “Bakanların Ankara’dan İstanbul’a gidişleri dahi Şef’in müsaadesine bağlıydı” (Arzık,1966:49).

Zaman içerisinde bakanların fizyonomik görünüşleri dahi Şef’in müsaadesine bağlı hâle geldi. “Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Şef istemediği için güzelim bıyıklarına kıymıştı. Daha sonra bütün kabine, Şef’in direktifiyle bıyıksız hâle gelmişti” (Ekinci,1997:132).

Bozbeyli ise bu anlamda şu ayrıntıyı nakleder: “O sırada Taksim’e İnönü’nün heykelini koymak için kocaman bir kaide yapımı vardı. İnönü’nün heykeli konulacaktı. Sonra İnönü’nün Maçka’daki evinin önüne götürdüler heykeli.” (Bozbeyli,2009:37)


Bir şeflik projesi olarak “Köy Enstitüleri”

Şeflik rejiminin ileri gelenleri, tasavvur ettikleri hayat tarzları ve gelecek ümitleriyle paralellik arz eden yeni nesiller yetiştirmek istiyorlardı. Ancak bunun için yaygın bir eğitim sistemine ihtiyaçları vardı.

O günlerde 40 bin köyün 35 bininde henüz okul yoktu. Egemenler bunu dikkate alarak sistemli bir eğitim plânını uygulamaya koydular. Plânın birinci kısmı, Türk halkının zihninde yerleşik bulunan değerler manzûmesinin yıkılmasından ibaretti. İkinci kısmı ise, bütün kutsî duyguları hayatından dışlamış, bunun yerine ateizme kadar varan pozitivist bir anlayışla nesiller yetiştirmekti.

Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e göre, bu öğretmenler “Türk inkılâbının esaslarını” köylere götüreceklerdi. Köy Enstitüleri Kanunu, 1940 yılında, Meclis’te 248 milletvekilinin reyiyle kabul edilmişti. 146 milletvekilinin oylamaya katılmaması ise, kanunu içine sindiremeyen mebusların gizli bir muhalefeti olarak yorumlanmıştı.

Bu çerçevede ders kitapları yeniden ele alınmış, körpe dimağlarda “En çok kimi seviyorsun?” sorusunun cevabının karşılığı olarak “Allah” yerine fânî varlıklar konulmaya başlanmıştı. Yeni hazırlanan ders kitaplarında “Hacerü’l-Esved” taşı Frigyalılar devrinden kalma bir efsane, “Hicret” ise Mekke’den Medine’ye kaçıştan ibaretti. Ziraat okullarındaki “Zootekni” isimli ders kitabındaki “domuz yetiştiriciliği” Türk halkına öğretiliyordu. Karatepe’ye göre, “Okullarda Lâtin ve Grek kültürünün öğretilmesine ağırlık verilmiş, kültürün klâsik eserleri tercüme edilerek devlet tarafından yayınlanmıştı” (Karatepe,1993:104).

Devlet okullarında bu çerçevede tedrisat sürdürülürken, rejimin ileri gelenleri ve ideologları çeşitli zeminlerde dine ait inançları yozlaştırmak için gayret gösteriyorlardı. “Yunus Nadi, Kur’ân’ın Allah’ın bildirdiği vahiylerden değil, Peygamber’in sözlerinden ibaret olduğunu” (Jaschke,1972:48) savunurken, “Fahrettin Altay Paşa, ‘İslâm Dini’ ismiyle yazdığı kitapta Kur’ân’ın modern Evrim Teorisi’ne destek verdiğini” (Jaschke,1972:136) ileri sürmekteydi.

Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı diğer okullardan farklı bir teşkilât yapısına sahip Köy Enstitüleri’nde, öğretmenlere öğretmenliğin ötesinde bir misyon yüklenilmişti. Bu misyon, okulların kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un ifadesiyle, “Köy hocasının yerine devrimin dinamizmini taşıyan fertler koymaktan ibaretti; bu proje, başlı başına bir devrim stratejisi ve taktiğiydi” (Karatepe,1993:97).

“Köy Enstitüleri” projesinin mimarlarının ana gayeleri, “Anadolu halkının hayatından köy imamını çekip almak, onun yerine köy enstitüsü mezununu bir inkılâp öncüsü olarak köye yerleştirmekti” (Eyüpoğlu,1999:25).

Eyüpoğlu’nun naklettiğine göre, “Enstitü öğretmenleri bunun için kendi elleriyle diktikleri Atatürk heykelinin önünde Anadolu köylüsünü gericilikten kurtarmak üzere and içiyorlardı.” (Eyüpoğlu,1999:90).

Köy Enstitüleri’nde bu çok yoğun ideolojik şartlanma ile yetişen öğrenciler, öğretmen olarak gittikleri köylerde, “Köylüye mandolin çaldırarak görkemli resmî anma merasimleri düzenletiyorlardı” (Karatepe,1993:98).

Öte yandan ülkeyi kasıp kavuran yokluk ve yoksulluk şartları bu okulları da etkiliyor, “Okullara gelen küçük yaştaki öğrenciler, okul yapımında güçlerinin üzerinde çalıştırıldıkları için sakat kalıyor, hattâ içlerinde ölenler oluyordu” (Akandere,1998:201).

Köy Enstitüsü öğrencilerinin bir kısmı ise, Anadolu topraklarından çok uzak diyarlarda dünyaya gelmiş Gagavuz Türkleriydi. Türkçü fikirleriyle tanınan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Romanya Büyükelçisi olarak, dinleri Hıristiyan ancak ırkları Türk olan bu toplulukla husûsî olarak ilgilenmiş ve onları bizzat Köy Enstitüleri’ne yerleştirmişti. “Bunların yaşlarına ve tahsil derecelerine göre kimisi öğretmen, kimisi de öğrenci olmuşlardı” (Ayaşlı,1990:95). Hamdullah Suphi tarafından Türkiye’ye getirtilen Gagavuzların hüviyet cüzdanlarına 16 Eylül 1943 tarihli Bakanlar Kurulu kararınca “Türk Ortodoks” yazılması kabul edilmişti.

Şeflik rejimi tarafından sistemli bir şekilde uygulanan bu eğitim politikası, zaman içerisinde bütün neticelerini doğurmuş, Anadolu halkı “hocasız” kalmıştı. Halkın artık cenazesini yıkayacak bir hocası yoktu ama resmî bayramlarda ona mandolin çalacak öğretmenleri vardı. Rejimin ideologları, Şeflik devrinin sonuna doğru dinin sadece Allah ile kul arasında bir bağ değil, aynı zamanda bir sosyal hakikat olduğunu fark ettiklerinde ise iş işten çoktan geçmişti. “Köylerde çoğu zaman ölüleri gömmek için bir hoca dahi bulunamamaktaydı” (Edip,1976:77).

Nitekim yaklaşık 10 yıl sonra, rejimin iki önemli ideoloğu Behçet Kemal Çağlar ve Nadir Nadi, “Ana babaların çocuklarına tanrısal eğitim vermek için din rehberlerinin bulunmadığı gerekçesiyle din dershanelerine kolayca izin verilmesi gerektiğini savunur duruma gelmişlerdi. Başbakan Hasan Saka da, mekteplere acilen din dersi konulması zaruretinden bahseder olmuştu” (Edip,1976:79).

1946 yılı itibariyle sayıları 21’e ulaşan Köy Enstitüleri, Millî Şeflik devrine mahsus bir proje olarak hayata geçirilmiş, Şeflik rejiminin gücünü kaybetmesiyle birlikte inkisâra uğramıştı. İnönü Millî Şef olduğu sürece Köy Enstitüleri’ni bütün gücü ve içtenliğiyle desteklemiş, çok partili düzenin Cumhurbaşkanı olmaya kilitlendiği andan itibarense bu kurumları birer engel görerek fedâ etmekten çekinmemişti.

Devri anlatan birçok kaynak, İnönü’nün kendi evlâdı mesabesindeki bu müesseseleri gözünü kırpmadan harcadığı konusunda hemfikirdirler. İnönü, politik değişime ayak uydurarak, “Köy Enstitüleri’nin tasfiye safhasının başlanmasına ve kurucu müdürünün harcanmasına ses çıkarmamıştı” (Uyar,1999:97).

Gazeteci Hıfzı Topuz, CHP iktidarının Köy Enstitüleri’ni nasıl tasfiye ettiğini şöyle anlatır: “21 Eylül 1946'da, Kurucu Müdür İ. Hakkı Tonguç görevinden alındı. Bütün enstitüler yasa bürünmüştü. Tonguç'un kurduğu ekip artık dağıtılıyordu. Bütün yardımcıları görevlerinden alınıp sürüldü. Yeni Bakan Şemsettin Sirer, enstitülerin yıkım operasyonunu başlatıyordu. Yer yer tahkikat komisyonları kuruldu. Tonguç için de soruşturma açıldı. Sirer katıldığı toplantıda, ‘Biz nasyonalistiz. Hastalığınızı cerrâhî bir ameliyattan geçirmeden tedavi edeceğiz’ diyordu.” (Topuz,2005:201-202)

Her ne kadar CHP’liler Köy Enstitüleri’nin tasfiyesi konusunu bir hokkabaz el çabukluğu ile Demokrat Parti’ye yüklemeye çalışsalar da ortak olan kanaat şuydu: “Bu kurumun İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir zamanda yıkıldığı, kurucularının kapı dışarı edildiği bir gerçekti.” (Eyüpoğlu,1999:96)

Nitekim Köy Enstitüleri’nin kurmayları, dönemin CHP’lilerini öfkeyle anarlar: “Atatürk’ün kurduğu CHP içindeki sözde köylü dostları, maskelerini çıkarıp Köy Enstitüleri’nin karşısına dikildiler. Ünlü generaller, ünlü profesörler, ünlü politikacılar...” (Eyüpoğlu,1999:102)

CHP’li bazı kurmaylar ise farklı bir bakışla Köy Enstitüleri projesini baştan beri “seçkinci” bir proje olarak yorumlarlar. Onlara göre Köy Enstitüleri, “kendine özgü bir tutkudan ibaret olup, son tahlilde bilgili köy adamı yetiştirmekten başka faydası olmayan” (Barlas,2000:178) bir çabadır.

 

Kaynaklar

Akandere Osman, (1998), Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay.

Arzık Nimet, (1966), Bitmeyen Kavga, Ankara: Kurtuluş Matb.

Ayaşlı Münevver, (1990), İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim, İstanbul: Boğaziçi Yay.

Barlas Mehmet, (2000), Darbeler ve Kavgalar Devri, İstanbul: Birey Yay.

Bozbeyli Ferruh, (2009), Yalnız Demokrat, İstanbul: Timaş Yay.

Edip Eşref, (1976), Kara Kitap, İstanbul

Ekinci Necdet, (1997), Çok Partili Hay. Geçişte Dış Etkenler, İstanbul: T.D. Yay.

Eyüboğlu Selahattin, (1999), Köy Enstitüleri, İstanbul: Cumhuriyet Gaz. Yay.

İnan Arı, (1997), Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul: Çağdaş Yay.

Jaschke Gotthard, (1972), Yeni Türkiye’de İslamlık, Ankara: Bilgi Yay.

Karaosmanoğlu Y. Kadri, (1993), Politikada 45 Yıl, İstanbul: İletişim Yay.

Karatepe Şükrü, (1993), Tek Parti Devri, İstanbul: Ağaç Yay.

Karaveli Orhan, (1999), Bir Ankara Ailesinin Öyküsü, İstanbul: Pergamon Yay.

Topuz Hıfzı, (2005), Savaş Yıllarında Kültür Devrimi, İstanbul: Remzi Kitapevi.

Uyar Hakkı, (1998),Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Kit: İstanbul.

Yetkin Çetin, (1997), Serbest Fırka, İstanbul: T. D. Yay.