Köy Enstitüleri

Köylülerin şehre gelmeden köylü olarak köyde kalması, CHP yönetimlerinin en büyük hedefleri arasında yer almıştı. İlkokul ve ortaokuldan sonra gidecekleri Köy Enstitülerini bitirmeleri hâlinde yine köyde kalarak görevlerini köylerde öğretmen sıfatıyla yapacaklardı. Hiçbir şekilde köylü sınıfı dışına çıkmaları mümkün değildi…

KÖY Enstitülerinin kapatılmasının üzerinden 70 yıl geçtiği hâlde, bu okulların adı her anıldığında nüfusun önemli bir kesimi tepki göstermektedir. Bu tepkileri, sadece “CHP açtığı için” diye açıklamak yeterli değildir. Çünkü CHP tarafından açıldığı hâlde halkın sahiplendiği İmam-Hatip Lisesi gibi okul örnekleri de bulunmaktadır.

Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Köy Enstitüleri için, “Kuruluşunun 80’inci yılında emeği geçenlere rahmet ve minnetle…” diye takdirlerini yazmıştı. Buna karşılık eski MEB Müsteşarı Yusuf Tekin ise, “Her yıl 17 Nisan geldiğinde, tepeden inmeci modernleştiricilerde Köy Enstitüsü sevdâsını dillendirme modası ortaya çıkıyor” şeklindeki beyanıyla dikkat çekmiştir. Görünüşe bakılırsa, Köy Enstitüleri etrafındaki tartışmalar daha devam edecektir…

***

Osmanlı döneminden başlayarak, verimli toprakların nasıl daha iyi işletileceği, elde edilen ürünlerin nasıl arttırılarak ticârî pazarlara sunulacağı gibi konular bir taraftan eğitim, diğer taraftan da tarım politikaları içinde birlikte ele alınmıştır. Bunun bir sonucu olarak İkinci Abdülhamid Han döneminde Ameli Ziraat Mektepleri, 1887’den itibaren İstanbul, Bursa ve Selânik gibi çeşitli illerde açılmıştır. Bu okullara Rüştiye mezunları sınavla alınmıştır.

Bu okullar hem meslek eğitiminin, hem de modern tarımı geliştirecek girişimlerin ilk örneklerindendir. Öğrencileri teşvik için para ödülünün yanında yurtdışı bursları da temin edilmiştir. Başarılı öğretmenleri ise, doğrudan Abdülhamid Han tarafından özel nişanlar ile ödüllendirilmiştir.

Ancak Osmanlı dönemindeki bu başarılı ziraat eğitimi Cumhuriyet döneminde önemsenmemiş, bu konuda yeni arayışlara girilmiştir.

1927 genel nüfus sayımına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 80’i köylerde, yüzde 20’si şehirlerde yaşamaktaydı. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan bu köylü nüfusu köyde tutarak, tarım alanlarında çalışmalarını temin etmek, CHP idaresinin önemli bir hedefiydi. Köylü, “efendi” sayılmakla birlikte şehre gelmesi istenmeyen bir nüfus kitlesiydi. Onun köyde kalması, daha çok üretmesi ve vergi ödemesi, hükûmetlerin talebiydi.

150 yıl önce gerçekleşmiş olan Sanayi Devrimi ile birlikte, köylü nüfusun ülkeden ülkeye değişen bir hızla şehre göç etmesini sorun sayarak, köylüleri köyde tutmanın bir arayışı anlamında ortaya çıkmıştı Köy Enstitüleri.

İşin bir de sınıf tarafı vardı. Köylülerin şehre gelmeden köylü olarak köyde kalması, CHP yönetimlerinin en büyük hedefleri arasında yer almıştı. İlkokul ve ortaokuldan sonra gidecekleri Köy Enstitülerini bitirmeleri hâlinde yine köyde kalarak görevlerini köylerde öğretmen sıfatıyla yapacaklardı. Hiçbir şekilde köylü sınıfı dışına çıkmaları mümkün değildi. Hindistan’daki kast sistemini hatırlatan bir uygulamaydı bu. Köylü doğanlar köylü olarak, köyde yaşamaya devam edeceklerdi.

Nüfusun yüzde 80 gibi ezici çoğunluğu köylü olunca, bu kitleye Kemalist ideolojinin aktarılmasında ciddî zorluklar yaşanıyordu. Haberleşme araçları yeterli değildi. Kemalist ideolojiyi telkin etmekle görevli sayılan Devlet Tiyatroları köylere ulaşamamıştı. Radyoların etki alanları sınırlıydı. Hemen her köyde var olan cami görevlileri ise potansiyel bir muhalif olarak görülmekteydi. On binlerce köyün öğretmen ihtiyacını karşılayacak, köydeki imamı etkisiz hâle getirecek, onun yerini alarak köylülerin Kemalist ideolojiyi benimsemelerine rehberlik edecek köy öğretmenlerini yetiştirecek bir kurum olarak tasarlanmıştı.

Elbette bu sadece pedegojiyle, öğretmenlik formasyonuyla ya da meslekî becerilerle sınırlı değildi. Her şeyden önce öğretmen, mutlak bir şekilde Kemalist ideolojiyle donanmış, kendini bu ideolojiye adamış bir misyoner gibi çalışacaktı.

Ancak köylü sınıfından olduğu için köyde gerekli olan duvarcılık, arıcılık, marangozluk, hızarcılık, turşuculuk gibi yetenekleri de kazanması gerekli görülmüştü.

Ancak tarım alanları/topraklar köylülerin ihtiyaçlarına göre dağılmış değildi. Köylünün önemli bir kısmı topraksız durumdaydı. Köylüyü topraklandırmanın yanında, köylünün o toprakları verimli bir şekilde ekip biçmesini temin edecek kurumlar da kaçınılmaz görülmüştü.

***

Köy çocuklarının köyde köylü kalarak, şehre gelmeden, Kemalist ideolojiyle donanıp köylülere de rehberlik ederek ve bu arada da tarım işlerinde birer nefer olarak çalışacak şekilde nasıl yetiştirilecekleri sorusunun cevabını, dönemin yönetim kadrosu dışarıda aramıştır.

Üniversite, sağlık ve benzeri konularda olduğu gibi eğitim işlerinde de yabancıların plânlama ve yol göstermesine ihtiyaç duyulmuştur.

Bunun bir sonucu olarak 1937’de Türkiye Hükûmeti, Milletler Cemiyeti, Milletlerarası İş Bölümü’nden Türkiye’de tarım hakkında bir rapor hazırlanmasını istemişti. Cemiyet elemanlarından Mösyö Olindo Gomi tarafından hazırlanan rapor ise, bir toprak reformu ile toprağı olmayan köylülerin topraklandırılmasının yanında, tarım için gerekli olan malzemenin temin edilmesi ve köylülere bu konuda öncülük edecek bir okulun açılması tavsiye etmiştir.

Raporda, açılacak okulların başarısı için, okul mezunlarının köyde kalmalarının temin edilmesi, tarım işlerinden anlaması, tarım için gerekli olan araç ve gerecin bakımını ve sınırlı da olsa onarımını yapabilecek durumda olması, bunun için okullara alınacak öğrencilerin yakın çevreden temin edilmesi, teorik konular kadar (belki daha çok) uygulama becerilerinin arttırılması tavsiye edilmiştir. Görüldüğü gibi bu tavsiyelerin cisimleşmiş hâli, “Köy Enstitüleri” olmuştur.

***

Bu raporun ve hazırlıkların sonunda Köy Enstitüleri, Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde, 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile kurulmuş oldu. Enstitülerin sayısı 1945-1946 öğretim yılına kadar yirmiye çıkarıldı. Ancak bu okullar raporda istenen toprak reformunun bir sonucu ya da uygulamasının bir parçası şeklinde açılmış olmasına rağmen, Toprak Reformu Yasası’nı CHP iktidarı hiçbir zaman çıkar(a)mamıştır.

Aslında Köy Enstitüleri, SSCB tipinde ve büyük ölçüde oradan ilham alınarak açılmıştı. Öğrenciler yatılı idi. Kız-erkek birlikte, karma eğitime tâbi tutulmuştu. Aileleri ve yakın çevreleri ile ilişkileri kesilmişti. Bu da Köy Enstitülerindeki ideolojik şartlandırmanın etkisini arttırmıştı. Enstitülerin kurucusu sayılan İ. Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç, bu ideolojik şartlandırmayı “devrime hazırlık” diye nitelendirmiştir. Enstitülerden mezun olanların neredeyse hepsinin komünist ve sosyalist olması, Engin Tonguç’u doğrulayan bir gösterge olmuştur.

Ancak 1945’te SSCB’nin Türkiye’den toprak talep etmesiyle birlikte işlerin seyri değişmişti. Türkiye, SSCB tehdidine karşı Batı ittifakı içinde yer almıştı. Batı ittifakı ise bunun için çok partili özgür seçimler gibi bazı şartlar ileri sürmüştü. İsmet İnönü, çâresiz bu şartları kabul etmek zorunda kalmıştı. 1946’da başlayan çok partili dönemle birlikte Köy Enstitüleri hakkında bitip tükenmeyen şikâyetler de haber olmaya başlamıştı. 

Seçimleri kazanamama korkusu içindeki İnönü ve ekibi, şikâyet konusu olan Köy Enstitülerinin önünü yavaş yavaş kapatmaya çalıştı. 1947’de çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlar ile Köy Enstitülerinde görevli olan öğretmenlerin bu kurumlarla ilişkileri kesildi. 1947-1948 öğretim yılında ise enstitüler kapatıldı. 20 Mayıs 1948’de, enstitü kitaplıklarında yapılan aramanın sonunda sakıncalı görülen kitaplar yakıldı.

Diğer okulların programları, 1948’de enstitüler için de geçerli sayıldı. Yedek subay olarak askerlik yapmakta olan enstitü mezunlarının bu hakları da ellerinden alınarak uzun dönem askerlik yükümlüsü sayıldılar.

Köy Enstitülerinin kurucusu sayılan ve enstitülerin bağlı olduğu İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç ise, 1946’da genel müdürlük görevinden alınmıştır. Böylece savaş yıllarında el üstünde tutulan, bütün devlet imkânları kendisine tahsis edilen enstitülerin yıldızı kaymıştır.

***

Şunu da teslim etmeli ki, Köy Enstitülerinde etkili kılınan Kemalist ideolojiye bağlılığın temin edilmesi, diğer okullarda arttırılarak devam ettirilmiştir. Köy Enstitülerindeki şartlandırmaya itiraz edenlerin, benzeri bir işin diğer okullarda devam ettirilmesine sessiz ve tepkisiz kalmalarını açıklamak zordur.

İtalyan Antonio Garamsici’ye göre, egemen sınıf, hem zora, hem de iknaya dayanarak hâkimiyetini sürdürür. Zorla toplumun itaati sağlanır. Toplumun ikna edilmesi ise dolaylıdır ve okul/eğitim yoluyla gerçekleşir. Toplumun alt sınıfları, aldıkları eğitimle ve edindikleri ya da edinmeyi umdukları statüleri nedeniyle, toplumu egemenlerin gözüyle görmeyi öğrenirler. Aslında bu görüş, Köy Enstitülerinin varlık nedenini açıklamaktadır.

Avrupa’da faşizm, eğitim/okul yoluyla güçlenmiştir. İtalya’da okul yalnızca faşizmin kitlelere ulaştırılmasının araçlarından birisidir. Nazi Almanya’sında da eğitim, kitleleri gütmek ve Nazi ideolojisinin devamını sağlamak için, genç kuşaklara Nazi ideolojisinin aktarılmasını sağlayan bir yerden başkası değildir. Hitler Almanya’sında eğitimin amacı, gençlerin aydınlanması ve birçok bilgiyle donanarak, özgür iradeleriyle karar vermelerini temin etmek değil, otoriteye uysalca itaat etmelerini ve Nazi ideolojisini savunmalarını sağlamaktı. Elbette öğretmenler de Naziliğin birer neferi gibi davranmakla yükümlüydüler.

Eğitim sistemi, çocuğun okula başlaması ile birlikte Alman ırkının üstünlüğü ve Hitler’e bağlılığın kutsallığı ile yüzleştirilirdi. Bu yüzleşme o kadar şiddetlidir ki, çocuğun başka bir şey düşünmesine imkân ve fırsat verilmediği gibi, muhalif olan âsilerin de mutlaka cezalandırılmasını içselleştirmesi ile devam eder. Dönemin Almanya’sında eğitim, sindirme ve şekillendirme alanıdır.

***

Osmanlı döneminde eğitim işleri büyük ölçüde İslâmî ilkelere göre İlmiye sınıfı tarafından düzenlenmiştir. Cumhuriyet ile birlikte bu eğitim anlayışı terk edilmiştir. CHP iktidarı döneminde yapılanlar “Devrim” diye adlandırılmış ve bu devrimlerin halka benimsetilmesi ciddî bir sorun olmuştur. Çünkü halka rağmen yapılmışlardır. İşte bunun için tek partili zora dayalı itaat ettirme siyasetinin yanında, okullar da dolaylı ikna yerleri olarak görevli sayılmışlardır.

CHP ideolojisini benimsetmek için ihdas edilen Halkevleri projesi şehirlerde kısmen başarılı olmuş ise de köylerde etkisiz kalmıştır. Üstelik köylü nüfus oranı şehrin dört katı fazlaydı. CHP’nin inkılâplarını köylüye benimsetme görevi de köy öğretmenlerine ve köylerde açılacak olan Köy Enstitülerine bırakılmıştı.

 

İsmail Eyüpoğlu, Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Pulur Köy Enstitüsü Öğrencilerinden Muammer Genç’in Anıları, http://dergipark.org.tr/tr/pub/atauniad/issue/30787/371475

Özgür Yıldız, II. Abdülhamit Döneminde Zirai Eğitime Bir Bakış,  http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423933535.pdf

Gülşah Eser, Köy Enstitülerinde Bir Öncü Özgün Arşivi Işığında Göl Köy Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi)

Burcu Demirkaya Güler, Köy Enstitüleri Bağlamında Eğitim ve İdeolojinin Toplumsal değişime Etkisinin İncelenmesi, Köy Enstitüleri Dergisi 1945-1947. (Yayınlanmamış Doktora Tezi)

Çetin Yetkin,  Karşı Devrim 1945-1950. İstanbul 2019.

Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa. İstanbul, (2004). 

Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, İstanbul 1969.

P. Burke, Tarih ve Toplumsal Kuram. Çeviren: Mete Tuncay, İstanbul 2013, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Çeviren: Niyazi Berkes, İstanbul 2010.