Kovid-19: Dünü, bugünü ve geleceği

Verdiğimiz sayıların iyimser taraflarının rehavetine kapılmayacağız. “Bana bir şey olmaz” değil, “Bana bir şey olursa aileme de zarar veririm” diyeceğiz. Ali Babacan gibi “Tedbirlere harfiyen uyun!” diye video mesajı yayınlayıp sokağa maskesiz çıkanları değil, çevresinde her türlü tedbir alındığı hâlde namaza bile maskeyle gidenleri örnek alacağız.

TÜRKİYE’NİN 170 gün önce tanıştığı (11 Mart-28 Ağustos) Kovid-19 ile mücadelede yeni bir dönem başlıyor. Tedbirlerle başladığımız, yasaklarla ve de ekonomik kaygılar sebebiyle “yeni normal” ile tanıştığımız aşamaları geçtik. Kurban Bayramı, normalleşmeyi yanlış algıladığımız, evlerde bunalıp da tatil ihtiyacımızın zirve yaptığı, hem de havaların bizi denize ittiği bir döneme denk gelince, ortaya çıkan manzaralar pandemi konusunda bizleri çok karamsar beklentilere sokmuştu.

Bir ay önceki günlük hasta sayılarını bugünkülerle kıyaslayınca beklenen karamsar tablonun kısmen ortaya çıktığı söylenebilir belki. Ancak günlük vaka sayısından başka veriler de var elimizde ve bizim bu verileri de eskilerle kıyaslayarak bir fotoğraf çekmemiz gerekiyor.

Çok eskilere gitmeden, 45 günlük değişimi incelemek istiyorum bu yazıda. Yani 13 Temmuz’dan başlayan bir veri grubuna bakacağız…

Bu tarihi seçmemdeki sebep ise, üniversite sınavlarının yapıldığı tarihten 14 gün sonrasına denk gelmesi…

Koparılan fırtınaya, çıkarılan yaygaraya değdi mi, sınav “ölümcül” sonuçlara mı sebep oldu, görelim istedim.

Rakamlar ne diyor?

Sınavın ikinci günü Sağlık Bakanlığı tarafından paylaşılan vaka sayısı, 48 bin 309 testin karşılığında bin 356. Bundan 15 gün sonrasına denk gelen verilerde ise 46 bin 492 test sonunda bin 8 pozitif vaka bulunmuş. Hem vaka sayıları yüzde 25,66 azalmış ve hem de testlerin pozitif çıkma oranı düşmüş. Yani çok net şekilde söyleyebiliriz ki, alınan tedbirler, sınava giren yaklaşık 2 buçuk milyon öğrenciyi korumaya yetmiş. Sağlık açısından dile getirilen endişeler boşunaymış.

13 Temmuz’da başlayıp 19 Temmuz’da biten haftanın ortalama verileriyle devam edelim: Günlük test ortalaması 42 bin 500 iken, yeni vaka sayıları ortalamada günlük 947’ye kadar düşmüş. Bu hafta yapılan testlerin pozitif çıkma oranı ise yüzde 2,22.

20-26 Temmuz haftasının ortalama test sayısı 42 bin 770’a yükselmiş ama çok küçük bir fark var test sayılarında. Ortalama vaka sayısı da az bir farkla 921’e gerilemiş aynı hafta. Bu haftanın test/vaka oranı ise gene küçük bir farkla yüzde 2,15’e gerilemiş.

27 Temmuz-2 Ağustos haftası, yine kritik bir hafta. Zira Kurban Bayramı tatili bu haftaya denk geliyor. Dolayısıyla 2 hafta sonraki verileri de dönüp bu haftayla kıyaslamak gerekecek. Bu haftanın ortalama test sayısı bir önceki haftaya kıyasla yüzde 5 civarında artarak 44 bin 750’ye çıkmış. Bunun karşılığında vaka ortalamamız 965’e yükselmiş. Bu sayı, 13 Temmuz haftasından daha yüksek. Ancak testlerin pozitif çıkma oranı, bir önceki haftayla aynı ve yüzde 2,15.

3-9 Ağustos haftasının test ortalaması önemli bir artışla 54 bine dayanıyor. Maalesef testlerdeki bu artış, yeni hasta sayılarına da yansıyarak ortalamayı bin 135’e kadar çıkartmış aynı hafta. Fakat test/vaka oranında yüzde 2,1 ile küçük de olsa bir gerileme görünüyor.

Test sayılarındaki artış 10-16 Ağustos haftasında daha yüksek oranda devam ediyor ve günlük 66 bine ulaşıyor. Bu yüksek test sayıları yüksek tanı sayısı ile sonuçlanıp günlük vaka ortalamalarımız bin 215’e yükseliyor. Burada da dikkat çeken husus, testlerdeki pozitiflik oranının yüzde 1,84’e kadar düşmüş olması.

Ve Kurban Bayramı’ndaki tedbirsizliklerin sonucunun beklendiği hafta olan 17-23 Ağustos haftası. Test sayıları inanılmaz şekilde artarak günlük 86 bini geçiyor. “Ne kadar çok test, o kadar fazla vaka” ilkesi bu hafta da çalışıyor ve yeni vaka ortalamamız bin 277 olarak gerçekleşiyor. Günde 20 bin test fazla yapmamıza rağmen vaka artışının günlük 62 olması çok korkutucu değil aslında. Bu haftanın en güzel sonucu ise, testlerin pozitif çıkma oranının yüzde 1,48’e kadar gerilemesi.

İçinde bulunduğumuz haftanın 3 günlük verileri de test sayısında 98 bin ortalamayı, vakada ise bin 419’u geçtiğimiz yönünde. Yeni hasta sayımızın test sayısına oranı ise düşmeye devam ediyor: Yüzde 1,45.

Sayıların içinde bu kadar boğulduktan sonra vatandaş aklıyla biraz yorumlamaya çalışalım bu verileri…

Test sayılarımızın 15 binleri ancak bulduğu Mart sonunda, virüsün kontrol altına alınabilmesi için herkesin ortak görüşü, daha çok kişiye test yapılarak daha çok vaka yakalanması yönündeydi. 40 binli sayıları gördüğümüz Nisan-Mayıs aylarında da, 50 binleri aştığımız Haziran günlerinde de görüş aynıydı. Ve herkes biliyordu ki, test sayısı arttıkça vaka sayısı da artacak…

Evet, aynen öyle oldu. Test sayımızı 100 bine kadar çıkardık ve beklendiği gibi tanı koyduğumuz hasta sayımız da arttı. Ancak az önce içinde boğulduğumuz sayılar gösteriyor ki, test sayılarımız arttıkça yeni vakaların teste göre oranları düştü. Yani sayısal çoğalma, oransal düşüşü de beraberinde getirdi. Bu hem beklenen, hem de güzel bir sonuç bizim açımızdan. Öyle ya, 31 Mart’ta yüzde 18 olan test/vaka oranı, Nisan sonunda yüzde 6 olarak gerçekleşmiş ve günbegün düşerek günlük bazda yüzde 1,31’e kadar düşmüş görünüyor.

Kurban Bayramı sonrası demeç veren bir Bilim Kurulu üyemiz, manzaranın kötü olduğunu, ancak bunun illâki vaka sayılarına yansıyacağı gibi bir kural bulunmadığını söylemişti. Bunu, yasaklar dönemindeki birkaç olayla da desteklemişti. Bayram özelinde konuşacak olursak, sonuçların beklendiği kadar büyük bir artış göstermediğini söyleyebiliriz herhâlde.

Kovid-19 için yeni dönem

Eskilerin deyimiyle, “Ağustos’un yarısı yaz, yarısı kış”; biz de Ağustos’u bitiriyor olduğumuza göre, yeni mevsim göz kırpıyor demektir. Buralarda yaz uzun sürer; sonbahar ha var, ha yok gibidir. Kışı da bazen birkaç hafta yaşarız. Ancak kış hastalıkları yakamızı bırakmaz bu tanımsız mevsimlerde. Artık her öksürdüğümüzde “Acaba?” psikolojisinde olacağız. Belki basit birer üst solunum yolu enfeksiyonu, korkularımıza tavan yaptıracak, sonra da gülüp geçeceğiz bu hâllerimize. Ama bilhassa daha dikkatli olmak zorundayız önümüzdeki 6-7 ay.

Sadece İzmir ve kıyı Ege için değil bu dikkat, tüm Türkiye için. Zira sonbahar ve kış her yerde mevsimsel hastalıkları beraberinde getiriyor. Kovid-19 taşıyıcısı olanlar da bu mevsimsel hastalıklara yakalanacaklar ve herkesin içinde öksürecek, hapşırıp tıksıracaklar.

Velhasıl bulaşma imkânını daha fazla bulacak virüs; belki de yazın plaj partilerinde bulamadığı kadar…

Bu arada okullar açılacak, hazırlıklar sürüyor. Hâlâ 21 Eylül için tereddütler olsa da özel okullarda kısmen başladı bile eğitim-öğretim. Üniversiteler kendi kararlarını kendileri verecekler gerçi ama bazılarındaki uygulamalı dersler istisna olmak üzere şu âna kadar öğrendiklerim, uzaktan eğitime devam edecekler. Yurt kullanan öğrenciler için uzaktan eğitim kararının yerinde olduğu kanaatindeyim. Çünkü her üniversitenin yurt, yemekhane, derslik ve kütüphane gibi alanların hijyenine koca bir dönem boyunca aynı ihtimamı gösterebileceğine ihtimâl vermiyorum. Bu konuda ilk ve orta dereceli okullar daha avantajlı gibi geliyor bana. (Bunları, biri yurtta kalan, iki üniversite ve bir ilkokul ikinci sınıf öğrencisinin babası olarak söylüyorum.)

Ayrıca insanlar açık alanlardan kapalı alanlara geçecekler bu dönemde. Fizikî mesafenin korunması daha da güçleşecek. 6 aydır birbiriyle parkta bahçede hasret giderenler, evlerinde ağırlayacaklar misafirlerini. Gençler karda kışta vakit geçirecek yer bulamayıp sinema salonlarına, AVM’lere mecbur kalacaklar…

Ve tabiî ki spor faaliyetleri… Her ne kadar seyirci kısıtlaması devam etse de sektörün kendi içindeki hareketlilik artacak. Belki futbolun doğasındaki sert temaslardan kurtulacağız bu dönemde ya da basketbolun olmazsa olmaz yapışık defanslarından, ama tehlike her şekilde artacak sporcular için.

Velhâsıl, yeni bir dönem başlıyor Kovid-19 ile geçireceğimiz günler için! Sayılar bize gösteriyor ki, bir süre daha bu illetle birlikte yaşayacağız, en iyi ihtimâlle yılsonuna doğru üretilmesi plânlanan aşıya kadar. O hâlde daha dikkatli, daha tedbirli olacağız mecburen.

Az önce verdiğimiz sayıların iyimser taraflarının rehavetine kapılmayacağız. “Bana bir şey olmaz” değil, “Bana bir şey olursa aileme de zarar veririm” diyeceğiz. Ali Babacan gibi “Tedbirlere harfiyen uyun!” diye video mesajı yayınlayıp sokağa maskesiz çıkanları değil, çevresinde her türlü tedbir alındığı hâlde namaza bile maskeyle gidenleri örnek alacağız.

Yeni dönemin daha kolay, daha sağlıklı geçmesi dileğiyle…