Korona’yı siyasete alet etmek

Hükûmet’ten alınan sinyaller, desteğin açıklanan miktarla sınırlı olmayacağı yönünde. Devlet elbette vatandaşını sahipsiz bırakmayacaktır. Ama ekmek-hoşaf mönüsüyle Çanakkale’de destan yazan bu milletin torunlarının bu sıkıntılı dönemi Devlet’in sırtına yıkmak gibi bir düşüncesi de olmamalı diye düşünüyorum. Buna rağmen, muhalefet cephesinden gelen tepkilerin dozunun siyasetin seçim sürecine girdiği dönemleri pek de aratmıyor olması içimizi acıtmaya başladı.

OCAK ayından beri dünyanın başına dert olan Korona, ilk vakanın görüldüğü 11 Mart’tan beri de ülkemizdeki gündemin ilk sırasında maalesef. Daha önce detaylarıyla yazmıştım; Mart’ın ilk haftasından itibaren yaklaşık on yahut on beş gün Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu ve konuya katkı sunan tüm birimler, taraflı tarafsız herkes tarafından övgü almıştı.

Sağlık Bakanlığı’nın aldığı erken tedbirlerin virüsün Türkiye’de görülmesini ne kadar geciktirdiğini muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak alınmış olan her tedbirin az ya da çok fayda sağladığı konusunda hemfikiriz herhâlde. Her şeye rağmen virüs bize de geldi ve seyir tablosu da her geçen gün ağırlaşmaya başladı. Bu süreçte Devlet, Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanlığı’nın tavsiyeleri doğrultusunda daha ileri tedbirler almaya ve bu tedbirlerin ekonomik ve sosyal yan etkilerini azaltmaya yönelik paketler açıklamaya başladı. İşte dananın kuyruğu da burada koptu zaten!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk ekonomik destek paketinde telâffuz ettiği 100 milyar TL, birçokları için küçümsendi. Zannedildi ki, Korona ile savaşa ayrılan miktar bu kadarla sınırlı. ABD’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın vaat ettiği bedeller üzerinden Devletimiz küçümsenmeye çalışıldı.

İş bununla da kalmadı, eski defterler açılıp bir iç siyâsî hesaplaşmanın kozu hâline getirildi bu 100 milyar TL.

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, 83 milyonluk Türkiye nüfusu göz önüne alındığında, açıklanan destekten kişi başına düşen miktar, bir asgarî ücretin ancak yarısı kadar. Dolayısıyla işin matematik boyutuna bakınca bu destek paketi gerçekten de düşük görünüyor. Ayrıca bu destek programından faydalanma hakkı olmayan milyonlarca vatandaş olduğu da bir gerçek.

Ancak Hükûmet’ten alınan sinyaller, desteğin açıklanan miktarla sınırlı olmayacağı yönünde. Devlet elbette vatandaşını sahipsiz bırakmayacaktır. Ama ekmek-hoşaf mönüsüyle Çanakkale’de destan yazan bu milletin torunlarının bu sıkıntılı dönemi Devlet’in sırtına yıkmak gibi bir düşüncesi de olmamalı diye düşünüyorum. Buna rağmen, muhalefet cephesinden gelen tepkilerin dozunun siyasetin seçim sürecine girdiği dönemleri pek de aratmıyor olması içimizi acıtmaya başladı.

***

2019 yılının sonlarında kabul edilen 2020 bütçesine göre Devlet, bu yıl (yaklaşık) 140 Milyar TL açık verecekti. 2002’de bütçenin yaklaşık yarısını faize veren Devlet bu oranı yüzde 12’lere kadar çekmiş ve aradaki fark yatırım olarak halkın hizmetine sunulmuştu. Buna rağmen bütçenin açık vermesinin tek sebebi, Devlet’in yatırımdan vazgeçmeme politikasıydı. Eğitime verilen destek azaltılsa, sağlık sektörü Avrupa’nın ulaşamayacağı ve dünyanın parmak ısıracağı noktaya getirilmese, ulaşım yatırımlarından vazgeçilse, tarım destekleri kesilse, yatırım ve istihdam destekleri olmasa, bütçeyi denkleştirmek bir yana, belki bu açıktan daha büyük bir fazla bile verilebilirdi. O zaman, Devlet’in kasasında duran birkaç yüz milyon TL’den bahsedebilirdik belki…

Ancak, Devlet’in kasasında şu anda öyle atıl duran bir para yok. Birilerinin dediği gibi arpalık olarak ayrılan bir paradan bahsetmek mümkün değil. Suriyeliler için harcadığımız miktarlardan dem vuranlar da bunun kaç seneye yayılmış olduğunu ve topraklarımızın, ölümden kaçan insanların sığınması için açılan insanî bir kapı olduğunu unutturmaya çalışmaları da insafsızca doğrusu.

İnsan hayatıyla maddî sıkıntıyı aynı kefeye koymak, siyâsî ahlâksızlığın zirvesi olsa gerek!

***

Şimdi devlet dese ki, “Her vatandaşıma bin TL, her işletmeye hacmi oranında 10 bin ilâ 1 milyon TL, her çiftçime dönüm başı 500 TL destek veriyorum”, hepimizin buna karşı çıkması lâzım. Zira bu paraların bir karşılığı yok bugün için. Bunun altından kalkmak için yine IMF’ye boyun bükmek, içeride yüksek faizle borçlanmak, alınan bu borçları ödeyebilmek için vakti geldiğinde tekrar borçlanmak gerek.

O zaman bize de durup düşünmek düşer; üç beş ay dişimizi sıkmak, çocuklarımızın geleceğinden bir 30 sene daha çalınmasına sebep olmaktan daha hayırlı değil mi alınan mevcût önlemler?

Buradan bakınca, “Biz bize yeteriz Türkiye’m” mottolu kampanyanın bizi aşağılayıcı taraflarına odaklanmamayı daha doğru buluyorum. Bu kampanya, Erdoğan’ın dediği gibi, Devlet’in verdiği destekten daha büyük meblağlara ulaşmayacak muhtemelen. Ancak Devlet’in yükünü az daha olsun hafifletmesi hedefleniyor.

Bunu dilencilik gibi lânse etmeye çalışanlar, kendi belediyelerinde benzer kampanyalar açmış oldukları gerçeğinden sıyrılamazlar. Keza bu, adı üzerinde bir “yardım kampanyası”dır. İmkânı olanın ihtiyacı olana yardım ettiği bir düzen, hem tarihî geleneklerimize, hem de İslâm kültürüne uygundur.

Devletimiz güçlüdür. Hem de Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar güçlüdür. Ancak bu güç, sınırsız değildir ve gücü korumanın yolu bu süreci en az ekonomik zararla aşmaktan geçer. İşte o zaman, değişecek dünya düzeninden daha doğru nemalanmak imkânı doğar! O zaman “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganı, bize yeni ufuklar açar.

Vatandaş olarak bize düşen, bu salgını en düşük hasarla atlatmak için verilen tavsiyelere uymak, iç siyâsî çekişmeleri salgın sonrasına bırakmak ve devlete güvenmektir.

Biz bize yeteriz Evvel Allâh!