Koronavirüs ve merhamet dili

Vahyin ana hatlarını oluşturan uyarıcı olma hâli, daima merhamet diliyle dengeleniyor. Sözün iyisi, doğrusu ve güzeli… İnsan olmanın şânına yakışır bir duruş, Rahmânî bir söyleyişle birleşiyor. Vahyi olağanüstü durumda bile omzundaki nişan misâli taşıyabilene ne mutlu! İnsana bakışı güzel olana ne mutlu!

AVUÇ içlerini semâya kaldırmış insanlığın ortak talebi, “merhamet”... Göklerden üzerimize rahmet ve bereketin tecelli etmesine dair umudumuz daim. Kıpırdayan dudakların, gönülden dile akan tüm sözcüklerin varacağı nokta burası. Dünyevî olanın âhire doğru seyreden kısmı daima bu sözcükte yer ediniyor.

Dünya, yüzyıllardır müphem zamanlarda meydana gelen farklı salgın hastalıklarla mücadele hâlinde. Biz, 2020’nin insanlığı, işte tam böyle bir durumun içerisindeyiz şimdilerde! Çok değil, yaklaşık üç ay önce canhıraş bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi. O günden beridir kimi yan yana, kimi ayrışarak ama daima “merhamet” talebiyle geçiriyoruz günlerimizi. Yaşananları daha önce yalnızca tarih kitaplarında okumuş, belgesellerde izlemiştik ya, şimdi âyetler dünyamızda var gücüyle tecelli ediyor yeniden: Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız?”

Salgın sebebiyle gerçekleşen ilk vefatın ülkemizde açıklandığı ve büyük bir endişeyle cereyan ettiği o akşam, tüm bu duygulara iştirak eden merhameti ve Sağlık Bakanımızın gözlerindeki ifadeyi unutmak mümkün değil. Yüzlerce kamera karşısında açıkladığı olayın yalnızca bir rakamdan ibaret olmadığının farkında olarak ve daima bahsettiği vakanın bir insan vücûdu ve rûhu üzerinde yarattığı tesiri hissederek…

Açıklama, toplumdan bir kişinin eksildiği düşüncesinin çok üzerinde değerlere vâkıf olarak yapılmıştı. Ölüm; kaybolanlar ve geride bırakılanlar düşünüldüğünde, yalnızca kelime olarak anılmaz, hissedilir. İşte o akşam yapılan açıklama, bu vaka yalnızca Koronavirüsle ilişkilendirilerek ve toplumda geri dönülemez bir infiâle neden olma amaç ve duygusuyla yapılmamış, bu duruma insan olmanın gerektirdiği bazı ulvî duygular da eklenmişti.

Hasta değil, “Hastam”… “Öldü” değil, “vefat etti” bile değil, “Kaybettik, kaybettim”… Sayın Bakan’ın ağzından dökülen kelimelerin siyaset dilinden çok uzak olduğunu hissediyoruz o an. Narin ve kırılgan... Yumuşak ve yatıştırıcı daima... Takibini kendisi yaptığı hastasını kaybetmenin elem ve hüznü içerisinde… Buna bir de topluma karşı hissettiği sorumluluk duygusu eklenmiş ki kamera karşısına geçtiğinde kendisini en iyi şekilde ifade ederek son durumu halkla paylaşması gerekiyor. Zor!

Çok değil, üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra başka bir kıtadan bir başka ses duyuluyor, tüyler ürpertici: “Ölü sayısını 100 binle sınırlayabilirsek iyi bir iş yapmış olacağız.” İnsan hayatını rakamlar üzerinden tasvir eden aklın ürünü, vurucu bir cümle kanaatimce… Yüzyıllardır vurgun olduğumuz medeniyetin rûhunu rendeleyip rafa kaldırdığı, ancak geride kalan tozlanmış aklıyla sözcükleri bir araya getirmesi sonucu ortaya çıkan bu cümle, insanın kanını donduruyor. Merhamet dilinin bir an olsun uğramadığı dimağlar yığını…

Yaratılmışlığa lâyık görülmüş insan cinsine karşı duyulan bu soğukluk ve vurdumduymazlık, Vahyin hiçbir zerresinde görülmemiştir. İncil’in ateşinin dahi bu dilin soğuğunu ısıtmaya gücü yetmez.

Koronavirüs küresel çapta kol geziyor. Bu böyle seyrededursun, haberler bültenlerden akmaya devam ediyor. Kıtalar ötesinde, huzurevlerinde yaşlılar malûm virüse terk edildiklerinden, odalarında ölü bulunuyor, devlet “acil durum” ilân ederek yeni yasalar çıkarıyor… Kanun yapma mecburiyeti bu olmamalı!

Başka bir kanalda, cenazeler ailelerin kapılarına bırakılıyor. Çünkü “Kim ne yaparsa yapsın, bana dokunmayan yılan da çok yaşasın, bir ömür yaşasın, su gibi aziz olsun”...

Diğer yanda ise Vefa Sosyal Destek Hattı göğsümü kabartıyor. Elinde meyve sebze poşetleriyle ailelerin kapılarını çalan ekipler gözüme, gönlüme iyi geliyor. Sosyal medyada güler geçeriz ama izi kalır; çok zaman anar, “Ne günler geçirdik!” deriz diye bu cümleyi bırakıyorum buraya, hepimize iyi gelsin şu tek cümle diye: “Poğaça alabilir misin poğaça? Peynirli ya da sade, fark etmiyor.”

İnsanoğlunun başına her şey gelebilir, geliyor da. İnsanlık var olduğu zaman zarfından beridir nice savaşla, kırımla, ölümle, kıtlıkla, salgınla mücadele etti, ediyor. Hayat kimi zaman devir daim; kimi zamansa her zamankinden farklı bir döngünün içinde kıvranıyor. Davranışlar ve hissiyat olaylara bağlı akıp gidiyor. İnsanın içinden bir yerden bir şeyler kopara kopara ilerliyor bazen çizgiselliğinde, bazense o eğri büğrü dikenli, çalılı yollarında… Toplumlar da tüm bu durumlara ayak uydurmaya çalışıyorlar.

Geçmiş günümüzü de, yarınımızı da tüm yaşadıklarımız ve taşıdıklarımızla etkilemeye devam ediyor. İnandığımız din, değerlerimiz, dünyaya ve hayata bakışımız, konuştuğumuz dili etkiliyor, etkileyecek de. Böylece gündelik hayata aksettirdiğimiz ne varsa, başta benlik algımız, karşımızdakini ve insanı görüş açımız ve diğer tüm perspektiflerimiz, yaşadığımız olağanüstü, endişe verici ve hattâ travmatik olaylarda da dışarıya aksederek olay ve olguları bu şekilde değiştirip dönüştürüyor. Yani dün kim idiysek, bugün de o şekilde devam ediyoruz; çünkü dünden önceki gün de tam olarak buyduk. Ve buna cân-ı gönülden inanırım ki, insanlığın başına gelen her ne varsa, onun değişmesi ve dönüşmesi için var edilmiştir.

Tüm bu yaşananlar, insanlığın varoluşundan bugüne kadarki zaman dilimi içerisinde, içinde bir yerlerde farklı yaşam şekillerini, oluşları, itişleri taşıdığını, kendisini ait hissettiği yere konumlandırma güdüsünü ve hayatın kesik kesik değil ama bir bütün hâlinde, Yaratıcı’nın yaratma eylemi ve insanoğlunun taşıyıcı kılınmışlığı sayesinde ilerlediğini gözler önüne seriyor. Ve tüm bunların yanında insanlığın asla başıboş bırakılmadığı gerçeği, Vahyin derûnî noktasından fısıldanıyor kulaklara.

Vahyin ana hatlarını oluşturan uyarıcı olma hâli, daima merhamet diliyle dengeleniyor. Sözün iyisi, doğrusu ve güzeli… İnsan olmanın şânına yakışır bir duruş, Rahmânî bir söyleyişle birleşiyor. Vahyi olağanüstü durumda bile omzundaki nişan misâli taşıyabilene ne mutlu! İnsana bakışı güzel olana ne mutlu!

Ellerini açıp kendisine rahmet edilmesini dileyenin, kendisine ve başkasına merhamet etmesi ne denli insanca bir tutum! Dilerim, bir gün tüm insanlık bu duruştan nasiplenir ve kanatan onca eylemin tam ortasında olsak dahi birbirimize zarar vermeden işin içinden çıkmayı başarabiliriz. (Âmin.)