Koronavirüs formunda yakınlaştırılmış ölüm

Bu defa ölüm Koronavirüs formunda yakınlaştırıldı ama tövbe istiğfar ve insanlarla helâlleşip ödeşmek için fırsat da verildi. Bu fırsatı iyi değerlendirelim, elimizde olmayan ecelin telâşına düşüp elimizde olan kulluğu ıskalamayalım!

HER insan öleceğini bilir ama bilmezden gelir. Ölüm zamanının gizli tutulması, bilinmemesi/bildirilmemiş olması da büyük nimettir aslında. Aksi hâlde, öleceği zamanı bilen hiç kimsede yaşama sevinci kalmayacağı gibi, dünya da imar edilmezdi.

Zamanı bilinmeyen ve bilinmediği için de yokmuş gibi ötelenen ölüm, zaman zaman kendisini hatırlatır. Tâbir caizse ölüm, ölü adayına iyice yakınlaştırılır.

Bunlardan birini 1999 Marmara Depremi’nde yaşamıştık, 45 saniyede ölüm iyice yakınlaştırılmıştı. O kadar ki, Kelime-i Şahâdet getirmeyi düşünmüş fakat o dehşet karşısında dilimiz söyleyememişti. O büyük depremde ölüm, vahşi bir hayvanı andıran kükreme ve karanlığı aydınlığa kesen dehşetli bir yıldırım gibi gelmiş, inkâra imkân bırakmayan çok güçlü bir ihtarat yapmıştı.

45 saniyede aşağı yukarı 45 bin insanı alıp götüren 1999 Depremi, benim hayatımda yakînen yaşadığım ilk yakınlaştırılmış ölümdü.

Şimdi Koronavirüs formunda ikinci defa yakınlaştırılmış bir ölümle yüzleşiyoruz. Yarı canlı yarı cansız bir virüs, salgın hâlinde tüm insanlığı tehdit ediyor. Haber bültenleri, ölüm haberlerinin skor tabelâsına dönüştü. Her gün dünyanın her yerinden yüzlerle, binlerle ifade edilen ölüm haberleri geliyor.

İnsanlık şaşkın, koca koca devletler aciz, zengin fakir, güçlü güçsüz herkes virüs karşısında çâresiz.

***

Koronavirüs formunda iyice yakınlaştırılan ve âdeta gözümüzün içine sokulan 2020 model ölümün 1999 Depremi’nden farkı; uzunluğu ve süresi…

Deprem 45 saniye sürmüştü, Koronavirüs salgını başlayalı 6 ay oldu; daha ne kadar süreceğini ise işin uzmanları dahi kestiremiyor. Bir nevi ölüm getirildi, korkunç bir tablo gibi gözümüzün önüne asıldı, orada öylece duruyor aylardan beri. Gözümüzü nereye kaçırsak tablo oraya kaydırılıyor; görmemek için deve kuşu olup kafayı kuma gömmekten başka çâre yok. Kaçış yok, ölüm her yerde kol geziyor. Tek tek insanlar aciz, toplu tüfekli devletler çâresiz. Ölüm, insanlığın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi asılı duruyor.

Ne yapmalı peki, ne olacak, hiç mi umut yok?

Sondan başlayalım: Hayat devam ediyorsa, umut var demektir.

Mümkün olup tercüme edilse, nabzın aslında “Umut umut” diye attığı görülür. Hiçbir dinde, felsefede, düşüncede ümitsizliğe yer yoktur.

İnsan demek, bir bakıma “ümitlenen” demektir. Bu süreçte herkes şunu iyice anlamış olmalı ki, insanoğlunu aciz bırakan, felç eden, tüm düzenlerini ve düzeneklerini altüst eden aşkın bir varlık var; inansan da var, inanmasan da. Madem o var, öyleyse ümit de var. 

Aklımıza mukayyet olup korkularımızın esiri olmadan, salgın tedbirlerine de azamî riayet ederek ümitvar olacağız/olmalıyız. İnsanlık uzun tarihi boyunca Korona salgını benzeri nice felâket ve tehditle karşılaşmış, bir şekilde hepsinin üstesinden gelerek dünya yüzünde varlığını sürdüregelmiştir. Bu salgının da üstesinden gelecektir.

***

Ya üstesinden gelemez olur da bu salgın, insanlığın sonu olursa, ne yapabilir, ne diyebiliriz ki? “Korona’dan da kıyamet mi olur?” diye itiraz edebileceğimiz bir temyiz mercii var mı? Hem sonra insanlığın büyük ölümü anlamındaki kıyametten bize ne? Yoksa biz kıyamete kadar yaşayacağımıza mı inanıyorduk farkında olmadan? “Herkes ölür de biz bir şekilde yaşar gideriz” diye mi kandırıyorduk kendimizi? Her cenazeden dönüşte gizli gizli seviniyor muyduk yoksa “Bu sefer de ölen ben değildim” diye?

O meşhur Nasrettin Hoca fıkrasını hatırlamanın tam sırası: Hani Hoca’ya sormuşlar “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye de “Hangi kıyameti soruyorsunuz?” diye cevap vermiş ya...

“Kıyametin hangisi mi Hocam?” diye itiraz edecek olmuşlar, “Tabiî olur” demiş, “Hanım ölürse küçük kıyamet kopar, ben ölürsem büyük kıyamet”.

Bizim büyük kıyametimiz, şahsî ölümümüzdür. İnancımıza göre de onun vakti saati bellidir; eceli gelmeden kimse ölmez, eceli geleni de kimse yaşatamaz. Öyleyse vakti gelmeden korkudan ölmeye gerek yok.

Korku duygusu insana hayatı korumak için verilmiştir; hayatı zehirlemek, âdeta yaşarken öldürmek için değil. Biz tedbirimizi alalım, “Evde kal” deniliyorsa evde kalalım, “Maske tak” deniyorsa maske takalım, ötesini de kafaya takmayalım. Sonuçta ecel bu, salgından olacaksa baş göz üzerine! Korona’dan ölmek ne ayıp, ne de günahtır.

Öyle anlaşılıyor ki, evlerimizdeki zorunlu istirahatımız mübarek Ramazan ayı boyunca devam edecek. Bugünleri okuyarak, yaşadıklarımız üzerine düşünerek, ibret alarak geçirelim. Unutmayalım, bu defa ölüm Koronavirüs formunda yakınlaştırıldı ama tövbe istiğfar ve insanlarla helâlleşip ödeşmek için fırsat da verildi. Bu fırsatı iyi değerlendirelim, elimizde olmayan ecelin telâşına düşüp elimizde olan kulluğu ıskalamayalım!