EVDEYİZ. Hattâ “Evde kal”dık.
Bahar geldi ama “Dışarda mevsim baharmış,/
Gezip dolaşanlar varmış” şarkısındaki gibi yalnızlık hissindeyiz.
Ramazan’dayız.
Hattâ “Ramazan eve sığar”dayız. Kur’ân geldi ama “Her harfine bir sevap var!” modundayız.
İnsanlık,
“Ölümdeyiz!” paniğinde. Hattâ “Ölüp ölüp dirildik!” deyişindeyiz. Kapıyı çalan
salgın gitti mi diye kapı deliğinden gözlemlemekteyiz.
Haberlerdeyiz.
Hattâ sadece sağlık haberlerindeyiz. Gurur duyduğumuz sağlık hizmetleri ve
kahramanlarımız olan sağlıkçılarımız için duâlardayız.
Peki,
kendimizde miyiz?
***
Korona
sebebiyle tedbire ve Ramazan vesîlesiyle Kur’ân’a yöneliyor muyuz?
Tedbirlerdeki isteksizlik ve gevşeklik, acaba Kur’ân’a yönelişte de var mı?
Var!
Oysa
ironiye/nükteye bakın ki, Korona kelimesini Arapça kelimeyle yazmak isteseniz,
“Kur’ân” kelimesi için kullandığınız harfler sırasıyla bile aynı. Bağ
kurmuyorum, sadece espri yapıyorum…
Korona
sürecinin iki gündeme odaklanmamızı sağlamasını umuyordum: Tanrı ve aile…
Olmadı! Ne Tanrı’yı konuşuyor dünya, ne de aileyi. Oysa gözle görülmeyen bir
virüsün tüm dünyayı evine kapatma ve ölüm psikolojisindeki etkisi, beraberinde,
“İnsan yaratılmış bir varlık, Yaratıcı’yı
unuttuk!” gündemini getirmeliydi. Bir de evde kaldıysak, ailece
“aile”nin kıymetini güncelleyebilmeliydik. Fakat o da olmadı! Hattâ eve kapanan
aile bireyleri, yine ellerinde cep telefonları ile sanal dünyalarına
gömüldüler.
***
Korona
süreci azaldığında, belli ki dünya, “Tanrı” veya “aile” konusunda dersler
çıkarmayacak. Çıkardığı derslerin alanı büyük ihtimâlle sağlık, ekonomi ve
teknoloji olacak. Ve bu dersler, yine tipik “kapitalizmin kıymeti” üzerine
işlenecek…
Müslüman
coğrafya açısından özellikle “Ya Şehr-i
Ramazan, geldin ama biz sana gelemiyoruz!” burukluğunda geçecek bu durum.
Çünkü salgın sebebiyle ziyaretleşmelere, camilerde ibadetlere
kapalıyız. Oysa istersek bu burukluğu bir sevince de çevirebiliriz: İtikaf…
Yani
Ramazan’ın özellikle son on gününde, Kadir Gecesi’nin arandığı o son on günde,
kendimize çekildiğimiz, kendimizi demlediğimiz o itikaf nimetini tüm Ramazan’a
yayabiliriz. Çünkü zaten evdeyiz Ramazan boyu. Korona sürecinin de ibretlik ve
tavsiyelik ortamında Kur’ân ile başbaşa kalarak, okumalarımızı ve
düşüncelerimizi kulluğumuz için seferber edebiliriz. Ne de güzel olur!
***
Örneğin
ben her Ramazan, “23 Gün Kur’ân Okumaları” başlığıyla bir program uygularım.
Bu
programa göre, her bir günde, bir yılda inen sûreleri okurum.
Birinci
gün, Vahyin birinci yılda indirdiği sûreleri okurum. İkinci gün, ikinci yılda
inen sûreleri… Böylece 23 gün boyunca Kur’ân’ı tamamlarım. Genellikle de Kadir
Gecesi’ne kadar bitirmeye çalışırım. Hattâ sosyal medya ortamında “23 Gün Okumaları”
kapsamında bir grup aile olarak birlikte bu programı tamamlamaya çalışırım.
Vahyin
ilk âyetlerinde, “Biz insanı ‘alâk’tan yarattık!”
der; sûreye de adını verir “alâk”.
“Alâk”
kelimesi, “bir şeyin bir tarafıyla başka
bir şeye bağlanması, yapışması ve geride kalan kısmının boşlukta olması”
demektir. Nitekim başka bir âyette, anne rahminde çocuk oluşumunun evrelerinden
biri olarak, bebeğin rahme yapışması betimlenir.
İnsanın
bu fizikî “alâka” evresi, doğduktan sonra da duygusal olarak devam eder.
Anneye, babaya, vatana, bayrağa, topluma, arkadaşa, sevgiliye bir yerden tutunmak
ihtiyacı devamlılık gösterir.
“Korona ile Kur’ân
kelimeleri arasında Arapça yazılım arasında da bu tarz bir ‘alâka’ var!” diyelim de, “Ne
alâka?!” denmesin…