TÜRKİYE’deki ilk pozitif hasta tespitinin üzerinden sekiz
aydan fazla zaman geçti. Kâh üzüldük ve endişelendik açıklanan sayılardan, kâh
sevindik, ümitlendik. Kurban Bayramı tatilinin ardından yazdığım bir Kovid-19
yazısında, işlerin aslında çok da kötü gitmediği, tatil sonrası üzerine kurulan
kötü senaryoları atlatabilirsek salgınla mücadelenin başarılı olacağı düşüncemi
anlatmıştım. Yazık ki, kendi kendimi tekzip etmek zorundayım şu günlerde.
Küresel ölçekte bir plânın parçası olarak üretilmiş
olmasa da yıllar önce, dünya nüfusu üzerinde farklı bir hâkimiyet ve biat
sistemi geliştirmek üzerine kurulan hâin plânlara hizmet eden bir virüsle karşı
karşıyayız. Bir yılı aşkın süredir dünyada olduğunu düşündüğümüz bu illet
hakkında her geçen gün yeni bilgiler ediniyoruz. Uluslararası makalelerde
birbirinden farklı bilgiler yayınlanıyor ve hangilerinin doğru olduğu konusunda
hâlâ tereddütler yaşanıyor. Maskenin sadece hastalar tarafından takılmasının
gerekli olduğunu düşündüğümüz günlerden herkese maske takma zorunluluğu getirdiğimiz
günlere geldik meselâ...
Devletler, vatandaşlarını koruma kaygısıyla önlemler
alıyorlar. Halkı bilinçlendirme gayreti gösteriyorlar. Yasaklar ve cezalarla
yayılımın seyrini değiştirmeye çalışıyorlar. Ancak halklar, devletlerin bu
çabalarına aynı oranda destek vermiyorlar. Amerika ve Avrupa’daki birçok
ülkede, insanların sokağa döküldüklerini, kısıtlamaları protesto ettiklerini,
zaman zaman kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya geldiklerini görüyoruz. Zira
dünyanın neredeyse tamamında, yönetimler tarafından kabul edilmemiş olsa da,
halkın inancı, virüsün bir plânın parçası olduğu yönünde. Ve bu plâna dâhil
olmak istemiyor bazıları.
Ancak, bir plânın parçası da olsa, dünyayı tehdit
etmeye devam ediyor Kovid-19. Tüm dünyada 55 milyondan fazla tespit edilmiş
vaka ve 1 buçuk milyona yaklaşan ölüme sebep olan virüsün en yaygın bulaşma
yolunun burun olduğu konusunda ise otoriteler neredeyse hemfikir. “Virüs havada
kaç saat asılı kalıyor, hangi yüzeylerde daha uzun süre yaşıyor, bir kişi kaç
kişiye bulaştırıyor?” gibi çelişkili bilgileri bir kenara bırakıp, basit ferdî
tedbirleri almak zorundayız.
Maske-mesafe-hijyen üçlüsünden en basit olanı “maske
takmak” olsa gerek. Günlük hayatta toplu ulaşım aracı kullananlar ve aynı
bantta çalışan fabrika işçileri, mesafe konusunda zorlanabilirler. Alışveriş
esnasında anlık olarak hijyen tedbirleri alınamayabilir. Oysa maske, her an
yüzümüzde olabilir. Evet, uzun süreli kullanımda kulak arkasını tahriş ettiği
doğrudur. Ya da elmacık kemiklerinde, burun üstünde iz bıraktığı hepimizce malûm.
Ama günlük hayatımızda mesafe ve hijyen konularına her an uymanın
imkânsızlıkları düşünülünce, ferdî olarak alınabilecek en etkili önlemin de
maske olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
Fakat sekiz aylık tecrübemiz bize gösterdi ki, maske
gerçeği henüz bir hayat tarzına dönüşmüş değil. Sokağa çıktığımızda her gün
daha fazla maskeli vatandaşla karşılaşıyor olmamız bizi bu konuda aldatmasın.
Zira maskeyi doğru kullanmak konusunda hâlâ çok büyük eksiğimiz olduğu aşikâr.
Bu eksiğin en büyük sebebi, bilmemek değil, önemsememekten kaynaklanıyor.
“Bana bir şey
olmaz!” özgüveni bu konudaki en büyük
gafletimiz belki de… İllâ yakınımızdaki birilerine virüs bulaşması gerekiyor
doğruyu anlamak için. Oysa o vurdumduymazları bir hastanenin Kovid servisine
sokmaya çalışsak, kapıdan girmemek için nasıl mücadele edeceklerine şâhit
olabiliriz. Hastanede virüs bulaşacağına inananların dışarıda nasıl olup da bu
kadar kendilerini güvende hissedebildikleri ise tez konusu olabilir bence. Öyle
ya, hastanedekiler de dışarıda aldılar bu illeti!
Bugün, iyi bir insanın tarifini yapmaya kalksak,
herkesin ortak olarak yazacağı madde, “Kul
hakkı yemeyen” şeklinde olacaktır. Kul hakkını, birine bilerek ya da
bilmeyerek maddî zararlar vermek gibi kısır bir tarife oturtursak, işin özüne
inememiş oluruz. Bilet kuyruğunda birinin önüne geçmek de, sokağın ortasında
arabayla durup arkadan gelenleri bekletmek de kul hakkına girer. Öyleyse,
birinin rutin haklarını kullanmasını önlemek de kul hakkıdır. Ve sağlık,
herkesin vazgeçilmez haklarından biridir. Kendi çocuğumuzun, eşimizin, anne
babamızın, kardeşlerimizin olduğu kadar, tanımadığımız herkesin de hakkı…
Koronadan korunmak adına, bilinen ve tavsiye edilen
tüm kurallar bu minvâlde de değerlendirilmelidir. Korunmayarak aldığımız risk,
başka hayatlar için de risk oluşturduğuna göre, Koronadan korunmak, kul
hakkından da korunmak anlamına gelir. Hiç kimse, itikâdı gereği bu riskleri “kader”
olarak değerlendiremez. “Takdir Allâh’tan” diyenlerin tedbir almamak gibi bir
lüksü olamaz!
Eğer bu hassasiyet, toplumun büyük bölümünde kendini
gösterebilmiş olsaydı, belki de bugün 4 binlerle ifade ettiğimiz hasta sayılarına
ulaşmamış olacaktık. Zamanında, Devletin tedbir diye önümüze koyduğu kurallara
uysaydık, bugün kahvehaneleri, lokantaları, AVM’leri ve en önemlisi de okulları
tekrar kapatmak zorunda kalmayacaktık.
Hiçbir şey için geç değil. Yeni tedbirler, virüsü bitirmeyecek
olsa da hızını azaltmaya yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.
Aralık ve Ocak’ta Çin’den geleceği açıklanan 20 milyon
doz aşı sahaya inene kadar, dişimizi biraz daha fazla sıkmalı ve kurallara
harfiyen uymalıyız.
Maske takmanın basitliğini kola veya çeneye takma
anlamsızlığından kurtarmalı, helâlleşemeyeceğimiz insanların sağlık hakkını
gasp etmemeli, kulluk ve vatandaşlık görevimiz olan tedbirlerden
vazgeçmemeliyiz.