Korku dört bir yanı sarmışken

Artık dünyada hiçbir olay tek başına olmuyor. Bu yüzyılın insanı çok bilinmeyenli ve fonksiyonlu denklemlere zaten alışkındı ya, artık söz konusu denklemler kendi zorluk katmanlarını da şartlara göre değiştirilebilecek şekilde donatmış durumda. Bir müddet sonra denklem kurucuların öngörülerini de aşan ve bizzat kendilerini sabote eden hâle gelecekleri ihtimâli, bana “Hesap Görenlerin En Büyüğünü” hatırlatıyor.

ÖNCE Çin’in tüm dünyayı ekonomik anlamda saracak yükselişinden korkuyorduk. Dünya devlerinin çatışmalarının ne zaman fiilî, sıcak ve kanlı bir savaşa dönüşeceğini korkuyla bekliyorduk. “ABD’nin kafası atar da İran’daki ambargonun beterini bize uygular mı?” diye tedirgin olanlar vardı, “Suriye’de ne işimiz var? Ya Rusya doğrudan bizimle de savaşırsa?” korkusunda olanlar da…

Yeni değil, bugünlere mahsus da değil korkuların çeşitliliği yahut gündemimizi bu denli işgal etmesi. Daha kötü olanı, yersiz de değil!

Belki bir kısmı özellikle pompalanıyor korkulu bir toplumun göstereceği özellikler açısından; belli amaçlarla kullanılabilir olduğundan, özellikle büyütülüyordu. Ama nihâyetinde duygunun kendisi de, bu duyguyu doğuran faktörler de sadece balon değildi…

Son yıllarda Türkiye’nin attığı her adımı bir bekâ savaşı olarak nitelendirenlerin derdi de dünyanın her yerinde insanların nasıl hızla ve büyük, sabırlı, titiz bir plânla dönüştürüldüğünü görmeleriydi. Çok uzun bir zaman önce kurgulanan stratejinin olası tüm aksilikler dâhil ve plânlanmış şekilde, her olağandışı gelişmede amacından sapmadan güncellenmesiyle, kocaman ve derin bir amaç ve ekiple karşı karşıya olduğumuzu ifade edenlerin basitçe “komplocu” diye nitelenerek geçiştirilmesini hâlâ haklı görebilecek miyiz?

Nihâyet ABD’nin hâlâ dünyanın süper gücü olsa bile, Çin’in de içinde bulunduğu bir karşıt denklem söz konusu olduğunda daha stratejik davranması gerektiği bir dünya konjonktürü oluşuyordu.

Dünya ekonomisinde açılabilecek farklı kanallara ilişkin ihtimâlleri yükselten bir unsur olarak yükselişini sürdürüyordu Çin… Coronavirüsün nasıl bir gündem içinde ortaya çıktığı önemli… Salgın kontrol altına alınana kadar geçecek süre, aşının piyasalara sürülmesi, virüsün korkutmaz hâle gelip normalleşmesine dek yaşanacaklar daha da önemli!

Artık dünyada hiçbir olay tek başına olmuyor. Bu yüzyılın insanı çok bilinmeyenli ve fonksiyonlu denklemlere zaten alışkındı ya, artık söz konusu denklemler kendi zorluk katmanlarını da şartlara göre değiştirilebilecek şekilde donatmış durumda. Bir müddet sonra denklem kurucuların öngörülerini de aşan ve bizzat kendilerini sabote eden hâle gelecekleri ihtimâli, bana “Hesap Görenlerin En Büyüğünü” hatırlatıyor.

“Birileri oyunu kurarken oturup sadece sabırla beklemeli” anlamına gelmiyor bu hatırlayış. Zaten sabır da öylece durup sonucu beklemek değil. Aksine, bizzat bundan kaynaklanan güven ve cesaretle duruşunu ve eylemini belirlemek demek…

Hâlâ Türkiye’yi küçük gören, hâlâ “Devlerle kapışmaya gerek var mı? Karınca file kafa tutar mı?” diyen küçük zihinler var ya bu ülkede, işte onlara cevap, yine bugün yaşananlardır!

Eylemin de, belânın da, çözümün de küçüğü büyüğü olmaz. Etkili olması yahut işe yaramamasıdır söz konusu olan...

Bugün ölümün ihtimâli bile yetiyor ya zihinlerin kavrulmasına, değerlerin unutulmasına; bizde ölüm, aksine değerleri yaşatmak için aslî sebebimiz…

“Ölüm varsa Hakk var” der, ötesini düşünüp bugünümüzden mesul tutarız kendimizi.

İnandıklarımızı unutmadan yaşamaya çalışarak bakalım şimdi dünyamıza. Coronavirüs kapıda, bize ulaşmaz değil. Hazırlıklı mıyız? Bu toplum böyle bir salgında kadim değerlerini koruyarak birbirine yaslanmayı, kendi kadar diğerini düşünerek mücadele etmeyi başarabilir, değil mi?