KORKAKLAR, aklın sükût ettiği, menfaat merkezli endişelerle
geliştirdikleri argümanlara tutunurlar. Yalanı, iftirayı, inkârı bütün
terminolojilerin değer çıtasına aldırmaksızın legal görmeye başlarlar. İllegal
hâllerine aldırmaksızın legali illegal ilân etmekte beis görmezler.
Hâlbuki dünya üzerinde insanlığın ilk varoluş sürecinden
günümüze, tanrılı tanrısız bütün din ve ideolojilerin “10 erdem” tabir edilen
değerler zinciri vardır. Fakat korkakları korkutan da hiçbir değere sahip
olmamalarıdır. Onlar, tüm değerler üzerinde tepinmeyi, hâdsizce sınırları
aşmayı maharetten bilirler ve hiçbir otoriteyi tanımayıp kendi
terminolojilerini oluşturmaya teşnedirler.
Kendilerine öyle bir vitrin oluştururlar ki, İlâhî yasaları,
halkın itibar ettiği İslâm âlimlerini yüreksizliklerine maske yapmaktan imtina
etmeyecek kadar hâdsizleşebilirler. Çünkü hâdsizlik, korkaklığın şiarındandır.
Ve bu hâli meşru kılıp manevî dinamik olarak nitelendirebilirler.
Vitrinin ardında Vahye mugayir fetvalar vermek onlar için
mümkünden daha öte bir ruhsattır. Nereden, nasıl ve ne hakla, nelerden beslendikleri
belli olmayan maddî çıkarlarını yitirme korkuları ve at oynatacak meydanlarının
kalmayacağından korkmalarının getirdiği panikle, ülkede cereyan eden (ki bu
İlâhî tecelli olsa bile) her vakayı kendilerine malzeme yapmaktan, acının
üzerinden rant devşirmekten imtina etmezler. Onlar uluorta her yerde “edep”
ifadesinin anlamından uzak edebe dair ahkâm kesebilirler.
Demiştik ya az önce, illegal olduğunun farkındasızlığı
ile legal olanı illegalleştirme cüretine pek hızlı ve mahir biçimde
soyunabilirler.
Benim bildiğim bir şey var ki, o da etkisiz olan hiçbir
şeyden ve kimseden insanoğlu korkmuyor. Korksa, anormal olur. Ne vakit bir etki
hissediliyor, yeterliliğin arttığı, yetkilerin genişlediği fark ediliyor, işte
o zaman korkaklar gard geliştiriyorlar. İşte üç tarafı denizlerle kaplı, dört
tarafı hırsları hışma dönüşmüş korkaklarla çevrilmiş bu cennet vatanı,
bölücülerin ve katillerin aklı ile parçalamaya teşne olanların ahvali budur!
Kavgasını verecekleri hiçbir değere sahip olmayan,
yaşadıkları vatan toprağına aidiyet hissetmeyen, bir ideanın, bir dâvânın
sancısını çekmeyen, geleceğe dair inkişaf tahayyülleri olmayan korkakların
portresi budur!
Korkaklar hem keyif sürmek, hem kahraman olmak isterler. Zahmetsiz
rahmete konmak istediklerinden, ağızlarına geleni söylemekten çekinmezler. Bu
yüzdendir mâkâmlarını kaybetmekten, unvanlarını kaybetmekten, kazançlarını
kaybetmekten, şöhretlerini kaybetmekten ölesiye korkmaları. Çünkü onların
servet anlayışı ölünceye kadardır. Bu yüzdendir dostu sırtından bıçaklama
pratikleri ve oturamadıkları iktidar koltuğuna pasif jimnastik eğilimleriyle
oturma heveslerini yeni partiler kurarak gerçekleştirmek istemeleri.
Onları kutlu bir dâvâya adanmışlık değil, hevesleri
yönetir. Vatan hainliğini, terörü meşru görmeleri de bu heveskârlıklarındandır.
Kiminle yan yana durdukları, neye “evet”, neye “hayır” dedikleri, imrendikleri
hedefe göz diktiklerinden pek ehemmiyet arz etmez.
Korkakların kendi imzaları yoktur; fi tarihli imzaların
savunucusu gibi görünüp güya idealist bir portre çizerler. Özel çabalarla,
türlü Batı/l ittifaklarla faktör olma hâlimize alışmış Türkiye’nin aktör olma
vasfına bürünmesini hazmedemeyenler, bırakın vatanlarına sahip çıkmayı,
vatandaş olmaktan dahi imtina ettikleri için alenen korkaktırlar. Çünkü
yüreklilik, taşın altına elini koymayı gerektirir. Çünkü cesaret, kendi
inancından, değerlerinden, öz kültüründen beslenerek güce dönüşür. Çünkü sahip
çıkmak, canını dişine takmak ve rahatından vazgeçmektir. Kaybetmemek için
değerli ne varsa uğruna savaşmaktır! Yeri geldiğinde kutlu bir inanç ile ölüme
koşmaktır.
Korkaklarınsa böyle meşgaleleri yoktur! Onlar bu
meşguliyet için gayret gerektiğini, kocaman bir imanlı yürek taşımak
gerektiğini bildiklerinden, vatan, bayrak, millet ve din gibi kıymetler için
ölmekten ölesiye korkarlar. Böylesi kutlu mesuliyetlere göz koymazlar. Bu
yüzden “şehadet” mâkâmı sadece iman edenler içindir!