DEV yürekliler, cüce akıllıları korkutur!
Çünkü cüce akıllıların erk kaygıları kendi alanları ile
sınırlıdır. Nefsî menfaatlerine el uzandığında feryat figan ederler.
Onların ülke coğrafyası ile dertleri yoktur.
Kendilerinden gayrısı ötekidir ve onlara nedir
diğerlerinden! Farklı anlayışlara tahammülü olmayan, aynı düşünce biçimini
edinenlerle koloni hâlinde yaşadıklarından, kapı komşusunu pek kolay “Bizden
değilsin!” ithamı ile yargılayabilirler.
Cüce akıllılar bencillik boyutunu, vatan sınırlarını ihlâl
ile kıtalar ötesine taşımaktan imtina etmezler.
Onların ilgi alanlarına yalnızca kendi konforları, kendi
kadroları, kendi müesseseleri girer.
Kendilerinden olmayanla ticâret bile yapmazlar. Mâkâm,
mevki, rant getirecek durumlar onların nemalandıkları alanlar olduğundan,
kimselerle paylaşmak istemezler.
Halka hizmet yalanlarıyla propaganda yapıp yönetici seçildiklerinde
ilk iş olarak sair siyâsî düşünceye sahip çalışanları kurumlarından temizler,
yeterli, yetersiz fark etmez kendi yandaşlarını konumlandırırlar. “Halk, halk”
söylemleriyle geldikleri mâkâmlarda halkı işsiz bırakmak için gayet telaşlıdırlar.
Bu yüzden korkakları, eyledikleri menfaatperest tavırlar
deşifre olmasın diye, ülkesini ve halkını müreffeh bir düzeye taşıma gayretini
vazife edinenlerden ürkerler.
Kendi hakları olduğunu sandıkları nimetlerden eksileceği
hissine kapılıp endişeleri korkuya evrilir!
***
Ve Türkiye’nin son dönem seyri de böyledir. Neredeyse bir
çeyrek asra varacak dönemde ana muhalefet ve sair parti liderleri, sözcüleri,
vekilleri, korkularını gizleme çabası ile kontrolsüz bir üslûpla “muhalefet”
hakkı üzerinden gayr-i millî tavırlar geliştirmekte.
Her şeye rağmen hizmet eden ve bütün eleştirileri kocaman
yüreğinde eriten bir devlet adamı, aklı evveller, aklı yetersizler, aklı
hasisler için cinnet demektir!
Ellerinden geleni esirgemeden, ölümüne duâ etmek, onların
kendi terminolojileri için neredeyse vaciptir.
Çünkü cüce akıllılar için Dev Yürekli Adam ölmelidir!
Yoksa ne rahatları, ne nemalanacak ortamları, ne de
kadroları kalacaktır!
Durdurmaya güç yetiremedikleri bir başarıya şahit olmak
böylesi yetersizlerin huzur bulmasını, huzura ermesini engelleyeceğinden, aklı
ziyan çareler üretmeye sevk olurlar.
AK Parti’nin, 18 yıllık iktidar döneminde yıpranması
beklenirken, günbegün başarılı projelerin hayata geçirilmesi, pandeminin gayet
aklıselim tedbirlerle yönetilmesi, Akdeniz politikası, sınır harekâtları gibi
başarı çizgisini arttırarak yoluna devam ediyor olması, tüm şuursuz baskı ve
yaptırımlara meydan okuması, korkakların güya plânlı ve hatta dış güçler
tarafından destekleniyor olmalarına rağmen korku ve panik hâline gelmiş bir
saldırı şeklini kendileri için meşrulaştırmaları şekline bürünmüş ve bunu
uygulamakta beis görmemişlerdir.
Korku duygusunun insan psikolojisi ve dolayısıyla toplum üzerinde
pek çok tesiri vardır. Bu gerekçe ve tesirlerin bir kısmı masum ve kişinin kendisinden
başkası için bir tehdit oluşturmazken, zümreler ve topluluklar arasında cereyan
eden korkunun tezahürleri tedavi edilebilirlikten uzak olmakla birlikte ciddi
tehlikeler barındırır.
Korkak kişiliklerin muhatabı kendi sınırlarını aşan bir
güce ve dirayete sahipse, öncelikle “yetersizlik” hissine kapılır, kendi
azlığını fark eder.
Eğer yeterli donanıma sahip değilse bu yetersizlik hissi
onda, karşısındaki güçlü muhataba saldırma hissini körükler.
Ve derken bu iki his, yetersizlik ve azlık duygusu,
korkuya ve çıkar endişesine evrilir.
Korkuya kapılan akıl tedbirsiz refleksler geliştirir.
Çünkü korku, açık şuur ile davranmayı ve mantıklı düşünmeyi engeller.
Korkunun insan psikolojisi üzerinde pek çok tesirinden biri
hâdsizlik, bir diğeri de sadakatsizliktir.
Bu tesirlerden hareketle, toplumumuzda korkaklığa itibar
edilmez!
İlmi ve irfanı yerinde olan korkağın korkusunu anlama
gayretini taşıdıkça korkakların cüreti artar da artar.
Meselâ, idare edildiğinin farkına varamayıp idare
ettiğini sanarak “paralel yönetim”e soyunur!
Yine korkakların geliştirdikleri, mantıksız ve şuursuz
refleksleri kendilerine benzeyen, yetersizlik ve azlık hissi barındıranlar
tarafından destek bulur ki bir zümre hâline gelmeleri pek uzun sürmez.
Artık onlar bir güruhtur!
Meselâ, önce “Cemaat” diye adlandırılırlarken, sonra “paralel”
ve en nihayetinde “çete” unvanıyla irtifa kaybetmelerinin sebebi işte bu
paranoyakça korkunun ve endişelerini gemleyememenin iştahının neticesidir. Şuursuzlukla
hâd bilme gibi bir erdemden mesul olmayışlarının dramıdır!
Korkakların bir başka özelliği de saklı refleksler
geliştirmeleri, saman altından su yürütmeleridir ki bu duruma da 15 Temmuz
2016’da vâkıf olmuştuk.
O vakit, saklı saklı kadrolaşarak, dış güçler tarafından
finanse edildiklerini bildikleri hâlde ve muhalif partileri de yandaş edinmekte
beis görmeyerek kendi ülkesinin idarî yapısına haince sızan ve ihaneti
meslekten sayan, kendi insanına kurşun sıkmayı maharet addeden ve hükmî
otoritelere sızmış olan “çete” cüce aklıyla, dev gibi dirayetli bir Lidere,
korkusuz bir millete çarpacağını muhtemelen hesaplamamıştı. Hesaplayamazdı,
çünkü korkaklık duygusunun ağır yükünü taşımanın ne kadar ezici olduğunu en iyi
onlar biliyorlardı. Ve bu duygudan biraz önce kurtulma telâşına
kapıldıklarından, matematikleri şaşmıştı. (Devam edecek…)