Kör nokta

İnsanın hayatı boyunca en tutarlı ve istikrarlı hatâlarındadır; sadece doğru olmasını istediği şeylere önem vermek ve sadece istediklerini söyleyeni dinlemek... Bu bir girdap, bu bir felâket, bu bir eyvahtır! Düşünülen ve inanılan şeylerin tam zıddında hayatını değiştirecek doğrular duruyor; fakat sen bu doğruları kör noktanda hapsediyorsun, duymaya, görmeye ve anlamaya emek vermiyorsun. Bu, hakikaten bir hüsran!

BÜTÜN bir hayatı, insanları, olayları ve tepkileri algılarken tek bir sistem kullanmayız. Konuşurken göz göze olmanın, anlamak ve idrak etmek üzerindeki etkisi de bu yargımın ispatı niteliğinde...

Hani çok yaygın bir sitem vardır; “Seninle konuşuyorum, gözüme bak!”… Çok haklı bir serzeniş!

Zaten dinlerken başka tarafa bakanların anlamamak üzerine dirençli bir çabası olduğu da gözlerden kaçmaz.

Belli bir mesafede, aynı cümleleri aynı kişiden dinlerken göz göze olmak ve olmamak arasında çok büyük bir fark var. Dinlerken konuşanın yüzüne baktığınızda odaklanabiliyor, diğer ses ve görüntülere kayıtsız kalıyor, sadece anlatılanın mânâsında derinleşiyorsunuz. Başka bir yere bakarak gerçekleştirilen bir sohbette, dinleyen sadece duymuş olarak kalıyor. Söylenenlerin mânâsına ve söyleyenin amacına asla ulaşamıyor.

Tüm bu ifademin beni götürdüğü adres şu ki; dinlemek eyleminin sadece bir kısmı kulakta gerçekleşiyor. Daha doğrusu kulaklar, sadece duymak fiilinin icracısı. Konuşanı anlamaya, keşfetmeye niyetliysek, bu dinlemek eylemine gözlerin de katılması gerekiyor. Tabiî ki anlamak için göz de, kulak da yetmiyor. Bu iki mucizevî organ, dinlemek gayretinde gerek şart, fakat yeter şart değil!

İnsanın insanı anlamasında, daha bir dolu iç ve dış organla beraber, görülmeyen varlığımızın da iştirakine ihtiyaç var. 

Velhâsıl; insanda bir kör nokta var ki, karşıt düşünce ve duyguları o bölgeye gönderiyor. Bunu yaparken de kulakların istemsiz algısına mâni olamadığından, ya gözleriyle, ya aklıyla ya da rûhuyla duyarsızlaşıyor. Anlatılan her şeyi sadece duymuş olarak eylemi sona erdiriyor.

Kör noktamız nerede peki?

Bilenler bilir; gözün görme sinirleri ile ağ tabakanın (gözde görüntünün düştüğü yer) birleşiminde bir kör nokta vardır. Bu kör noktada farklı renkleri algılayan hücreler bulunmaz. Bu yüzden de kör nokta üzerinde görüntü gerçekleşmez. Yani bu kör nokta, korneadan ve mercekten kırılan ışıklara karşı duyarsızdır. Duyarsız, duyumsuz ve görme üzerinde etkisiz bir nokta... Bu biyolojik teşbihten sonra insan fark ediyor ki, biyolojide ve fizikte yeri olmayan pek çok kör noktamız daha var.

Buradan sonrasına ihtimam gerekiyor

Sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişi ya da grupları dinlerken, anlamaya harcadığımız çaba elbette övgüye lâyık. Fakat bu, durduğumuz yeri güçlendirmek için ne kadar faydalıysa, yanlış bir duruştan vazgeçmede de o kadar etkisiz.

İnsanın hayatı boyunca en tutarlı ve istikrarlı hatâlarındadır; sadece doğru olmasını istediği şeylere önem vermek ve sadece istediklerini söyleyeni dinlemek... Bu bir girdap, bu bir felâket, bu bir eyvahtır! Düşünülen ve inanılan şeylerin tam zıddında hayatını değiştirecek doğrular duruyor; fakat sen bu doğruları kör noktanda hapsediyorsun, duymaya, görmeye ve anlamaya emek vermiyorsun.

Bu, hakikaten bir hüsran!

Göz de görür, gönül de

Gözdeki ağ tabakada oluşan görüntü, reseptörlerin oluşturduğu sinirsel etkileşimle beynin görme bölümüne uyarı gönderiyor. Beynin görme alanı bu sinyali değerlendiriyor ve hangi renkte, ne boyutta ve ne şekilde olduğuna karar veriyor. Siyah-beyazı algılayan hücrelerle diğer renkleri algılayan hücrelerin her biri, doğruyu yansıtmak üzerine çaba sarf ediyor. Her iki gözün sağ ve sol görme alanları, beynin sağ ve sol bölümlerine bir yolculuk yapıyor. Gözün sol görme alanları sağa, sağ görme alanları sola iletiliyor. Böylece retinaya ters düşen görüntü, beyinde düz ve net bir biçimde algılanıyor.

Bir “görmek”, sadece görmek değil işte!

Allah (CC), yaratılmış insan üzerinden bir saltanat sunuyor, görmüyoruz. Nesne ile göz arasındaki duyum bu kadar kompleks olmayabilirdi. Basit, oylumsuz, tekdüze ve tek tip hücre yapısıyla da görmemizi gerçekleştirirdi Yaradan...

Allah’ın nimetlerinden ibret almak gerekiyor!

Bir nesnenin tüm renk, doku, uzaklık, boyut ve benzer özelliklerini eksiksiz algılayabilmek için o küçücük organ (göz), kısacık bir bakma süresinde, akıl üstü bir faaliyet gerçekleştiriyor. Göz merceğinin gergin veya gevşek duruşu, yakın ve uzak algısına yardım ediyor. Göz merceğinin bu serbest hareketini çeşitli lifler ve kaslar mümkün kılıyor. Gözün şeklini ve yapısını sıvı ve jellerle kaplı alanlar sağlıyor. Bu şekil, görüntünün tam olarak düşmesi gereken yere düşmesini sağlıyor. Ufacık bir kayma ile birlikte netlik ve doğruluk bozuluyor. Görüntü daha önde ve arkada kalabiliyor, böylece ya uzağı-yakını görmekte sorunlar başlıyor ya da nesnelerin netliği hasar görüyor.

Hâl böyleyken, bize işaret edilen mucize şu ki; baktığımız yerdeki varlığın tezâhür eden değerini algılamak, kısacık bir anda, fakat pek çok hücre ve dokunun işbirliğiyle, emeğiyle gerçekleşebilir. Bu bir emektir. Bir görmek için bin emek gerekiyor.

Sonra sen tut, görülen, duyulan, sezilen ne varsa cihanda, senin fikir âlemine ters düşen her şeyi bir kör noktaya esir et(!)… Söylenenlerin de bir şekli şemaili, rengi, niteliği var. Ona gereken önemi vermedikçe algılayamaz, doğruluk-yanlışlık hesabı yapamaz ve körü körüne bağlanırsın yanlışlarına...

Gönül gözünün körlüğü de hiçbir şeye benzemez.

Nice âmâlar vardır, dünyayı ve nesneleri göremez de doğru sözü, doğru işi herkesten çok görürler. Çünkü âlemi dinlerken anlamaya gayret ederler, hiçbir duyumu kör noktaya göndermezler...

Biyolojide görmek eylemi en basit anlatımla şöyle gerçekleşiyor: Nesne, göz, beyin... Nesneye bakan göz; ışığın belli bölgelerde kırılması ve retinaya ulaşmasıyla, görme sinirlerini harekete geçirmesiyle ve karanlık-aydınlık almaçlarıyla beyne bir uyarı yolluyor. Beyinde de değerlendirme ve sonuç kısmı vuku buluyor.

Kör nokta; görüntünün düştüğü retina ile görme sinirleri arasında yer alıyor. Yani işler ters gider de nesnenin görüntüsü kör noktaya düşerse, burada o sayısız hücreler yer almadığından, beyne bir sinyal gönderilmesi de mümkün olmayacak.

Biyolojideki görme olayının sıralaması dikkat çekici...

Aynı sıralamayla mânevî kör noktamızda işler nasıl yürüyor, ona bakmalı!

Şöyle ki; fikirde ve duyguda kullandığımız bu mânevî kör noktaya atılan bilgilerin de -tıpkı gözde olduğu gibi- beyne ulaşmadan ötelendiği, daha beyinde değerlendirmeye sunulmadan sıfırlandığı gibi bir sonuca varıyoruz yazık ki...

Gözün görmesiyle gönlün görmesi birbirine benziyor. İkisinde de çok fark edemediğimiz bir süreç işliyor. İkisinde de algı için bir emek gerekiyor. İkisinde de kör nokta, beyinden önce geliyor. Kör noktaya iletilen bilgiler, beyne danışmadan reddediliyor.

Siyâsî, dünyevî, uhrevî, kişisel, toplumsal, millî ve benzeri her bir kulvarda, kendi doğru bildiklerimizin yanlış olabilme ihtimâlini kendimize hatırlatmak önemli. Bu hatırlayışla birlikte -art niyet olmadan- söylenen ve aktarılan bilgileri reddetmeden evvel, beynin değerlendirmesine sunmalı.

Amaç; kendi fikrini ve beyanını doğru olarak benimsemek ve karşıya aktarmak olmamalı. Amaç; doğru bildiğinin sağlamasını yapmak, yanlışlarını fark etmek ve doğruya evirmek olmalı.

Neden sadece biz öyle düşünüyoruz diye doğru olabilecek bir karşı görüşü süzgeçten geçirmeden reddedelim ki? Bu oldukça mantıksız ve geçersiz.

Aslında herkes, var olan obje ya da süjeleri olduğu gibi, tüm renk ve detaylarıyla görmek istemez mi? Hattâ bu görüş bozulduğunda (miyop, hipermetrop vb.), gözün merceği işlevini yitirdiğinde yapay merceklerle (gözlük) görüşü netleştirmiyor muyuz? Bütün bunlar, beynin en doğru değerlendirmeyi yapması ve bize gerçek görüntüyü sunması için...

Öyleyse var olan fikir ve duyguları, inanç ve yönelimleri de net bir şekilde algılamak da ancak beynin değerlendirmesine sunmaktan geçiyor. Bu yolda da gönül gözünün gördüklerini kör noktaya değil, kalbe, oradan da beyne aktarmak gerekiyor.

Gönül gözünün merceği bozulduysa, gerçekleri ve doğruları algılamakta zorlanıyorsak, bir gözlüğe ihtiyacımız olabilir. Gönül gözünün gözlüğü, görme eylemine rûhu da katmak olacaktır. Hep karşı çıktıklarını bir de rûhunla dinle! Bakarsın, yanlışlar doğru olur, doğrular yer değiştirir de ömrün kalanını doğru bir yol haritasıyla tamamlarsın…