Köprü

Bazen müşahhas, bazen de mücerret bir hamallık köprülerin kaderi. Hırçın bir nehrin üzerine kurulan zahirî köprü âşıkı maşuka kavuşturmak için yorgunluk nedir bilmeden yıllarca ayakta bekliyor.

PENCEREMİN kenarındayım. Saat gece yarısını çoktan geçmiş. Bu saatte ışığı da açmak istemiyorum. Perdenin ucunu şöyle hafifçe aralıyorum. Sokak lâmbasının ışıkları yola yansıyor. Yavaş yavaş kar taneleri cama vuruyor. Kar tanelerinin döne döne cama gelişlerini izledikçe izleyesim geliyor. Cama vurduğu andan itibaren eriye eriye süzülüp damlacık hâline geliyorlar. Gün doğduğunda her taraf karla kaplanacak; güneş ışınlarını yansıtan kar, gözleri kamaştıracak, gönülleri yatıştıracak.

Bu sükûn ortam kendimi dinlemeyi ve biraz da geçmişe uzanmamı sağlarken beni gülümsetiyor. Çünkü âdetullah hiç değişmiyor. Mevsimler kendilerine has dilleri ile ibret vesikaları sunuyor. Değişen biziz; insan…

Sükûnete eren bünyem varlığımı alıyor ve ötelere götürüyor. Küçüklüğümdeki ilk kardan adamımı ve kartopumu hatırlıyorum. İşte o vakitten bu yana geçen aralığı düşündükçe zamanın varlığını hissediyorum. Geçirdiğim bu zaman dilimi benim bir parçam, beni ben yapan anılarım. Elimde bulunan bu altın değerindeki anıları yüreğimde ışıtarak aydınlanıyorum.

Ağaçların yapraklarından tutun da dallarına kadar tüm bahçe karlar altında kalmış vaziyette. Her zamanki gibi selâmlaşıyorum. “Hayırlı, bereketli sabahlar” diyorum. Ağaçlarla selâmlaşmak bana ayrı bir yaşam sevinci veriyor. Her senenin yaprakları da, meyvesi de geçen senenin benzeri ama aynısı değil bana göre.

***

Şöyle düşünüyorum da, biz de öyle değil miyiz? Geçen seneki hâlimizle mi kalıyoruz? “Ya Hayy!” diyerek dünüm ile bugünümü karıp önüme koyuyorum. Kış ile ölümü, bahar ile hayatı tasavvur eyleyip birleştirerek bütünleştiriyorum. Anlamlandırma çabamla mânâ köprüleri kurmaya çalışıyorum. Bu köprüler öyle hâle bürünüyorlar ki bütünün diğer yanı oluyorlar.

Zihnen inşâ ettiğim köprüler bana “vesile” kelimesini de hediye olarak getiriyor. Bazı kavramlardan sonra içimizde uyanan duygular da hayatın bize sunduğu hediyeler gibi. Biz insanoğlu, ararız. Arayıp da bulduğumuz her aydınlanma kendimizdeki safahattır. Bir yapboz gibi yerine yerleşen her düşünce, içimizdeki köprülerin amacına ulaşmasıdır.

Dünyadaki her şey bir bütünden oluşur. Bir elmanın yarısıdır diğer tarafının bütünlüğünü sağlayan kısmı. Bütüne ulaşmak için çabalar dururuz. Diğer tarafı arayıp kollayan divaneler gibi döneriz. Boyuna köprüler ve vesileler kurarak diğer yarımıza ulaşmaya çalışırız. Tıpkı kalemin kâğıdı özlediği gibi, müridin mürşidini araması gibi, derdin dermanını bulması gibi...

***

Kapımdaki soğuğa karşı dumanı üstünde sütlü kahvemi yudumlarken, “Gün doğmadan neler doğar” sözü ile karşılıklı oturuyoruz. Evet, “Sabahı şeriflerimiz hep hayır olsun inşallah” dileğimi duaya dönüştürüyorum.

İçeriden televizyonun sesi geliyor; hafızasını kaybeden bir adamın filmi yayında. Sanırım kış mevsimindeyiz diye televizyoncular böyle bir film seçmişler ama bu uyutma makinesi ters gösteriyor bazı hakikatleri. Filmde hafızasını kaybeden yaşlı adam, tabiatına uymayan yanlış yer ve zamana fırlatılmış bir canlı gibi kalakalıyor. Balıklar denize, kuşlar gökyüzüne yaraşırlar. İnsanoğlunun da geçmişi silindiğinde içgüdüsü ile yaşayan canlılara benzemez mi?

Kış mevsiminden sonra tekrar dirilmeyi gören gözlerime seslenerek soruyorum: “Geçmiş olan seneler gitmiş olur mu? Yaşanmamış sayılabilir mi insan?”

Çocukluğumdaki kış aylarını hatırlıyorum. Yaz mevsimlerinde yediğim kütür kütür erikleri de hatırlıyorum. Varlığım bugünümden ibaret değil ki… Hafızasını kaybeden bir insanın şuuru gittiğinde geriye beden varlığından başka neyi kalır? Nefes almak, yaşamak anlamına gelir mi? Filmi sonuna kadar seyrediyorum. Anılarını ve şuurunu kaybeden yaşlı adamı mahallesindeki bir komşusu polislere teslim ediyor. Polisler evlâtlarını arıyor ama ne yazık ki ulaşamıyorlar. Sonra ulaşabildiklerini akrabasına, torununa teslim ediyorlar.

Torunu dedesini gezdirdikçe mahalle sakinleri bakıyor. İşte nesiller arası bir köprü daha kuruluyor o mahallede. Şahitlerin huzurunda aktarım devam ediyor. Yaşlı adam hatıralarını hatırlamasa da onu görenler bir ibret levhasını okuyor. Bu manzarayı seyredenler aynı kelimelerle olmasa da, belki de şairin, “Ne harabiyim, ne harabatiyim/ Kökü mazide olan atiyim” dizesine benzer cümleler kuruyor gizlice.

Evet, bu film izleyenlere tarih mefhumu silinmiş karakteri anlattı. Böylece belleğini yitiren, bilincini kaybeden insanın yıkılan imparatorluklar gibi yeniden ayağa kalkmak, yetkin olmak için kaderin umutsuzluğundan sıyrılarak insiyakî bir harekete muhtaç olduğunun altını çizdi. İşte bu insiyak, insanın tekrar baharın gelmesine bel bağlamak isteğine işaret ediyor.

İzlediğimiz bir filmi tekrar izlerken dikkatimiz ana konuyu besleyen tali yollara ve diğer açılardan bakabileceğimiz ayrıntılara dikkat kesilmememizi sağlayacaktır. Geçmişi yaşatmak, bildiğimiz bir oyunu oynamak gibidir. Oyunun kuralları da, kahramanları da bellidir. Bu tek kahramanlı ama birçok başrol barındıran hayatımızın filmini anlatır dururuz. Bazen kahraman olan kendimizi yüceltiliriz, bazen hatalarımızı görerek dersimizi çıkarırız. Yaptığımız tek şey vardır: Geçmişimizi istediğimiz kadar tekrar tekrar enine boyuna düşünelim, çıkarımlarımızı yapmadıkça ve önümüzün aydınlanması ile kendimizi daha iyi tanımadıkça, hafızamızı kaybetmemiş olsak bile ziyan olmuş bir zamanı kutluyor olacağız. Perde kapanana dek anlatır da anlatırız. İşte yaşam aslî servetimiz, servetimizin kaynağı ise geçmişimizdir. 

Gül ile bülbül, yaşam ile ölüm, tamlayan ve tamlanandır. Dünyadaki yaşam ahirete bir köprü, geçmiş ise geleceğe bir köprüdür. Tarih de aynı şekilde geçmişi gelecekle irtibatlandırıyor. Bu köprüler gayet mütevazi. Zira üzerinden mücrimi de, günahsızı da, âlimi de, zalimi de velhasıl herkesi geçiriyor ama o köprülerin dilinden hiç şikâyet duyulmuyor. Tam tersine, onun maksadı ulaştırmak ve kavuşturmak.

Bazen müşahhas, bazen de mücerret bir hamallık köprülerin kaderi. Hırçın bir nehrin üzerine kurulan zahirî köprü âşıkı maşuka kavuşturmak için yorgunluk nedir bilmeden yıllarca ayakta bekliyor.