Komşumuzu bilmiyoruz

Ortak mezhep elbette önemlidir; ama tek başına her şeyin üstünü kapatan, tayin edici temel mesele de değildir. İran’da 80 bin kadar Ermeni’nin sahip olduğu hakların hiçbirine 35-40 milyonluk Türk nüfusu sahip değildir. Kerbelâ gösterileri ile kıyamete kadar bu durumun gizlenmesi mümkün olabilir mi?

İRAN’daki son muhalefet gösterilerinin basında yer alışını beğenmeyen ünlü bir İran uzmanı, uzun zamandan beri işgal ettiği köşesinde, “Komşumuzu bilmiyoruz” iddiasını, Şiiliği ve İran’ın geçmişini de bilmeyişimize bağlamış.

İran’da bazen her yıl, bazen birkaç yılda bir ortaya çıkan muhalefet gösterilerinden sonra “Rejim gitti gider” beklentisinin başladığını, sonra hiçbir şey olmamış gibi her şeyin devam edişini de buna bağlamış görünüyor.

Şahın son Dışişleri Bakanı(!), “Buraya eski Yunanlılar, Romalılar, Türkler ve daha başka milletler geldiler, asırlarca hüküm sürdüler ve hepsi bizden bir şeyler alıp gittiler” demiş. Türkiye’nin İran hakkındaki cehaletini giderme görevini üstlenen bu uzman, her nedense alıntı yaptığı cümlelerin sahibinin adını da, kaynağını da belirtmeye tenezzül etmemiş.

Hayâlî Dışişleri Bakanı’nın neredeyse söylediklerinin tümü yanlıştır. “Eski Yunanlılar” dediği muhtemelen Makedonyalı İskender olmalıdır. Onun Hindistan Seferi ve dönüşü, birkaç yıl sürmüştür. Sefer dönüşü Erbil’de ölünce, kurduğu hegemonya da yerle yeksan olmuştur.

Romalılardan kasıt eğer Roma İmparatorluğu ise, zaten İran’ı hiçbir zaman sınırları içine almamıştır. Sasaniler ile doğrudan savaşan Bizanslılar (Doğu Romalılar) ise, savaşlarını Anadolu topraklarında yaptılar ve İran’a gitmediler. Böylece Bakan Bey’in (!) listesindeki Eski Yunan ve Romalılar sözü, lâf olsun, torba dolsun diye söylenmişe benziyor.

Çünkü gerçekte İran’da kalıcı egemenlik tesis edenler, Araplar, Türkler ve Moğollardır. Bu üç topluluğun siyâsî hâkimiyeti, 642’den 1924’e kadar sürmüştür. İran uzmanı yazarımızın, “Mâzisi 25 asır öncesine dayanıyor” dediği Fars medeniyetinden aradaki bu dönemi çıkınca geriye 12 asır kalır. Yani 25 asrın başlangıcı ne zamana gidiyor ise, onun içinden Arap-Türk ve Moğol dönemi olan 1272 yılı çıkınca, geriye 12 asır kalmaktadır. İran konusunda bütün Türkiye’nin cehâletini giderme görevini üstlenen bu değerli uzmanın elde ettiği 25 asırlık sonuca ulaşmak için de fenâ hâlde bir matematik uzamanı olmak icap eder.

Farsların Şia inancını millî ve romantik kisve hâline getirmiş bir millet olmasından da söz etmiş sözünü ettiğimiz yazar. Bu demeç de bir tek cümle olmasına rağmen pek çok yanlışı kapsamaktadır. Şia inancının çıkışı ve yayılması, doğrudan Araplara aittir. Yani bu inancı çıkarıp yayanlar Araplar olunca, Şia, nasıl Farsların millî ve romantik inancı olabilir? Üstelik Farsların teşeyyü edişi de kendi isteklerine bağlı değildir. Doğrudan Safevî hükümdarı Şah İsmail’in cebrine dayalı olarak Farslar, zorla Şiileşmiştirler. Safeviler ise malûmdur ki Türk idi.

Bir başka topluluğun icadı olan Şiiliği yine bir başka topluluğun zorlaması olarak Farslar kabul edince, Şiilik nasıl Farsların millî ve romantik inancı özelliğine sahip olabiliyor?

İran uzmanı(!), keşke bu sorulara meydan vermeyecek açıklamaların da sahibi olsaydı…

Peki, İran’da Moğol var mıdır? Muhtemelen herhangi bir yüzdeye sahip olacak bir Moğol nüfusu yoktur. Dolayısı ile İran’da egemenlik kuran Arap-Türk ve Moğol topluluklarından sadece ikisini hesaba katmak icap eder. Basra Körfezi sınırındaki Arap nüfuslu Huzistan, Arap egemenlik döneminin belki hatırasıdır. Arap nüfus her ne kadar Şii ve Sünnî diye iki kısımdan oluşmuş ise de Fars egemenliğine karşı her iki kesim de daima muhaliftir.

İran nüfusunun yüzde 40-45 aralığına tekabül eden Türkler ise o hayâlî Dışişleri Bakanı’nın (!) iddiasına ve İran uzmanı yazarın sahiplenmesine rağmen bir yere gitmiş değillerdir. İran’da varlıkları sürmektedir. Zaten bir ülkede nüfusun yüzde 40-45 oranına sahip olan nüfusun bir yere gidebileceğini, akıl taşıyan hiçbir insan iddia etmez. Muhtemelen İran’ı karpuz gibi ortadan bölecek olanlar da işte bu Türklerdir!

Çünkü Arapların ve Kürtlerin, sayılarının azlığına bağlı olarak, İran’daki etkileri de Türklere göre daha azdır. Türklerin ezici çoğunluğu ise Güney Azerbaycan’da meskûndur. Türklerin çoğunluğunun da Şii olması nedeniyle onların kıyamete kadar Farsların gönüllü bağlısı olacakları varsayılmaktadır. İşte İran uzmanı yazarın asıl temennisi de bu olmalıdır…

Ortak mezhep elbette önemlidir; ama tek başına her şeyin üstünü kapatan, tayin edici temel mesele de değildir. İran’da 80 bin kadar Ermeni’nin sahip olduğu hakların hiçbirine 35-40 milyonluk Türk nüfusu sahip değildir. Kerbelâ gösterileri ile kıyamete kadar bu durumun gizlenmesi mümkün olabilir mi?

Şahlık döneminde İran’da Fars olmayanların, Farslara hizmet etmenin dışında hiçbir hakkı yoktu. Şahlığın yıkılması ile birlikte Fars olmayanlarda ve Türklerde büyük bir beklenti oluştu. Adında İslâm olan yeni İran yönetiminin bu hakları iade edeceğini hayâl ettiler. Geçen yıllar bunun yersiz ve imkânsız olduğunu gösterdi.

Günümüzde siyâsî, askerî ve bürokratik nedenlere bağlı olarak geleceğini Farslara hizmette gören azınlığın dışında, Türklerin gönlü artık bağımsızlık heyecanı ile doludur. Türklerin istekleri artık yolsuzlukların önlenmesi ve benzin fiyatlarının düşürülmesi sınırını çoktan aşmıştır!

Günümüz İran’ında “Rehber” adını taşıyan Hamaney’in yetkileri Pers dönemi şehinşahlarının yetkilerinden çok fazladır. O yetkiyle komşu ülkeleri ABD-Rusya işbirliği ile işgal etmektedir. Onun şehinşahlığı böylece yalnızca Farslar için değil, Türkler, Araplar, Kürtler ve bütün bölge için bir afet hâlini almıştır.

Her diktatörlükte olduğu gibi İran’da da muhalefet gizlidir. Gücünü ve yakın bir zamanda neleri yapabileceğini öngörmek kolay değildir. İran’daki muhalefet gösterileri hakkındaki yanlış tahminler, orada bir sorunun olmadığını, halkın bir cendere hâlinde patlamak için uygun bir fırsatı beklemediğini göstermez. İran uzmanı yazarımızın (!) bu yazıyı entelektüel bir alışkanlıkla mı, yoksa başka beklentilerle mi yazdığını ise ömrü olanlar görecektir.