Komşum, neredesin?

Karşımızdaki daireye uğrayabiliriz. Alacağımız bir şey var orada. Eskiden bir kürek kül çok şey ifade ederdi; şimdi tuz, şeker, ekmek ya da süt olabilir bu. “Benim onlardan alacağım hiçbir şey olamaz” deme, zira onları Yaratan, onlara da sana verdiği gibi başkaları ile paylaşsın diye bir şeyler veriyor.

GÜNÜN hangi saati olduğunun bir önemi yok. Uyanıksam, birazdan, her beş dakikada bir olduğu gibi cep telefonuma bakacağım. Bildirim gelip gelmediğini kontrol için yaptığım bu istem dışı ve neredeyse tüm günümü alan davranışın altındaki sebep, “bağımlılık”.

Sosyal medyanın, internetin ve dünyanın birçok unsurunun ellerimdeki bir cihazın içine sığabiliyor olması hiç iyi olmadı. En önemli sıkıntılardan birisi de arayışların emek gerektirmemesi. Bir kişiye ya da bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi eskiden. Emek harcanırdı, zihin zorlanırdı, ter akıtılırdı. Şimdi tüm gün cebinde ya da çantada olan ve nasıl olsa otomatik olarak beş dakikada bir bakılan telefon yetiyor.

Komşuluk, evet, nesli tükenmekte olan ve şehirleşmenin en acı yüzü. Teknolojinin zorlanmadan evlerimizi ve zihinlerimizi işgalinin ardından sessizce aramızdan ayrılan bir güzel dünya… Komşuluk gitti, yalnızlık kaldı. Komşuluk bir ihtiyaçtı, komşuluk sünnetti, komşuluk Peygamber Efendimizin (sav) en güzel, en sevdiği ilişkilerden birisiydi. Komşuluk hem topluma, hem ruha şifaydı. Böyleydi de, ne alâka bu kadar kolay ve bu kadar hızlı vazgeçtik? Apartmanlara ve teknolojiye ne kadar kolay kurban ettik, hiç mi vicdanımız sızlamadı? 

Kapıyı ister ihtiyacı, isterse muhabbet için çalan komşum, nereye gittiysen, ne olur, geri dön! 

Ben o komşu ile hiç tanışmadım ama olsun, ihtiyacım var işte, anlarsınız. Dakika başı baktığım telefon, bilgisayar ve televizyondan bıktım; tat vermiyor, inanın! Gönülden göze, gönülden dile akıp gelecek olan muhabbetin, dostluğun, yardımın, paylaşmanın yerini dolduracak bir teknoloji keşfetmenin mümkünü var mı? Varmış. İnsan sanal dünyaya bu kadar kolay kanarmış meğer. Bu kadar kolay vazgeçermiş güzel olan birçok şeyden. Ah be insanoğlu, neden yaparsın bunu kendine?

Meğer ne değerliymiş elden ele, gönülden gönle ve gözden göze aktarılan o komşuluk nimeti. Teknolojinin de hakkını yememek lâzım ama. İçinde yok yok hani. Her an yeni bir bildirim, haber, etkinlik, komik bir video, insana dair ilginç anlar, müzik, uzak ülkelerin yaşam örnekleri, sanat, felsefe, bilim derken her şey var bu teknolojide ve internet dünyasında. 

İnsanı böylesine içine çekip böylesine oyalayabilecek bir keşfe hayran olmamak mümkün mü? Zihne etkisi o kadar fazla ki zararlı anlamda da, faydalı anlamda da uç noktalarda etkileri olabiliyor. Zamanı ortadan kaldırabiliyor meselâ. Bazen insan öyle bir dalıyor ki saatlerin nasıl geçtiğini anlayamayabiliyor. Zor geçen dönemler için adeta uyuşturucu gibi bir etkisi de olabiliyor. 

İşte böyle bir dünyada insan bir bir değerleri teslim etmeye başladı. Toplum bireyselleşmeye ve komşuluğu ortadan kaldırmaya başladı. “Apartman” denilen canavarın içine sıra sıra yerleştirildik ve daha önce diğer mahalledeki komşunun hâlinden haberdar olurken şimdi birkaç adım ötedeki, üstteki veya alttaki komşuyu tanımıyoruz bile. Alıştık. Alışmadığımız ne kaldı ki? Kutu kutu olduk, kutulardan şehirler kurduk, sonsuz kâinatı sonlu yaptık; daracık, kare, daire, dikdörtgen çizgiler çizip içine kendimizi hapsettik, sonra da “Daraldık” diye hem kendimizi, hem çevremizi hasta ettik.

Komşuluk şimdi arayıp da bulacağıma inancımın azaldığı bir hazine. Balkondan, yoldan geçen arabalara baka baka eskiyor umutlarım. Gecenin on biri olmuş, gelen geçen arabalar bitmiyor. Herkesin mi acil işi var, yoksa benzin ve gaz mı bedava, anlayamadım. Evet, kızıyorum bir türlü bitmeyen bu araç trafiğine. Yandaki komşuya uzak olan insan, arabası ile uzakları yakın etmeye çalışıyor. Evde oturamıyor belli ki. TV’de bir şey yok. Aile içi etkinlik ve sohbet için ihtiyaç yok. Sanal dünya da tat vermedi galiba… Komşuluk akla bile gelmez. 

Akşam gezmesi iyidir ailece. Bir de yaz akşamı ise, biraz da serinlik çıkmışsa kaçırılmaması gerek. İnsan hareket ederse sağlıklı olur. Uzun süre hareketsiz kalan her şey enerjisini ve sağlığını kaybeder. Yalnız o gezmeden gelince asansörde veya merdivenlerde karşılaştığın komşulara da o kadar soğuk bakmasan olmaz mı? Ya da merdivenlerde karşılaştığın komşularından biri, gece yarısı “Yok mu Allah’ım feryadımızı duyacak bir kulun?” diye yakarıyorsa? “Ama benim kalbim temiz”, “İbadetlerimi yaptım”, “Hastam vardı”, “Çok çalıştığım için tatili hak ettim”, “Bütün hafta bu pikniği beklemiştik”, “Sadakamı vermiştim zaten”, “İyilik yapıyorum her fırsatta”, “İşten güçten etrafımı görecek göz mü kaldı?” dersen… Yan dairede, üstte, altta bir yakarış, inleyen hasta bir yürek, borç içinde çaresiz bir hane halkı, virane bir insan varsa ve o Hakk’a yakarırken Mevlâ da “Acaba kimin kalp kulağı Beni duymaya müsait?” dediğinde kullarının hepsini ve seni de meşgul bulursa ne olacak?

Yanım mı, yabancı mı?

Okumak öyle karmaşık, öyle özel bir kelime ki içinde bir kâinat gizli. Kitap okumak yetmez; hayatı okumak, yağmuru, ağlayan bebeği, içimizden geçen düşünceleri, yaşadıklarımızı okuyup tahlil etmek, ona göre plân yapmak ve insan olma sorumluluğunu sahiplenebilmek gerek. İnsanların yüzlerini, kalplerini, davranışlarını okuyabilmek için en azından bir niyete ve çabaya sahip olmak gerek diye düşünüyorum. 

Genel durumları görmek zor olsa da, “Beni gör, beni duy” diyen bir yüreğin yüzündeki ifadeleri okumak için uzmanlığa gerek olduğunu sanmıyorum. Biraz sorumluluk, bir tutam farkındalık, bir parça duyarlılık bize ihtiyacımız olan verecektir sanırım. Kalbine seslenen birini, kalbine seslenen Rabbini duyabilmek için kalbini açman gerek. Kalp neye açılacak peki? Kalbi kendimizden ötesine açmaya çalışmalıyız. O kadar çok kendimizle doluyor ki içinde yer kalmıyor öteleri duymaya, görmeye ve hissetmeye. 

Ne olur bitir işlerini; haklılıklarına, haksızlıklara, ekonomiye, yemeye, içmeye, gezmeye, işe, duygu ve düşüncelerine bir ara ver! Apartmanda yapamıyorsan kalbine izin ver komşuluk için. Kalp başka bir boyutta varlıktır. O doğruyu hissettirir, görülemeyeni gösterir, duyulamayanı işittirir; yeter ki, onu günlük, sıkıcı işlerle boğup durma! Kalp sevgi ile, paylaşma ile, vefa ile, maneviyat ile beslenmek ister. “Acaba şu an komşum ne yapıyordur, nasıldır, bir ihtiyacı var  mıdır?” diyebilen kalp ile “Of ya! Her taraf yabancılarla doldu, insanlardan bir rahat yok! Gelmiş, ‘Kahveniz var mı, misafirim geldi de?’ diyor. Çalacak başka kapı mı bulamadın?” diyen birinin kalbi aynı şeyleri mi hisseder, aynı frekansta mı titreşir? Hangi kalp daha memnundur hayatından?

Buraya kadar yapılması gerekenlerden bahsettim ama yapabildiğimiz takdirde kazanacaklarımızdan da bahsetmekte fayda var. İnsan olmanın tuhaflıklarından biri de kendi garipliklerimize alışmak değil mi? Kendi aklımızın, hesaplarımızın bizim için yeterli geldiğine inanırız çoğu zaman. Şimdi size bir problem vereceğim ve hangi durumda, nasıl daha fazla kâr sağlayacağınızı hesap etmenizi isteyeceğim…

Ayda yedi bin lira kazandığınızı farz edelim. Ay başında gelir ve gider bütçesini yapıyorsunuz; zarurî harcamalar için ayrılan kısımdan kalanlar için çeşitli plânlar yapmaya çalışıyorsunuz. Bir piknik, gezi, hediye, yeni giysi ve eşyalar için veya birikim ve yatırım amacıyla kullanmak istiyorsunuz. Burada kazanabileceğiniz kârları hesap etmenizi istiyorum. Problemin diğer kısmı ise şöyle: Bütçeye hemen başlamadan gelirde küçük bir kısmı ayırıp hemen ihtiyaç sahibi bir kişiye ya da aracı olan bir kuruma veriyorsunuz ve sonra bütçe hesabına öyle geçiyorsunuz. Şimdi iki taraftaki kârlara beraber bakalım mı?  

Bir tarafta, meselâ, alınan hediyenin kârı, gezinin mutluluğu var. Birikiminiz artmış olabilir ya da yatırımınız güzel bir getiri getirecek gibi… Bütçe hesabınız iyi gidiyor; gelir-gider dengesi yerinde, kâr durumu gayet iyi… Şimdi diğer kısma geçelim: Rabbimin razı olacağı en güzel davranışlardan biri olan sadakayı gerçekleştirdiniz o küçük miktarı gönlünüzden ihtiyaç sahibine vakit geçirmeden ulaştırarak. İlk aşamada gerçekleşen fayda ne, biliyor musunuz? Rabbimin size bu davranışı yapma niyeti sunan bir kalp ve bu davranışı yapabileceğiniz maddiyatı sağlaması. En baştan kârlısınız yani. Allah’ın katında bunun karşılığı ne olacak? Bir karşılık için yapmadınız tabiî ama eğer O’nun katında değerlendirmeye alındı ise bütün kârları şimdiden çöpe atabilirsiniz. Çünkü sizin hesabınızla O’nun katındaki hesap hiçbir zaman birbirine denk gelemez. Bizim aklımız kavrayamaz. O’nun vereceği hiçbir şey bizim ölçümüzle algılanamaz. Bu bize sağlık olarak dönebilir. Ailenize esenlik verebilir. Bereket verebilir. Hepsini geçtim, sadece rızasını kazanmayı bile tek başına ele alsak çökeriz, inanın! 

Milyonlarca değil, milyarlarca insanın gönlü harap. Huzur arıyor insanlık. Mevlâ’mın rızası her şeyden ağır çekmez mi? Ne dersiniz, kârlı iş nedir sizce? Komşuluk da öyle değil mi? Bizim algı ve düşüncelerimiz mi önemli, Rabbimin rızası mı? Kendi aklımıza, sanal dünyaya kaptırdığımız vaktin ve imkânın bir kısmını komşumuza veremedikten sonra, diğer her şeyin anlamı eksik kalmayacak mı? Yanımda, üstümde, alt katımda ikâmet eden insanlara ulaşamadıktan, onları “yabancı” diye etiketledikten sonra tanıdık olan ne olacak, insana ulaşamayan ve insanları sınıflandıran biri nasıl haktan bahsedecek, Hakk’a varıp da ne diyecek?

Rabbimin hesabına göre yaşamanın en kestirme yolu, komşu nimetini anlamaktır. Çevremizden sorumluyuz. Çevremize maddî bir şey veremeyebiliriz ama verebileceğimiz daha değerli şeyler olabilir. Bir tebessüm, bilgi veya tecrübe gibi… Taşınmakta olan bir komşunun yüküne omuz atmak kadar basit bir şey de olabilir bu. Komşunun taşındığını görebilmek için arada pencereden dışarı bakmak gerekebilir ama zamanımızda bu da çok zor olabiliyor artık. Televizyon, bilgisayar ya da cep telefonundan ayrılıp da ayağa kalkmak dahi zor gelebiliyor. “Ne yaparsam yapayım, karşılık vermeyen insanlar var. Bunlarla komşuluk nasıl olacak?” diyorsunuz. Doğru. Siz uzaktan veya yakından komşunuzla karşılaştığınızda sıcak bir selâmı ya da tebessümü ihmâl etmeyin, gün gelir, açık bıraktığınız kapıdan girmek isteyen olabilir. Önemli olan, kalpte taşınan şey değil midir? Rabbim sadece kalplere bakar.  

Çok büyük bir israf içerisindeyiz. İsrafın neden zararlı olduğunu ve Rabbimin bundan razı olmadığını bilir, yine de bunun farkına varamaz ve sorumluluğunu yeterince yerine getiremeyiz. Zamanı, ömrümüzü israf ederiz. Bize verilen sağlık, akıl, maddiyat, güç, evlat ne varsa israf ederiz. Bilinçsizce tüketiriz. İşte “teknoloji” denen ve birçok işimizi çözüp uzakları yakın eden, sınırsız bir bilgi deposu olan imkân da büyük bir israf kaynağı olabiliyor. Adeta hipnoza girmiş gibi ömrümüzü teknolojiye yatırıyoruz. Bir amaç uğruna teknolojinin içinde eriyip gidenler neyse de, sosyal medya ve dijital oyunlarda ömrünü sakız edene acınmaz mı? Zamanı teknolojiye, sanal dünyaya çok ucuza harcayan insan, Rabbimin rızasının olduğu alanlara neden bir göz atmaz, oralara yatırım yapmaz?

Uzakta bir köy var; gitmesek de, gelmesek de o köy, bizimdir. Yol olmayabilir; marketi, çarşısı olmayabilir; hane sayısı az olabilir. Yatırım yapmak için ideal şartları olmayabilir. İnsan gözüyle bakılınca görüş açısı daralabilir. Kalp gözüyle bakılırsa ne görülebilir? Allah’ın rızası… O köye yapılacak bir yatırım sayesinde o köyde bulunan insanların duası alınabilir. O köyden birine sağlanan eğitim yardımı ile kendini geliştiren, ülkesine ve insanlığa önemli hizmetlerde bulunabilecek bir kapasite ve yeteneğe imkân tanınmış olabilir. Kombinasyonlar sınırsız…

Şimdi bizim hemen bu uzaktaki köyü aramaya başlamamız gerekmiyor, yapabileceğimiz başka bir şey var: “Komşu komşunun külüne muhtaçtır!” 

Karşımızdaki daireye uğrayabiliriz. Alacağımız bir şey var orada. Eskiden bir kürek kül çok şey ifade ederdi; şimdi tuz, şeker, ekmek ya da süt olabilir bu. “Benim onlardan alacağım hiçbir şey olamaz” deme, zira onları Yaratan, onlara da sana verdiği gibi başkaları ile paylaşsın diye bir şeyler veriyor. Allah laf olsun diye yaratmazken, böyle düşünmenin mantığı yoktur. 

Kalabalıklar çoğaldıkça yalnızlığımız da o oranda artıyor. Sanal dünya her geçen gün daha fazla insanı yutuyor. Bu anlamda komşuluk nimetinin farkına varıp onu anlayıp değerlendirebilen kullardan eylesin Mevlâ bizleri.