Komşuluğun kitabını yazan Abla: Gülseren Tuna

Bir portre yazarı ile evli olmasına rağmen, eşinden çok daha başarılı bir portre yazarıdır Gülseren Tuna. Bir kişide eşinin bir türlü göremediği kusurları daha ilk bakışta görür, tek tek sayar ve maalesef çoğunda da onun öngörüleri gerçekleşir.

OUNU anlatan beş kelime: Sabırlı, düzenli, kontrollü, anaç, vefalı… Musalli kız. Mümin, daha doğrusu mümine kız. İbadeti hayatının merkezine almış kadın. 

Komşularının can ablası. Herkesin derdine koşan, güvencedir.  

 

Uzunca, esmer, kaşları yay. Ciddi ciddi bakan irice kahverengi gözlü, çenesi aşağıya indikçe kaybolan, eşinden zayıf, kızından kiloluca, tam bir Türk, tam bir Manav kızı. 

Neredeyse hiç konuşmaz. Günde iki üç defa, genelde durgun ve ciddidir. Ailesi ve torunlarıyla beraberse, kahkaha bile atabilir. Atıyor da… 

Sesinin tınısında başöğretmenlik gizlidir; disiplinli ve uyarıcı…  

Ömrü evinde geçse ne çok mutlu olur. Gezilerden, seyahatlerden hiç hazetmez. Beş günlük bir yurtiçi, yurtdışı gezisinin üç kelimelik özeti hep aynıdır onun: Gittik, geldik, yorgunluk...

İyi yemek yaparsa da yemek yemeye, içmeye hiç düşkün değildir. Yemek seçmez. Yemek seçen eşine de özlü bide (pide), seni kim yetiştirdi böyle, diye de sitem eder. Tatlıyla hiç alakası yoksa da Krem Kramel’i çok sever. Aile içerisinde lezzetli ve aranan sütlaçlarıyla meşhurdur. Manav geleneklerine, örf adetlerine çok düşkündür ama ne hikmetse Manav yemeklerinden pek hazzetmez. Tek istisnası Dartılı Keşkek’tir. Biraz da Üre Tatlısı’nısever.

Tutumludur. Gereksiz harcamalardan nefret eder. Bir gün eşi, kızı, yeğeni, dördü özel otomobilleriyle şehir içi geziye çıkmışlardır. Eşi sorar: Üç yeni lokanta açıldı, şurası şurası şurası, seçin birini, sizi yemeğe götüreyim? Gençler cevap vermeden Gülseren’in cevabı duyulur: Bilmediğimiz yerde ne işimiz var bizim? Bu kez eşi, zaman zaman gittikleri şehrin en iyi üç restoranını sayıp tekrar sorar: Hadi içlerinden birini seçin de yemeğe gidelim? Gençlerden önce yine Gülseren’in sesi duyulur: Bildiğimiz yerde ne işimiz var bizim? Sağa sinyal verip otomobili durduran eşi şaşkınlıkla sorar: Bildiğimiz yere bildiğimizden gitmiyoruz, bilmediğimiz yere bilmediğimizden gidemiyoruz. Peki nereye gideceğiz biz? Gülseren Tuna’nın cevabı tam bir Evhanımı Anayasası’nın ilk üç maddesinden birisi gibidir: Eve… Ben dört kişinin bir öğün yemek parasıyla size evde bir hafta yemek yaparım. Hem de her akşam köfte, yahni, ızgara… 

Elindeki malzemeyi onun kadar iyi tutan az insan gelmiştir Adapazarı’ndan. Nitekim annesinin (Resmik’in), Tuna çalıştıysa Gülseren de tuttu, sözü bu gerçeği işaret eder. 

Türk Sanat Müziği hastasıdır. Her gün kırk şarkı dinlese bıkmaz. Kahverengi Gözlerin en büyük favorisidir. Hele de Muazzez Ersoy söylüyorsa. Malın gözünden, şarkıcının sesinden iyi anlar. Ersoy, ta 1990 yılbaşında televizyon ilk çıktığında, eşine dönüp bu kız büyük şöhret olacak Fahri, bak göreceksin, demiştir. Öyle de olmuştur. En hoşlandığı türkü ise bir Bolu türküsüdür: Siyah giyme söz olur/ Beyaz giyme toz olur/ Gel beraber gezelim/ Muradımız tez olur.

En çok, Bir tanem söyle canım/ Ne istersen iste benden (Erol Evgin) şarkısını sever. Özel yeri vardır onun dünyasında. Neden mi? Ta 45 yıl öncesinden eşiyle sevgililik şarkılarıdır da ondan. Ferdi Tayfur’un Ben de Özledim Ben de’sine de sempatisi vardır.

Hayatımda bir tane bile kitap okumadım maalesef, sözü ona aittir. Bir eve iki yazar (Fahri Tuna ve Ayşenur Gülsüm) çok bile, sözü de… Kitaptan hoşlanmaz, hele de ortalıkta dolaşan kitaplardan nefret eder. Haklıdır da…

Sık kullandığı cümleleri: Yapacak bir şey yok… Artık önümüzdeki maçlara bakacağız… Hayırlısı… Vardır bunda da bir hayır… Her şeyin başı da sonu da sabır… İmtihan dünyasındayız… Torununa Porpor, kızına Nurayşe oğluna Amedyo diye hitap eder. Herkesi kendin gibi biliyor, herkese inanıyorsun diye eşine de kızar.

Fenerbahçelidir amma Galatasaray’ın son dokuz şampiyonluğunu statta seyreden bir eşe, Beşiktaşlı iki evlada sahip olduğundan, yani kırk yıllık iyi bir tedavi gördüğünden sarı-lacivert renkleri de unutmuştur. Benim Fenerbahçeliliğim platonik bir şey, der bazen.    

Güvenilir, vefalı, dengeli, müşfik, sırdaş, toparlayıcı, imkânı ölçüsünde yardımsever olduğu için çevresinde çok sevilir, sayılır ve aranır.

Çok hatta aşırı gerçekçidir. Genellikle en olumsuz ihtimali düşünür. Aşırı iyimser olduğu düşüncesiyle eşine saftirik der. Ve kötü ihtimal konusunda çoğu kez -maalesef- haklı çıkmaktadır.

Bir portre yazarı ile evli olmasına rağmen, eşinden çok daha başarılı bir portre yazarıdır Gülseren Tuna. Bir kişide eşinin bir türlü göremediği kusurları daha ilk bakışta görür, tek tek sayar ve maalesef çoğunda da onun öngörüleri gerçekleşir. 

Sima olarak Selma Güneri’nin kız kardeşi sanırsınız; çok benzerler. Yer yer Aliye Rona olur, ciddiyetiyle… 

Varlığıyla eşinin Canikom’u, çocuklarının Bitaneciği, kardeşlerinin sponsor ablası, annesinin vekili, komşularının kötü gün dostu ablasıdır. Varlığı zenginlik, yokluğu boşluktur.

Ah, biraz daha neşeli, biraz daha güler yüzlü, biraz daha okumayı, yazmayı, gezmeyi sevseydi. Kısmet işte. 

Gülseren Tuna, kusursuz annevefalı eş, nesli tükenmiş komşu anne demektir. 

Bir gün komşunun ilkokula giden küçük oğlu Muhammed ile aile hekiminin kapısını çalarlar. Bayan doktor, dâimi hastası Muhammed’i karşısında görünce, gene mi sen, gel bakalım, gene ne şikâyetin var 

diye sorar. Ve ekler: Annen nerede? Muhammed, annem Yunus Emre Abimi Devlet Hastanesine götürdü. Beni Gülseren Teyzem getirdi, diye cevap verir. Doktor hanım şaşırmıştır: Siz, Muhammed’in neyi oluyorsunuz? Gülseren Tuna’nın cevabı, üst kat komşularıyım, olacaktır. Aaa, komşuluklar ölmemiş miydi, hayret, sözleri çıkar doktorun ağzından.

İşte budur Gülseren Tuna. Bir hafta komşularının çocuğunun sünnetinin maddi kaynağını bulur buluşturur, başka bir hafta bir tanıdıklarını, kızı ve gelinlerinin işi çıktığı için hastanede beklemeye gider. Zor durumdaki kiracısına on sene zam yapmadığıyla yetinmez, üç kuruş daha kazansın diye, onun yaptığı ev erişteleri ve ev mantılarını satar dostlarına. 

Komşularının, arkadaşlarının, kardeşlerinin doğal öncüsü, derleyip toparlayanıdır. O varsa sorun yoktur. Sessiz sedasız organize eder.

Aile içinde bir lakabı da Gülserenbank’tır. Yani Kirliçıkı’dır; her yerde, herkeste para bitse bile onda bitmez kolay kolay. İlaçlık için bile olsabulunur. Ne de olsa Kandıralı İsmail’in kızıdır.

O lugatımızdaki kale sözcüğünün karşılığıdır. Güven, istikrar, huzur sığınağı. 

O kocasının Bitter’idir. Hem çikolata ve tatlıdan hoşlanmadığı, şekeri az diye sadece Bitter yediğinden hem de Bitter gibi esmer olduğundan. 

Gülseren Tuna, komşuluğun kitabını yazmaktadır, günbegün, aybeay, yılbeyıl…

Tam da budur…