Komşu komşunun külüne muhtaçtır (3)

İdeal bir Müslüman sadece kendisi ve kendi saadeti için yaşamaz, en az kendisi kadar etrafındaki yakın ve uzak komşularını, akraba ve arkadaşlarını ve onların ihtiyaçlarını düşünür. Böylece o, pişirdiği yemeğine su katmak suretiyle kendi ağız tadından fedakârlıkta bulunarak diğer insanların mutlu ve huzurlu yaşamaları için çaba sarf eder.

Komşuya karşı gösterilecek muamele

KUR’ÂN’daki İlâhî hitap, Müslüman-kâfir, hür-köle, dindar-fâsık, dost-düşman, yerli-yabancı, iyi-kötü, ev itibariyle yakın-uzak herkese şamil olup bütün komşulara iyilik yapmayı ve ihsanda bulunmayı salık vermektedir.

Büyük müfessirlerden Taberî’nin yaklaşımıyla “Yakın komşulara, uzak komşulara güzel muamele edin” şeklindeki ayet, ister kâfir, ister mümin, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun, komşuluğun bütün türlerini kapsayacak şekilde hepsine iyiliği tavsiye etmektedir. Zira bu ayetteki “yakın ve uzak komşu” ifadesi mutlak şekilde gelmiş olup tüm komşuları içine alacak bir kullanıma sahiptir. Şu bir gerçek ki, Kur’ân, uzak ve yakın komşuya karşı sergilenecek muamelenin temel çerçevesini “ihsan” kavramıyla ortaya koymakta ve böylece komşuluk ilişkilerinin geniş bir perspektiften değerlendirilmesine imkân tanımaktadır. Nitekim söz konusu ayet-i kerimeyi geniş bir perspektiften yorumlayan Kurtubî’ye göre sahih olan görüş, Müslüman ve kâfir ayrımına gitmeksizin bütün komşulara ait hakları gözetmenin teşvik edilmiş, hatta emredilmiş olmasıdır.

Kur’ân’ın komşuya karşı iyiliği emretmesi ise sadece onun hakkını gözetmek ve ona hakkını yerine getirmekle sınırlı değildir. Bununla birlikte, yerine göre komşuyla dostça yaşamak, onun mutluluğunu ve üzüntüsünü paylaşmak, ona eziyet ve sıkıntı vermekten uzak durmak ve gerektiğinde onu korumak da komşuya gösterilecek iyilik kapsamına dâhildir.

Zira “ihsan” kavramı, çok geniş bir yelpazede farklı iyilik türlerini içine alacak zengin bir anlam içeriğine sahiptir. Yine el-Câmii’l-Aḥkâmi’l-Ḳurʾân adlı eseriyle tanınan tefsir, hadis ve fıkıh âlimi Kurtubî, bu ayetten hareketle ister Müslüman, ister kafir olsun, komşuya vasiyetin mendup olduğunu söylemiştir. Bu konuyla ilgili bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse sen ona güvence ver, tâ ki Allah’ın Kelâmını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet Müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere ulaştır. Zira onlar, İslâm’ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.”

Müfessirler bu ayette geçen “isticare” kelimesini genellikle savaş sırasında eman dileme (güvence isteme) şeklinde yorumlamışlardır. Buna göre Kur’ân, savaş esnasında Müslümanlardan eman dileyen müşrik ve kâfirin öldürülmeyerek Allah’ın Kelâmını dinlemesi için onlara eman verilmesi gerektiğini bildirmektedir. Ancak “civar” kökünden türeyen bu kelimenin etimolojik yapısıyla birlikte değerlendirildiğinde komşu olmayı istemek ve yardım talep etmek anlamlarına da geldiği görülecektir. Bu yüzden “isticare” kelimesini sadece eman isteme ile sınırlandırmamak daha kuşatıcı bir yaklaşım olacaktır.

Buradan hareketle, bir gayrimüslim savaş sırasında sığınma talebiyle ve komşuluk kurmak maksadıyla bir Müslümandan yardım dilediğinde onun bu isteği olumlu karşılanacak, ona güzel muamele edilecek ve Allah’ın Kelâmını duyabilmesi için imkân hazırlanacaktır. Şurası da bir gerçek ki, gayrimüslim bir kişi Müslümanın yanına komşu olarak sığındığında, onun Allah’ın Kelâmını işitmesi, duyması ve Müslümanlığı tanıması daha kolay olacaktır. Bu da ilgili ayette kastedilen nihaî amaca uygun bir yorumdur. Ayrıca bu ayet, öncesi ve sonrasıyla harp hâlini anlatmaktadır. Buna göre harp zamanında bile bir Müslümana gayrimüslime karşı güvence vermesi salık veriliyorsa, barış zamanında bu durum hayli hayli gerekmektedir. Görüldüğü gibi Kur’ân, komşuluğu bütün unvan ve çekişmelerin üstünde evrensel bir insanlık değeri olarak kabul etmekte ve bunun yaşatılmasını Müslümanlara salık vermektedir.

Hazreti Peygamber’in sözlerinde ve uygulamalarında komşuluk

İslâmî öğretiye göre Hazreti Peygamber’in teşriî alandaki söz, fiil ve uygulamaları tüm Müslümanlar için bağlayıcılık arz etmektedir. Bu bakımdan komşuluğun ve komşuluk hukukunun önemine yönelik Hazreti Peygamber’den rivayet edilen pek çok hadis bulunmakta ve bunlar da Müslümanlara önemli mükellefiyetler yüklemektedir. Bu çerçevede zikredilebilecek hadislerin ilki şu şekildedir: “Allah’a yemin ederim ki iman etmiş olmaz. Allah’a yemin ederim ki iman etmiş olmaz. Allah’a yemin ederim ki iman etmiş olmaz.”

“Ey Allah’ın Rasûlü, kim?” diye sorulunca O şöyle buyurdu: “Komşusunun şerrinden kendisini emniyette hissetmeyen kişi.”

Yine başka bir rivayette Hazreti Peygamber, “Kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kişi Cennet’e giremez” buyurmaktadır.

Bu hadislerden de anlaşılacağı üzere Allah Rasûlü, bir Müslümanın Cennet’e girebilme şartını yanı başındaki komşusunun kendi şerrinden emin olmasına ve ona emniyet telkin etmesine bağlamaktadır. Aksi takdirde bu hadisten o kişinin Cennet’e giremeyeceği anlaşılmaktadır.

Zira Hazreti Peygamber, bu hususu üç kere yemin ederek beyan etmektedir. Buradan hareketle denebilir ki, İslâm, komşusunun kendisinden emin olmadığı bir kimseyi Cennet’e bile lâyık görmemektedir. Çünkü emniyet ve güven, her müminde bulunması gerekli en temel iki vasıftır. Bu iki vasıftan yoksun bir kişiden ise birçok zarar ve kötülük beklenebilir.

Söz konusu hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere komşuyla münasebet, İslâm’da imanla ölçülebilecek derecede büyük bir öneme sahiptir. Bu yüzden ister Müslüman, ister gayrimüslim olsun, komşuyu memnun etmeye yönelik yapılacak her türlü meşru faaliyet, İslâm’a göre takdire şayandır.

Ancak buradaki ve diğer benzeri birçok hadisteki “İman etmiş olmaz” ifadesi, İslâm alimleri tarafından genellikle “Kâmil mânâda iman etmiş olmaz” şeklinde anlaşılmıştır. Bu yüzden bir Müslüman, kâmil mânâda iman etmeyi arzuluyorsa kendi nefsi için istediklerini komşusu için de isteme durumundadır. Kişinin kendisi için istemediğini komşusu için de istememesine örnek verilebilecek basit ancak ibretli olaylardan biri İhya’da şöyle geçmektedir:

“Bir kişi evindeki farelerin çokluğundan şikâyette bulundu. Kendisine bir kedi tutması tavsiye edildiğinde de şöyle dedi: ‘Hayır, tutamam. Zira kediyi gören farelerin komşumun evine kaçmasından korkarım. (Aksi takdirde) Kendi nefsim için istemediğim bir şeyi komşularım için istemiş olurum.’”

O hâlde gerçek bir Müslüman şahsiyet, komşusunu zarara sokacak, onun hoşuna gitmeyecek ve ona rahatsızlık verecek her türlü olaydan uzak kalmak durumundadır. Bu konu etrafında hemen her Müslümanın aklında yer etmiş olan Hazreti Peygamber’e ait şu özlü beyana göre, mümin komşusuna güvenmiyor, ondan her an bir tehlike bekliyor ve onun yanında korku ile yaşıyorsa, bu komşunun kâmil mânâda bir imana sahip olduğu söylenemez. Bu yüzden gerçek mümin, imanının gereği olarak bütün komşularına başta can, mal, akıl ve namus dokunulmazlığı olmak üzere her türlü güveni verebilen emniyet insanıdır.

Ayrıca komşuluk münasebetlerinin geliştirilmesinde güvenin çok önemli bir yer teşkil ettiği oldukça açıktır. Şu bir gerçek ki, birbirine karşı güven problemi yaşayan insanların mekân yönünden yakınlıkları olsa bile birbirlerine karşı mesafeli durmaları kaçınılmazdır. Bu durum komşuluk münasebetlerinde zayıflık ve körelme yaşanmasına, netice itibariyle de aynı toplumu paylaşan insanların birbirleriyle bütünleşememelerine yol açabilir.

Bir defasında da Hazreti Peygamber, Ebu Zer’e şöyle buyurmuştu: “Ey Ebu Zer! Eğer bir yemek pişirecek olursan suyunu fazla koy, sonra da komşularına bakıp onlardan muhtaç olanlara bir pay ayır.”

Bu hadiste yemeklerin en basiti olan çorbadan bahsedilmesi mecazî bir kullanım olup, en zor zamanlarda bile, en basit bir yemekle komşuyu düşünmek gerektiğine ve onun hakkına riayet etmenin lüzumuna vurgu yapılmaktadır. Dolayısıyla aç ve yoksul komşuyu en basit bir yemekle dahi doyurmak ve onun yardımına koşmak, Müslümana düşen görevler arasındadır.

“Çorbaya suyu fazla koyma” ifadesinden de anlaşılmaktadır ki, ideal bir Müslüman sadece kendisi ve kendi saadeti için yaşamaz, en az kendisi kadar etrafındaki yakın ve uzak komşularını, akraba ve arkadaşlarını ve onların ihtiyaçlarını düşünür. Böylece o, pişirdiği yemeğine su katmak suretiyle kendi ağız tadından fedakârlıkta bulunarak diğer insanların mutlu ve huzurlu yaşamaları için çaba sarf eder.

Komşuluk ilişkilerine daha da derinlik kazandıran husus, Hazreti Peygamber’in şu hadisindedir: “Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına faydalı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna en çok hayrı dokunandır.”

Bir başka deyişle, en hayırlı komşu, komşularına en çok iyilikte bulunan kimsedir.