Komşu komşunun külüne muhtaçtır (2)

Komşu; din, dil, ırk, cinsiyet ve nesep ayrımı yapmaksızın yerleşim alanlarında birbirine yakın evlerde oturan, yüz yüze ilişkileri olan, ortak kültürel değerleri paylaşan ve birbirini koruyup gözeten insanların birbirlerine verdikleri addır.

SON zamanlarda, görsel ve yazılı iletişim araçlarından da bilindiği üzere, aynı mahallede, hatta bazen aynı apartmanda yaşayan bir insanın ölüm haberini, komşuları o kişinin ya kaybolmasından ya da bedeninin kokmasından dolayı günler sonra duyabilmektedir.

Şu hâlde çağdaş dünyada karşılaşılan bu vahim durumdan ve kalabalık şehirlerdeki yalnızlık ve buhrandan kurtulmanın en önemli yollarından biri, şüphesiz komşular arası saygı ve sevgiye dayalı sıcak ve samimi ilişkilerdir. İşte biz bu makalede öncelikle Kur’ân ayetlerinden yola çıkarak insanoğlunun sosyal hayatında çok önemli bir yer tutan komşuluk konusuna İslâm’ın nasıl bir yaklaşımda bulunduğunu ortaya koymaya çalışacağız. 

Yine Kur’ân’ın tefsiri, hayata açılımı ve uygulaması olan Hazreti Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinde komşuluğa ve komşuluk haklarına verilen öneme tafsilatlı bir şekilde değinecek ve böylece İslâm’ın iki temel kaynağında komşuluk konusunu çok yönlü inceleyeceğiz. 

Bunun sonucunda komşuluk ilişkileri bağlamında yukarıda zikredilen günümüz insanının huzursuzluk, ruhsal bunalım ve sosyal yalnızlığına yönelik İslâmî çözümlerin neler olduğunu ve İslâm’ın bu sosyal problemlere nasıl çareler sunduğunu belirlemeye gayret göstereceğiz. 

Ayrıca bu makalede konu bütünlüğünü sağlamaya yönelik İslâm’ın diğer inanç mensuplarıyla komşuluk hususunu nasıl ele aldığını da Kitap ve Sünnet’ten yola çıkarak göstermeye çalışacağız. 

Buradan yola çıkarak dünya coğrafyasının pek çok yerinde, gayrimüslimlerle birlikte hayat süren dünya Müslümanlarının üzerinden ne tür komşuluk hakları ve sorumluluklarının bulunduğunu da kısaca açıklayacağız. 

Kur’ân, komşuluk ilişkilerine toplumsal hayatta dikkat çeken yapıcı ve onarıcı rolünden ötürü emredici bir form içerisinde yer vermiştir. Kur’ân’ın bu form içerisinde yer verdiği komşuluk ilişkileri, yakın ve uzak komşuyu içine alacak şekilde şöyle ifade edilmektedir: “Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındakilere (köle, cariye, hizmetçi, işçi) de güzel muamele edin. Bilin ki, Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisâ, 36) 

Bu ayet-i kerimeyi tefsir eden müfessir-i azamın ortak kanaati şudur:

“Yaygın yoruma göre ayette geçen ‘yakın komşu’ ile evleri en yakında bulunan komşular, ‘uzak komşu’ ile de nisbeten daha uzakta oturan komşular kastedilmiştir. İlkiyle akrabalık bağı bulunan, ikincisiyle akraba olmayan komşuların veya ilkiyle Müslüman, ikincisiyle gayrimüslim komşuların kastedildiği gibi daha başka yorumlar da yapılmıştır.” (Zemahşerî, I, 267-268; Şevkânî, I, 521) 

Kurtubî, bu son yorumu da sahih bir yorum olarak değerlendirir; ayrıca ayetteki “ihsan” kelimesinin yerine göre komşunun mutluluğunu ve kederini paylaşma, birlikte dostça yaşama, komşuya eziyet etmeme ve onu himaye etme gibi erdemli davranışları içerdiğini belirtir (V, 183-184). 

Hadislerde de komşuluğun önemini ve komşu haklarını anlatan çeşitli açıklamalar bulunmaktadır. Bunların en dikkate değer olanı, “Cebrail, komşu hakkı üzerinde o kadar önemle durdu ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı yapacak sandım” anlamındaki hadistir (Buhârî, “Edeb”, 28; Müslim, “Birr”, 140, 141). 

Başka hadislerde de komşusunun, kötülük yapmasından korktuğu kimsenin tam olarak iman etmiş olamayacağı (Buhârî, “Edeb”, 29; Müslim, “İmân”, 73), Allah katında en hayırlı komşunun komşularına en çok iyilik eden kimse olduğu (Tirmizî, “Birr”, 28) bildirilmekte ve ayrıca komşuların, en yakın olanlardan başlamak üzere birbiriyle hediyeleşmeleri de öğütlenmektedir (Buhârî, “Şüf‘a”, 23; “Hibe”, 16). Buna göre komşu; din, dil, ırk, cinsiyet ve nesep ayrımı yapmaksızın yerleşim alanlarında birbirine yakın evlerde oturan, yüz yüze ilişkileri olan, ortak kültürel değerleri paylaşan ve birbirini koruyup gözeten insanların birbirlerine verdikleri addır. 

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre komşuluk her şeyden önce insanlar arasındaki yakınlığı, yardımlaşmayı, sıcak ve samimî ilişkileri zihinlerde çağrıştırmaktadır. 

Ancak komşu, sadece yakın evlerde oturanların birbirlerine verdikleri ad değildir. Evleri birbirlerine uzak olmakla birlikte aynı mahallede, aynı şehirde oturup birbirlerini sıkça gören ve aynı atmosferi paylaşan insanların da komşu kategorisine girdikleri söylenebilir. Komşu, sadece evi bitişik olan veya kapı karşısında bulunan kimse değildir. Çünkü Hazreti Peygamber’den mervî bazı hadislerde komşunun kırk ev olduğu ifade edilmektedir. İslâm âlimleri, komşuluk hukukunu önemli gördükleri için bu hadisten hareketle komşuluğun sınırları üzerinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. 

Hazreti Ali’ye göre kişinin sesini duyurduğu herkes komşusudur. Başta Hazreti Aişe olmak üzere bazı âlimler, sınırı biraz daha geniş tutarak her cihetten kırk evin komşuluğa dâhil olduğunu ifade etmişlerdir. Onlar, hadiste geçen kırk ev ifadesini dört yöne kırkar ev şeklinde yorumlamışlardır. Aynı şekilde İbn Şihab’ın da “Kişinin sağından, solundan, önünden ve arkasından kırk ev komşusudur” dediği rivayet edilmiştir. Zemahşerî ise sadece evi bitişik olanı değil, aynı mahallede oturanı ve aynı mescitte namaz kılan kimseleri de komşu kategorisine sokmuştur. Yine Zemahşerî, söz konusu ayetin tefsirinde çok yönlü bir değerlendirmede bulunarak şu kuşatıcı yorumu yapmaktadır: “Bu komşu ister yolculuk arkadaşı, ister bitişik komşu, ister okulda tahsil arkadaşı, isterse herhangi bir meclis veya başka bir yerde yanında oturan ve sana arkadaşlık eden kimsedir. Yani aranızda meydana gelen en kısa bir sohbet arkadaşı, komşu demektir. Ki senin bu komşuluk hakkını gözetmen ve unutmaman gerekir.”

Son dönem müfessirlerden Muhammed Abduh’un ise kısa bir vakit de olsa arkadaşlık yapılan ve tanışılan kimseyi komşuluk kavramına dâhil ettiği görülmektedir.

Ayrıca komşuyu ve komşuluk sınırını belirlemede temel kriterin örf olduğu beyan edilerek bu hususa daha geniş bir açıdan yaklaşılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, İslâm bilginlerinin mesken itibariyle komşuluğun sınırlarına yönelik açıklamaları göz önüne alındığında, yakın ve uzak komşu kavramları bir yerleşim alanında yaşayan insanları yani köy, mahalle ve şehir halkını ilgilendirmektedir. Bu durumda bir mahallede, hatta bir şehirde oturan insanlar bile birbirlerine komşu olmaktadırlar. Ayrıca şu ayet-i kerime, aynı şehirdeki Müslüman ve diğer din mensuplarının birbirlerine komşu olabileceklerini söz konusu yapmaktadır: “Münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve şehirde müminlerin kusurlarını arayarak kötü haber yayanlar, bu hâllerinden vazgeçmezlerse, Biz onlara karşı Sana emir ve hâkimiyet veririz de sonra orada (şehirde) ancak az bir zaman Sana komşuluk edebilirler.” (Ahzab, 60-61)

Yüce Allah bu ayette gerçek yüzlerini saklayan münafıklara, kalplerinde hastalık bulunanlara ve şehirde kötü haberler yayarak Müslümanlara eziyet edenlere, Elçisini musallat kılacağını beyan etmektedir. Böylece o münafıklar Medine’den çıkacak ve artık Müslümanlara da komşu olamayacaklardır. Ancak bu ayetten zikri geçen üç grup insanın yaptıklarından vazgeçmeleri şartıyla Müslümanlara Medine’de komşu olabilecekleri de anlaşılabilir. Dolayısıyla zikri geçen vasıflara sahip olmayan insanlar, bir mahalle ve şehirde Müslümanlara komşu olabilirler ve onlarla beraber yaşayabilirler.