Koltuklar ve liderler

Keşke koltuklar insanlara şan, şöhret, güç, servet, kibir kazandıracağına, insanlar koltuklara hükmü şahsiyet bağlamında şahsiyet, haysiyet, tevâzu, adâlet, hak, hukuk, şeref kazandırsaydı. İşte o zaman o koltuklara oturanlar da otomatik olarak bu güzel hasletlerden nasiplerini alırlardı!

Kavramların analizi

ASLINDA makalenin başlığına “Liderler ve Koltuklar” demeliydim ama ben “Koltuklar ve Liderler” demeyi daha uygun buldum. Bunu da taammüden yaptım.

“Liderler” fâilliği temsil eder, “Koltuklar” ise mef’ûllüğü. Yani özne- nesne ilişkisi… Öznellik ve nesnellik…

Ama makalenin başlığında “Koltuklar” öne ve önceye, “Liderler” ise sona ve sonraya gelmiş. Aslında tam tersi olmalıydı; önce “Liderler”, sonra “Koltuklar”…

Kıymet hükümleri ve koltukların gücü

Değerler ve kıymet hükümleri açısından burada bir terslik varmış gibi görünüyor ama yakından ve uzaktan bakıldığında koltukların liderlerden daha değerli olduğu görülüyor. Binâenaleyh, bu koltukları ele geçirmek için tâbiri câizse insanlar kendi aralarında meydan muharebeleri yapmıyorlar mı? Her şeylerini ortaya koyup büyük bir savaşım vermiyorlar mı? Nasıl vermesinler ki, koltuklar insanlara muazzam derecede şan, şöhret, güç ve servet kazandırmıyor mu?

Dünyanın en şahsiyetsiz, en ahlâksız, en kişiliksiz, en ilkesiz, en adâletsiz, en imansız, en kaypak, en yalancı, en mürâyî insanını bu koltuklara oturtturun bakalım, ne göreceksiniz? Ne yazıktır ki, bütün başlar önünde eğilecektir. Koltuğa oturan da kendini ilâhlaştırarak Rabliğe soyunacak, “Şu yüce dağları ben yarattım” havasına bürünecektir. Aynı Firavun’un yaptığı gibi…

Hani Firavun ne demişti: “‘Ben, sizin en yüce Rabbinizim!’ dedi.” (Nâzi’ât Sûresi, 24’üncü âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)

Rablik iddiası sadece sözle olmaz. Hem sözlü, hem de fiilî olarak ya da sadece fiiliyatta da olabilir. Bunun ölçütü de, o koltuklara oturulunca yapılanlar, edilenlerdir. Sağlamasını ise Allah’ın âyetleri yapar. (Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: İlhan Akar, “Patolojik Muhalefet Anlayışı”, 12 Kasım 2021 ve İlhan Akar, “İktidar ve Güç Ahlâkı”, 18 Kasım 2021, Haber Ajanda Net’te yayımlanan makaleler.)

Keşkeler ve fedâ edilenler

Keşke koltuklar insanlara şan, şöhret, güç, servet, kibir kazandıracağına, insanlar koltuklara hükmü şahsiyet bağlamında şahsiyet, haysiyet, tevâzu, adâlet, hak, hukuk, şeref kazandırsaydı. İşte o zaman o koltuklara oturanlar da otomatik olarak bu güzel hasletlerden nasiplerini alırlardı!

Ne var ki, bu koltuklar uğruna neler fedâ edilmiyor ki… Canlar-cananlar, kimlikler-kişilikler, şahsiyetler-haysiyetler, inançlar-ilkeler, hayâlar-ahlâklar, terbiyeler-edepler, dâvâlar-sadakatler, özler-sözler ve daha neler neler...

“Oturmuş koltuğuna, ayak ayak üstüne atıyor,

Bir koltuk uğruna, Ya Rab, ne şahsiyetler batıyor!

Uzanmış koltuğuna, yan gelmiş yatıyor,

Bir koltuk uğruna, Ya Rab, ne dâvâlar batıyor!”

Koltuklar, Batılı ülkeler ve bizimkiler

Öteden beri hep dikkatimi çekmiştir. Neden Batılı ülkelerde liderler ömür boyu koltuğa zamk gibi yapışmazlar da İslâm ülkelerinde, daha doğrusu Orta Doğu Bedevî Arap ülkelerinde ve bizde zamk gibi yapışırlar? Çünkü bizimkiler kendilerini “bulunmaz Hint kumaşı” gibi görüyorlar da ondan!

Bakınız, beğenmediğimiz Batılı ülkelerde siyâsî liderler ister iktidarda olsunlar, ister muhalefette, bize göre çok kısa sayılabilecek zaman dilimlerinde koltuklarında kalırlar. Ömür boyu koltuklarına zamk gibi yapışmazlar.

İktidarda olanlar da, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, ne kadar ülkelerini büyütürlerse büyütsünler, mâkûl bir süre koltuklarında kalırlar. Zamanı gelince de barışçıl yollarla ve gönül huzuru içerisinde arkadan gelenlere koltuklarını bırakırlar. Böylece ne kavga olur, ne de dövüş. Hele keskinleşmiş bir kutuplaşma hiç olmaz!

Meselâ, daha birkaç gün önce ülkesi için çok başarılı hizmetler yapmış olan Almanya Başbakanı Merkel ile hakkında adlî bir soruşturma açılmış olan Avusturya Başbakanı, kendi irâdeleriyle koltuklarından ayrıldıkları gibi, siyâseti de kökten bıraktılar.

Koltuklar ve siyâsî târihimizde olanlar

Siz böyle bir şeyin bu ülkede ve İslâm coğrafyasında olabileceğine hiç ihtimâl verebiliyor musunuz? Veya siyâsî tarihimizde hiç böyle bir şey görülmüş müdür?

Bizim eski Türk tarihimizden günümüze gelinceye kadar, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bunlar olmuş mudur?

Yoksa bizim hanları, hakanları, hükümdarları, hünkârları, beyleri, başbuğları, sultanları, şahları, padişahları ve dahi siyâsî parti liderlerini -istisnalar dışında- Allah mı koltuklarından ayırmıştır? Ya da darbeler, kumpaslar, tabiî ölümler mi onları çok sevdikleri koltuklarından etmiştir?

Yakın siyâsî târihimizdeki siyâsetin sağında, solunda, merkezinde, aşırı uçlarında yer alan parti liderlerinin koltuklarını terk ediş biçimlerine bir bakın bakalım, ne göreceksiniz? Hiçbiri gönül rızalığıyla, kendiliğinden koltuklarını bırakmışlar mıdır? Yoksa başka şekillerde ayrılmak zorunda mı kalmışlardır?

Diğer yandan, Emevîlerden itibaren Arap İslâm coğrafyasında iktidarlar nasıl el değiştirmiştir? Günümüzdeki durumları ortada değil midir?

Tüm Türk-İslâm coğrafyasında öteden beridir uygulanagelen şahlık, padişahlık, sultanlık, krallık, prenslik, veliahtlık, şehzâdelik uygulamaları ne demektir? Hiç İslâm’da şahlık, padişahlık, sultanlık, krallık, prenslik ve saltanat var mıdır? İnanmıyorsanız ve kendinizi de Müslüman olarak addediyorsanız, açın bakın bakalım, kendi kutsal kitabınız Kur’ân’da, böyle bir şey görebilecek misiniz?

Yakın siyâsî tarihimizde muhalefet liderlerin de durumu aynı değil midir? Ölene ya da darbeler veya kumpaslar gibi olağanüstü yöntemlerle gidene kadar hiç koltuklarından kalkıyorlar mı? İsterse “seçimi on sefer, yirmi sefer kaybetsin; isterse seçimlere girsin yenilsin, çıksın yenilsin, sabaha kadar yenilsin”, yine de koltuğu bırakıyorlar mı? “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” atasözü herhâlde bunun için söylenmiş…

Çünkü Orta Doğu toplumları gibi bizim toplum da çok hırslı, inatçı, intikamcı ve duygusal bir toplumdur. Akılları ile değil, duyguları ile hareket ederler. Ne pahasına olursa olsun gâlip gelerek “intikam almak” isterler. Ama bilmezler ki (aslında çok iyi bilirler de işlerine gelmez; bildikleri şey, dillerinden kalplerine inmemiştir de ondan) “Galip olan ancak Allah’tır”.

Ama Batılı toplumlar daha sakin, duygularıyla değil, akıllarıyla hareket ederler. Onun için de işlerinde ve siyâsetlerinde başarılı olurlar.

Almanya’ya gidip geldikten sonra bir soru üzerine rahmetli Akif’in (M. A. Ersoy) Almanlar için dediği gibi, “Dinleri işimize benziyor, işleri de dinimize”.

Son söz: “Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal,/ Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” (Şâir Bâkî)