GEÇEN haftaki makalemin
başlığı “Dijital Faşizm ve Dijital
Kölecilik” idi.
Bu
makalemin yayımlandığı gün, benim açımdan iki önemli gelişme oldu.
Bu
gelişmelerden birincisi şuydu:
Haber
Ajanda NET’in 24 Eylül 2021 tarihli internet sayfasında yayımlanan bu makalemin
tarihi ve konusuyla çakışacak bir şekilde, aynı gün televizyonların ana haber
bültenlerine ve ulusal gazetelerin 25 Eylül 2021 tarihli internet sayfalarına
bir haber düştü.
Bu
haberin başlığı ve içeriği aynen şöyleydi:
“‘Köle
ticaretinde’ gizli gerçekler ortaya çıktı! Facebook’u tehdit etmişler!
Apple’nin, Instagram ve benzeri
uygulamalar üzerinden ‘köle ticareti’ yapıldığının ortaya çıkmasının
ardından Facebook’u uygulama mağazasından ürünlerini
çıkartmakla tehdit ettiği öğrenildi.
Wall Street Journal’ın (WSJ) yayınladığı Facebook’un
şirket içi raporları, 2019 yılında BBC’nin Instagram benzeri uygulamalar
üzerinden köle satıldığını ortaya çıkarmasının ardından Facebook’un, Apple’dan
uygulama mağazasından çıkartılma uyarısı aldığını ortaya koydu. Uygulamaların
indirildiği uygulama mağazalarının sahibi olan Apple ve Google haberin
yayınlanmasının ardından harekete geçerken, Apple’nin uygulama geliştiricilerin
‘derhâl sorunu giderici önlemler almasını’ istediği öğrenildi.
Öte
yandan, WSJ, şirket içi raporlara göre Facebook’un bu problemden BBC’nin
haberinden önce haberdar olduğunu ve konuyu araştırdığını bildirdi. Ancak
haberin yayınlanmasının ardından ilgili etiketleri yayından kaldırdığını ve
ilgili hesapları kapattığını bildirdi.
BBC
Arapça’nın haberi, Suudi Arabistan ve Kuveyt’te ev hizmetçilerinin Instagram’ın
da aralarında bulunduğu uygulamalar üzerinden alınıp satıldığını ve iradeleri
dışında, kapalı kapılar ardında tüm haklarından yoksun biçimde tutulduğunu
açığa çıkartmıştı.” (25 Eylül 2021 tarihli Milliyet İnternet Sayfası.)
Televizyonların
haber kanallarına ve gazetelerin bültenlerine aynı gün düşen bu haber, geçen
hafta yayımlanan makalemin tarihi, başlığı ve içeriği ile neredeyse birebir örtüşüyordu.
Bilmiyorum, bu bir tevafuk muydu? Ama makalemdeki düşünce, görüş ve tezlerim,
ne yazık ki bu haberlerle teyit ediliyor ve doğrulanıyordu.
İkinci
gelişme ise şöyleydi:
Geçen
haftaki mezkûr makalemi okuyan Şeref’li bir dostum, hemen sosyal medya hesabıma
şu mesajı göndermişti: “Ümmet bu kölelikten nasıl kurtulacak?”
Ben
de kendisine alelacele şu kısa cevabı yazarak göndermiştim: “Uzun ve zor bir
mesele. Yüzyılların tortusu var. Ancak meselenin özünü bir cümle ile söylemeyi
başarabilirsem; akıl kullanılarak, bilim istihsâl edilerek ve Kur’ân’ın mesajı
tam olarak kavranarak mümkün. Bunların hiçbiri Müslümanlarda olmadığına göre,
maalesef işimiz çok zor gözüküyor.”
İşte
aynı gün (geçen haftaki makalemin yayımlandığı gün) bu iki gelişme olunca, ben
de şu an okuduğunuz/okumakta olduğunuz bu makaleyi (Kölecilik Zihniyeti ve
Müslümanlar) yazmak lüzumunu hissettim.
Ama
beni bu makaleyi yazmaya sevk eden temel saik, yukarıda belirttiğim gibi
arkadaşımın şu sorusuydu: “Ümmet bu
kölelikten nasıl kurtulacak?”
Her
şeyden önce “ümmet” kavramı üzerinden şunu belirtmiş olayım ki; günümüzde
kullanılan İslâmî kavramların içi, “Ben Müslümanım” diyen ve Müslümanlığı hiç
kimseye bırakmayan tüm Müslüman kişi ve gruplar tarafından (cemaatler,
tarikatlar, partiler vesaire) boşaltıldı ve hemen hemen herkes bu kavramları
istismar ederek dünyevî ve siyâsî çıkarlarına âlet etti.
Dolayısıyla
günümüz Müslümanlarınca kullanılan bugünkü İslâmî kavramların kullanılış niyet
ve şekli, Kur’ân’ın çağlar içi ve çağlar üstü evrensel mesajlarıyla anlam,
amaç, mânâ, maksat, murad ve hikmet bağlamında birebir örtüşmüyor.
Örtüşmediği
için de bu kavramlar Müslümanların hep dillerinde kalıyor ve ağızlarından bir
türlü “akleden kalb”lerine inmiyor. İnmeyince de baştaki akıl ile kalbdeki akıl
arasında “selîm” bir irtibat ve bağ kurulamıyor. Bu bağ kurulamayınca da bu
kavramlar hep askıda kalıyor ve “sahih İslâm”, gerçek mânâda yaşanabilmesi için
Müslümanların hayatına (yaşamlarına) bir türlü taşınamıyor.
Baştaki
akıl ile kalbdeki akıl arasında irtibatın kurulabilmesi için frekansların
uyuşması ve kabloların paralel bağlanması gerekiyor. İşte frekanslar arası bu
uyuşma ve paralellik sağlanamayınca, kavramlar kendi dünyasını, Müslümanlar da
kendi dünyalarını yaşamak zorunda kalıyorlar. Ama unutulmasın ki, böyle bir
dünya, Allah’ın istediği ve onayladığı bir dünya değildir!
Kölecilik
ve İslâm
Kölecilik
zihniyetine ve köleciliğin her türüne kökten karşı olan ve köleciliği insan
onuruna aykırı bulan İslâm, ırkçılığı, kavmiyetçiliği ve câhilî asabiyeyi
(asabiyet) şiddetle reddederek, insan olmanın şeref ve haysiyetini en üst
dereceye çıkardı ve bunları en üstün mâkâmlarda tuttu.
Onun
için de tüm resûller (peygamberler) ve gerçek mânâda onların izinden gidenler,
hayatları boyunca kölecilik zihniyeti ve kölecilik uygulamalarıyla hep
savaştılar. Renklerine, ırklarına, milliyet ve kavimlerine bakmadan hepsi
“İslâm’ın oğlu” oldular. Dolayısıyla tam mânâsıyla “kardeşliğin” hakkını
verdiler.
Ya
şimdikiler?
Yeri
gelmişken bir anekdot nakledeyim…
“Ben de İslâm’ın oğluyum!”
Vakit,
kuşluk vaktiydi. Bazı sahabeler, Mescid-i Nebevî’de halka kurmuş, sohbet
ediyorlardı.
Bu
arada Selman-ı Fârisî mescide girdi. Mesciddeki sahabelere selâm verip uygun
bir yere oturdu. Oturanlardan bazıları, Selman’ın işiteceği bir sesle
birbirlerine kabile ve soylarını sormaya başladılar.
Biri:
“Ben Temim kabilesindenim…”
Bir
diğeri: “Ben Kureyş kabilesindenim…”
Üçüncüsü:
“Ben Evs kabilesindenim…”
Onlar
böyle konuşurken, Selman, bütün bu konuşulanları sükûnetle dinliyordu. İçlerinden
biri dönüp Selman’a sordu: “Ey Selman, senin soyun ve ırkın nedir?”
Onlara
göre onun vereceği cevabı yoktu. Çünkü o Acem’di ve bilinen bir soyu yoktu.
Selman, bütün Müslümanlara ders verircesine vakarlı ve sükûnetle cevap
verdi:
“Ben İslâm’ın oğlu
Selman’ım. Ben dalâletteydim. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Muhammed (as) ile
beni hidayete erdirdi.
Ben fakirdim. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Muhammed (as) ile beni zenginleştirdi.
Ben köleydim. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Muhammed (as) ile özgürlüğüme
kavuşturdu.
İşte benim soyum ve ırkım!”
Ses
seda yoktu. Herkes donup kalmıştı. Ama içten içe İslâm kardeşliği duyguları kaynamaya başlamıştı.
Ömer (ra), olanları mescidin bir yerinde dinliyordu. Bu cevabı duyar duymaz,
cezbe hâline kapılarak ayağa kalktı ve onların yanına gelerek, “Ben de İslâm’ın
oğlu Ömer’im. İslâm’ın oğlu Selman’ın kardeşiyim” dedi.
Oradaki
sahabelerden biri de kalkarak, “Ben de İslâm’ın oğluyum” dedi.
Ve bir başkası, “Ben de İslâm’ın oğluyum”, bir başkası, “Ben de İslâm’ın
oğluyum” diye bağırmaya başladılar.
İşte
İslâm, Müslümanlar arasında böyle kardeşlik tesis etti! Kölecilik zihniyetiyle
amansızca savaşarak, Câhiliye Çağı’nın kara derili Köle Bilâl’ini ve Bilâllerini
böyle özgürlüklerine kavuşturdu.
İslâm,
Bilâl’i sadece özgürlüğüne kavuşturmadı. Allah’ın Resûlü, ona ilk ezan-ı
Muhammediye’yi okutarak öyle bir pâye verdi ki dünya durdukça bu pâye Bilâl’le
birlikte hep anılır/anılacak oldu.
İşte
kara derili köle bir insanın insanlık piramidinde zirvelerin zirvesine
çıkarılması, İslâm’la ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bunu gerçekleştirenler
ise, Kur’ân’ın evrensel mesajını doğru anlayıp doğru uygulayan ilk Müslümanlar
oldu.
Onlar,
günümüz Müslümanları gibi “Ümmet ümmet” diyerek “Ümmetçilik” yapmadılar. Mesajı
eğip bükerek kendi çıkarlarına âlet etmediler. Dünya saltanatı kurmak için
mesajı istismar etmediler.
Bundan
dolayı bu konularda tüm insanlığa örnek bir toplum oldular.
Ancak
gelinen noktada Müslümanlar, dinlerinin özünden ve ruhundan koptular. Kur’ân’ı
“mehcûr” bıraktılar. Dolayısıyla Kur’ân’ın en temel emirlerinden olan aklı ve
ilmi kullanmayı ve bilimi istihsâl etmeyi ihmâl ettiler.
Son
yüzyıllarda aklı ve ilmi kullanmayı ve bilimi üretmeyi Müslümanların elinden
alan Batı toplumları, bilgi ve teknoloji ürettiler. Bunları üretemeyen Müslüman
toplumları önce açık işgâllerle köleleştirdiler ve sonra da acımazsızca
sömürdüler.
Bugünse
bu modern, post modern ve dijitalleşme çağında bilimin ve teknolojinin gücünü
de kullanarak ince siyâsetlerle Müslüman toplumların zihinlerini
köleleştirdiler. Aklını kullanamayan ve bilim üretemeyen Müslüman toplumlarsa
ne yazık ki bunu hak ettiler!
Gerçekte
şu an, Müslüman toplumlar ve Müslümanlar birer zihinsel köledir. Ama maalesef
hiç kimse bunun farkında bile değildir.
Akıllarını
kullanıp bilgi/bilim ve teknoloji üreten küreselci dijital şirketler,
oluşturdukları sosyal ağlar, sosyal medya ve internet üzerinden algı
operasyonlarıyla insanların zihinlerini esir almakta, duygu ve düşüncelerini
istedikleri gibi etkileyip yönlendirmekte ve yönetmektedirler.
Müslüman
toplumlar ise uyumaya, uyutmaya, mankurtlaşmaya, meyyitleşmeye, nargile
çekmeye, duluklarına ot tıkayıp okey oynamaya devam etsinler bakalım! Bu akılla
nereye varabilecekler?
Bununla
birlikte biz, Müslüman Türk milleti olarak, bütün bu badirelerden kurtulmak
için çırpınıyoruz. “Çırpınırdın Karadeniz” gibi çırpınmaya da devam edeceğiz.
Her şeye ve tüm eksikliklerimize rağmen bunu başaracağız. Allah’ın izni ve
inâyeti ile… Ama ondan önce, kendi üzerimize düşen görevi (akıl-çalışma-bilim-üretim)
hakkıyla yapmak suretiyle tabiî ki…
Bu
arada şunu da ilâve edelim ki, Müslüman toplumlarında iki tür zihinsel
kölecilik vardır: Bunlardan bir tanesi, içeriden yapılan zihinsel köleciliktir -ki
bu, dînî gruplar ve benzeri oluşumlar eliyle Müslümanların birbirlerini
köleleştirmesidir-.
Diğeri
ise, yukarıda bahsetmeye çalıştığım, Batı ülkelerindeki küreselci dijital
şirketlerin dışarıdan uyguladıkları köleleştirme faaliyetleridir. Onların
ürettiği ürünleri gönüllü ya da zorunlu olarak kullandığımız müddetçe, Müslüman
toplumların bu zihinsel köleleştirme operasyonlarından kaçmaları mümkün
değildir.
Son
söz:
Çalışan kazanır. Allah kimsenin emeğini yemez. Çünkü “insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm, 39).