Kök hücresi Türk kültürüne dayalı komşumuz Rusya

Yaşadığımız bu zaman diliminde tarihin tekerrür ettiğine tanıklık ediyoruz. Tarihin bir döneminde emperyal Batılılar olan “Bizans, Papalık ve Cermenler” tarafından taammüden formatlanan “Rus ulusçuluğu, Rusya, Pan-Slavizm ve Bolşevizm” bitti. Çünkü bunlar senarik tiyatrolardı. Tam tarihin aslına rücû dönemi başladığında, Ruslar Suriye’ye indirildiler. Türklerle yeni bir “savaş tiyatrosu’na başlamaları” istenmişti. Bu arada bir uçak düşürüldü, Ankara’da Büyükelçi öldürüldü vesaire…

BUGÜN dünyada iki süper güç sayılacaksa, bunlardan biri ABD, diğeri Rusya’dır. Evet, Rusya olarak bildiğimiz devletin tam adı, Rusya Federasyonu. Ya da Rusça söylenişiyle, “Rasiyskaya Federatsiya”...

Bu federasyon Kuzey Avrasya’da bir ülke olup, yönetim şekli yarı başkanlık tipi federal cumhuriyettir. 17 milyon kilometrekarelik alanıyla dünyanın en büyük ülkesinin Rusya olduğunu da söyleyelim. Toprakları o kadar geniş ki, Rus coğrafyası 11 zaman dilimine sahip. Ve bu hâliyle dünyanın sekizde birini kaplamakta. Yani hem Asya, hem de Avrupa kıtalarına yayılmış durumda. Buna rağmen topraklarının yüzde yetmişten fazlasının boş olduğunu da ekleyelim.

Doğal olarak çok milletli, 150’den fazla etnik kökene sahip bir ülke olan Rusya’nın nufusu 150 milyon kadar. Ama resmî dili sadece Rusça. Federasyon halkı çok dilli olduğu gibi çok dinli bir yapıya da sahip aynı zamanda. Nüfusunun yaklaşık 60 milyonu Ortadoks Hıristiyan olan ülkede 20 milyona yakın ateist, 40 milyon kadar Agnostik/deist yaşamakta. Müslümanların sayısı da 20 milyondan fazla... Yaklaşık 1 buçuk milyon kadar da Budist ve Hindu bulunmakta.

Rusya’nın en büyük şehri ve başkenti Moskova olup, nüfusu 11 milyon kadar. Federasyonun resmî para birimi ise ruble.

Rusya’nın en büyük gücü hâlen ordu… Ülke 1 milyon askerî personele sahip. Sovyetler Birliği zamanında da öyleydi, bugün de öyle. Bu bağlamda Rus makine-kimyasının silah sanayi oldukça gelişmiş durumda. Hattâ son zamanlarda Rusların, dünyanın en güçlü silahlarını ürettiği de biliniyor. Bilhassa savunma sistemlerinde en kalitelisi Ruslara ait. “Nükleer güç ölçeğinde de dünyanın önde gelen iki devletinden biri Rusya’dır” diyebiliriz.

Federe yapısıyla Rusya

Rusya, 83 idarî birimli bir federasyondan oluşmakta. Bu birimlerin başında 21 otonom cumhuriyet gelmekte. Bunların başlıcaları İnguşetya, Çeçenistan, Dağıstan, Yakutistan, Tataristan, Kamçatka, Kuzey Osetya ve Karelia. Devlet sınırları içerisinde otonom cumhuriyetlerin dışında Astrahan, Tula, Kursk ve Samara gibi 49 adet, adına “oblast” denilen özel yapılar bulunmakta. Bunlardan biri de “Özerk Yahudi Oblastı”... Ayrıca Altay ve Krasnoyarsk gibi 6 bölge, ilâveten 10 özerk bölge ve 2 federal şehir (Moskova, St. Petersburg) bu federatif yapının idarî parçalarını oluşturmakta.

Şu hususu da söylemeden geçmeyelim: Rusya Federasyonu içinde yer alan 21 özerk cumhuriyetten 7’si, bazı Türk toplulukları adına oluşturulmuş durumda. İşte Rusya Federasyonu içindeki özerk Türk cumhuriyetleri şunlar: Başkurdistan, Çuvaşistan, Hakasya, Saha (ya da Yakutistan), Tataristan, Altay ve Kabardino-Balkar Muhtariyetleri.

Geçmişten günümüze Ruslar ve Rusya

Şimdi de geçelim Rusya tarihine…

Başlangıç olarak Kiril alfabesinin icat edildiği 864 yılından önce, Slavların/Rusların tarihi hakkındaki bilgilerin az olduğunu belirterek girelim konuya.

Slavlar, dil bakımından Hint-Avrupa halklarından sayılmaktadırlar. Rusların köklerinin de Slav kavmine uzandığı biliniyor. Günümüzde Slav kavmi Doğu, Batı ve Güney Slavları olmak üzere üç ana unsurdan oluşmakta. Bunlardan Doğu Slav uluslarını Ruslar, Ukraynalılar, Belaruslar; Batı Slavlarını Polonyalılar, Çekler, Slovaklar ve Güney Slavlarını da Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar ve Slovenlerin oluşturduğu söylenmektedir. Ancak her ne kadar böyle bilinse de, saydığımız bu toplulukların pek çoğunun Slavlaştırılmış başka ırklar olduğu malûmdur.

Meselâ Bulgarlar… Bunların köken itibariyle Orta Asya’ya uzanan Ön Türk gruplarından olduğu su götürmez bir gerçektir.

Şimdi de “Rus” adının kökenine bir göz atalım…

“Rus” kavramının, Skandinavlı Normanlara bağlı olduğu sanılmaktadır. “Rus” veya “Rusi” kelimesinin Fincedeki “Rutsi” kelimesinden geldiğini kabul edenler de var. Denildiğine göre bu isim, Stockholm yakınlarındaki İsveçli Norslara takılmıştı ve “kayıkçılar, kürekçiler” anlamına gelmekteydi. Bu kayıkçı halka daha sonra “Ruslar” denildi.

Bir başka söylenceye göre, 6 ilâ 9’uncu yüzyıl aralığında Doğu Avrupa’da yer alan “Rus ya da Ros” akarsuyu kıyısında bir topluluk yaşamaktaydı. Zamanla bu topluluğa, çevresinde yaşadıkları nehrin adından ötürü “Rus” dendiği ve Rusya adınının da buradan kaynaklanmış olabileceği söylenmekte.

Her nereden gelirse gelsin, İskandinavya’nın Kıta Avrupa’sına bağlandığı sulak topraklarda dağınık olarak yaşayan Ön Slavların yedinci yüzyılda “Varyag” ya da “Vareg” adı verilen bir kısım Vikinglerle iç içe girdikleri ve onların önderliğinde Baltık Denizi’nin güneyindeki Pomeranya bölgesinde yer alan Novograd şehrinde ilk devletlerini kurdukları bilinmekte.

Burası daha sonra “knezlik” hâlini alacak olan bir baronluk, beylik ya da hanlıktı. Küçük Novograd Beyliği’nin kurucusu, “Rurik” adlı bir Norveç prensiydi. Bu nedenle onun ailesinden gelen idarecilere “Rurik Hanedanı” denilmekte. Rurikler, ilerleyen zaman içerisinde baronluklarını büyütüp prenslik hâline getirdiler. Bir bakıma Ruriklerin ilk devleti, Kiev Knezliği idi. “Orta Çağ’daki Rus Devleti” diyebileceğimiz Kiev Knezliği, 882’de Varegler tarafından kurulduğunda Pagandı. Bizans imparatorlarının etkisiyle 988 yılında Ortodoksluğa geçerek Hıristiyan oldu. Ve böylece oluşan Bizans etkisi, bölgeyi şekillendirmeye başladı.

Knezlikler Dönemi, ilk darbesini 13’üncü yüzyılda Moğol istilâsıyla aldı. Bu darbeyle Kiev Düklüğü yıkıldı. Kiev’den sonra Rurikler, Moskova Knezliği ile yeniden ortaya çıktılar. 14’üncü yüzyılda kurulan Moskova Knezliği, zamanla gelişerek 16’ncı yüzyılda Rusya Çarlığı hâline gelecekti. Yani Vareg yönetimindeki Rusların 9’uncu yüzyılda Kiev’de knezlik/prenslik olarak çıktıkları devlet kurma yolculuklarında, Türklerin de İstanbul’un Fethi ile bir üst kulvara çıktıklarını görüyoruz. Çünkü fetihten yaklaşık on yıl sonra Bizans Paleolog Hanedanı kalıntıları, Rurik knezleriyle evlilik yoluyla kurdukları akrabalık neticesinde ortaya çıkan “Paleo-Rurik (melez) Hanedanlığı” olarak “Bizans tâcı”nı giyerek Doğu Roma’nın yeni temsilcileri olduklarını ilân ettiler. Ve Rus idarecileri, devlet yolculuklarında “çar” unvanıyla hüküm sürmeye başladılar.

Söz konusu melez hanedan, 1460’tan 1600’e kadar iktidarda kaldı. 1600 yılı itibariyle tahta bir başka hanedan geçti: Germen kökenli Romanov Hanedanlığı… Bu hanedana mensup olup “Deli Petro” adıyla bilinen çarın çağdaş hamlesiyle Rusya, 1721’de imparatorluk hâline geldi, emperyalist bir katman daha kazandı. Ve tarihin ondan sonrası, “Osmanlı-Rus Savaşları” şeklinde yazılarak devam etti.

Romanov Hanedanlığı, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine bir yıl kala, 1917’deki Bolşevik Ekim Devrimi ile yıkıldı. Artık Rusya’nın iktidar tahtında Komünistler vardı. Ve Rusya, 1922’den itibaren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında dünyaya egemen bir güç hâline geldi.

Ve yıl, 1991… Komünizm çöktü, ondan sonra ülke, “Rusya Federasyonu” olarak varlığını sürdürmeye başladı.

Rus, ne kadar Rus idi?

Bu bölüme, öncelikle şu cümleyi sarf ederek başlamak istiyoruz: “Türkiye tarihini Rusya’sız, Rusya tarihini de Türkiye’siz anlamak zordur!” Çünkü bu iki ülke, yüzyıllar boyunca aynı tarihin iki parçasını yaşamış durumda. Bu bağlamda söyleyeceğimiz ikinci cümle ise bir klişe: Deniliyor ki, “Kuzey ülkeye vurulmuş olan Rus rengi kazıdığınızda, altından Türk çıkar”.

Buradaki ilk cümlede abartı yok, fakat ikinci cümle, birazcık abartılmış olmasına rağmen saklı hakikatin kendisi! Zira Slav Rusları, Baltık Denizi’nin kenarındaki küçük bir mıntıkada bir avuç azınlık olarak yaşarken, bugünkü federasyon toprakları Türklerin mülküydü. Sahaların İskit Devleti’nin, Hunların, Hazarların, Bulgarların, Türk-Moğol İmparatoru Cengizoğullarının Altınorda ve Gökorda’sının, Timurluların ve onların ardından diğer hanlıkların ve Osmanlı’nın…

Burada sormak lâzım: Bunca Türk’ün ve Türk devletlerinin arkalarında bıraktıkları halklar nice oldular? İstanbul’un Fethi’nden sonra Bizanslaşan Rus knezleri, fethin intikamını fenâ aldılar. “Ponçik stepleri” denilen Karadeniz’in kuzeyindeki federasyon coğrafyasında yaşayan Türk bakiyesi, adım adım Ortodokslaştırıldı, Bizanslaştırıldı ve Ruslaştırıldı. Böylece bir kavmin kalıntıları, başka bir ulusun genetiğine adapte edildi.

Ancak bu dönüşüm tamamlanmış değil! Bundan sonrası olmak durumunda. Çünkü “kader çemberi” ancak o zaman tamamlanacak ve kanaatimizce dönüşüm sürgünü, başladığı yere rücû edecek.

Konunun burasında bir “klişe söz” daha söyleyelim: “Tarih, tekerrürden ibarettir.”

Yaşadığımız bu zaman diliminde tarihin tekerrür ettiğine tanıklık ediyoruz. Tarihin bir döneminde emperyal Batılılar olan “Bizans, Papalık ve Cermenler” tarafından taammüden formatlanan “Rus ulusçuluğu, Rusya, Pan-Slavizm ve Bolşevizm” bitti. Çünkü bunlar senarik tiyatrolardı. Tam tarihin aslına rücû dönemi başladığında, Ruslar Suriye’ye indirildiler. Türklerle yeni bir “savaş tiyatrosu’na başlamaları” istenmişti. Bu arada bir uçak düşürüldü, Ankara’da Büyükelçi öldürüldü vesaire…

Ama tarihin geri dönüşü durdurulamadı. Bugün Rusya ve Türkiye, dostluk yolunda iki komşu durumunda. Türk nükleer gücünün tesisi için beraber çalışıyorlar. S-400ler alındı. Dünya barışı yolunda Astana Süreci devam ediyor. Yani oluşturulmuş sahte düşmanlıklar dönemi kapandı. Bundan sonrasında kök hücrelerinde benzerlikler bulunan iki ülkenin halkları, emperyalistler karşısında birlik olmak üzere yolculuklarını sürdürecekler gibi görünüyor. Ancak unutulmamalı ki, bu birliktelikten her iki taraf da aynı oranda kârlı çıkarsa pozitif bir sonuca ulaşılabilir. Yoksa gizli ajandalarla birbirini çelme üzerine dayalı hamleler, tarihin geri dönüşümünü -belki durduramaz fakat- rotar yaptırır. Bu durumun asla unutulmaması lâzım!