Köhne zamanın kuytu sessizliği

Siyah beyaz bir ömrün çehresini hüzün sarar. Şakağında alın teri, damarında iffeti akar. Ve bu sonsuz bağ, biz gençlerin yüreğine düğüm, gözüne perde olmalıdır. Ömür dediğimiz meddücezir; bilmeliyiz köhne zamanın kuytu sessizliğini…

KARANLIĞA tutsak pâk yüzler, yıldızlarda saklı… Çocukluğumuzdan arda kalan ne vardı şimdi? Masumiyet mi? Hayır! Toyluk mu? Asla! İnanç mı? Evvelâ… Ne vardı şimdi?

Fersûde yüreklerin izi var yarınlarımızda, yaralarımızda… Titreyen ellerin, ağarmış saçların, çavdar kokularının, buğday aşının, şilte koltukların… Geleceğimizin mimarı yaşlılarımızın alın teri var hayatlarımızda. Nasıl ki ekmeksiz sofra, şekersiz çay, sohbetsiz kahve olmaz ise, gelenek, görenek ve ananesiz de ömür olmaz. Yolumuz ve yönümüz dilimiz ve dinimizin ışığında aydınlık yarınlara yükselecekse eğer, yoldaşımız büyüklerimiz olmalıdır.

Ömrümüzü bağnaz olmayan zihniyetlerden, yeniliğe açık bakışlardan hareketle şekillendirmeliyiz. Geçmişimizi yok saymak yerine el üstünde tutmalıyız. Örf ve âdetlerimizi “geri kafalılık” olarak değil de gururla sergilemeliyiz yeni neslin önünde. Askeri uğurlamalı, hacıyı karşılamalı, çeyizlerimizi sermeliyiz gül kokan yuvalarımıza. Tâzeliğini yitirmemeli düğün arifeleri… Gerçek şu ki, gelenekler ve inançlarımız, bizi biz yapan, toplumu ayakta ve diri tutan can damarlarıdır. Öyle ki, bu kökler yüzyıllar öncesine dayanan, gelişen dünyamıza ayak uyduran ve bizlerle yoğurulan temel taşlarımızdır.

Nasıl ki bir ağaç, köküne su vermediğimiz zaman ölür, bizler de ağaç kökünü sularmışçasına sahip çıkmalıyız yedi ceddimize! Bizim gelenek ve göreneklerimizde şehitlerimiz baş üstünde, gelinlerimizse el üstündedir. Mutluluğumuz, üzüntümüz, kaygımız hem bir dirhemdir, hem nefestir.

Yaşlılık, çağın en bilgin hâlidir. Tecrübe kokan dillerin yansıması, biz gençlerdedir. Masallarımızdan hikâyelerimize değin yaşlılar, hep yolumuza ışık tutanlar olmuşlardır. Erzurumlu Emrah’ın, Âşık Garib’in ve nicelerinin elinden tutan, aksakallı bir ihtiyardır. Dedelerimiz, kırışmış çehreleri, pamuk yarası elleriyle bayram şekerleridir.

Batıdan doğuya kimi zaman anlaşılamayan âdetlerimiz, aslında en büyük değerlerimizdir. Hepsi olmasa da, geleneklerimiz geleceğimizin aynasıdır. Bir genç kızın kuşağı, bir yiğidin bayrağı hep al olmuştur. Doyumsuz bilgi birikimleri ile her cümlenin sonunu getiren değerlerimiz, anane ve dedelerimiz olmuştur. Karşılarında saygı ile eğildiğimiz, hürmette kusur etmediğimiz yaşlılarımız, âdeta evin damıdırlar.

Yaşlıların yalnızlık ve sosyal izolasyon sorunu günümüzün modern toplumunda derinleşmektedir. Her alanda yaşadığımız hızlı değişme, toplumsal yapıyı da değişime uğratmıştır. Ve bu değişim çevresinde biz gençlere büyük rol düşmektedir. “Damlaya damlaya göl olur” kelâmını kenara atmamalı, o damlayı deryâ etmeliyiz. Dinlemeli, anlamalı ve gelecek için anlatmalıyız. Her cümleyi fayda, her hareketi artı, her mizacı destur bilmeliyiz. Önce emekledik, sonra yürüdük ve elbet çürüyeceğiz; bunun kerâmeti ile düşünmeliyiz.

Gecenin ardından gündüzü yaratan Rabbim, yaşlılarımızı bize emanet etmiştir. Çağlara ve toplumlara göre değişen yaşlılık değeri, saygınlığını hiç yitirmemiştir. Dilimizin, dinimizin, soyumuzun en parlak ve yalın hâli yaşlılarımızı temsil etmektedir. Yaşlılar, gördüklerine kör ve duyduklarına sağır dolaşan gençlerin bir girift aşkıdır…

Siyah beyaz bir ömrün çehresini hüzün sarar. Şakağında alın teri, damarında iffeti akar. Ve bu sonsuz bağ, biz gençlerin yüreğine düğüm, gözüne perde olmalıdır.

Ömür dediğimiz meddücezir; bilmeliyiz köhne zamanın kuytu sessizliğini…