Koalisyondan ittifaka siyâsî bir ilkesizlik

On yıl boyunca İstanbul Sözleşmesi nedeniyle Erdoğan için söylenmedik hakaret dolu eleştirilerinin ardını bırakmayan SP, şimdi İstanbul Sözleşmesi’ni seçim vaadi yapan Kılıçdaroğlu’nun yanında saf tutarak siyâsî ilkesizliğin önemli bir örneğini oluşturmuştur. Teslim edilmelidir ki, Erbakan da, onun Millî Görüş söylemi de tarih olmuştur!

HER kesimin meşruiyet kaynağı da, meşruiyet anlayışı da farklıdır. Toplumun bütün kesimleri için geçerli olabilecek bir meşruiyet kaynağı ya da meşruiyet anlayışı toplumun bütün kesimleri için henüz bağlayıcı değildir. Dışa kapalı cemaat ya da topluluklar için yalnızca kendilerini bağlayan bir meşruiyet anlayışı vardır. Zaten bu anlayış ile o topluluklar büyük ölçüde varlıklarını sürdürmektedirler. Aksi hâlde dağılıp gitmeleri kaçınılmazdır.

Saadet Partisi’nin (SP), bir siyâsî parti olmasına karşılık bağlıları arasındaki meşruiyet anlayışı büyük ölçüde kapalı bir cemaat özelliği taşımaktadır. Bir görüşün, bir uygulamanın Necmettin Erbakan’dan kaynaklanması onlar için yeterli olmaktadır. Erbakan’ın söyledikleri, yapıp ettikleri onların meşruiyet anlayışının temel sınırlarını oluşturmaktadır.

SP’lilerin son yıllarda AK Parti’ye karşı CHP ile yaptıkları ittifak için de Erbakan’ın 2001-2011 arasında AK Parti’ye karşı söyledikleri ve özellikle 1974 CHP-MSP koalisyonu örnek bir model olarak görülmektedir. O koalisyon hükümeti ve yaptıkları bugün millet ittifakı için ya da CHP-SP birlikteliği için emsal olarak alınabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek zordur. Çünkü o koalisyon iki ortaklıydı.

Millet İttifakı, görünürde altı, gerçekte sekiz ortaklıdır. Erbakan öyle bir koalisyonun içinde olmaya her nedense kendisini mecbur saymıştı. 1973 Genel Seçimlerine göre Adalet Partisi (AP) ya da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) öncülüğünde bir koalisyon hükümeti kurulabilirdi. Çünkü diğer partilerin milletvekili sayıları hükümet kurmak için yeterli değildi. AP Genel Başkanı Demirel ise, “Millet bize muhalefet görevi verdi” diyerek koalisyon isteklerini geri çevirmişti. Buna karşılık 1972’de CHP’nin başına geçen Ecevit ise seçimden birinci parti olarak çıktığı için kendisini hükümet kurmaya hak sahibi olarak görmüştü. Koalisyon hükümetine karşı oldukça istekliydi. Bir koalisyon hükümeti ile kendisini ispatlamaya çalışmaktaydı.

Ecevit, o dönemin TBMM’sindeki partilerin milletvekili sayısına göre ya Erbakan liderliğindeki MSP ya da Ferruh Bozbeyli liderliğindeki Demokratik Parti (DP) ile hükümet kurabilirdi.

Bozbeyli, AP’den ayrılan bir grupla DP’yi kurmuştu. AP’nin, “Sol ile işbirliği yaptı, bizi böldü, Sol’u iktidara taşıdı” suçlamalarını önemsediği için olmalı ki CHP ile koalisyon kurma tekliflerini reddetmişti. Erbakan liderliğindeki MSP, AP’nin suçlamalarına karşı kendini daha korunaklı saymıştı. AP’den ayrılmamış yeni bir parti olarak yola çıkmıştı ve ilk genel seçimlerde yüzde 11 kadar oy almış olmanın verdiği bir güven duygusu vardı.

Erbakan’ın ilk partisi olan Millî Nizam Partisi (MNP) 12 Mart Askerî Darbesi’nden sonra kapatılmıştı. Yerine 1972’de MSP kurulmuştu. Ancak onun da kapatılma ihtimâli vardı. CHP ile kurulacak bir koalisyon hükümetinin MSP için bir çeşit korunma imkânı sağlayacağı görüşü partiye hâkim olmuştu.

Ecevit liderliğindeki bir koalisyon MSP için düzen içinde meşruiyet sebebi olabilirdi. Bu beklenti koalisyon için önemli bir zemin oluşturmuştur.

Aslında Erbakan’ın Ecevit liderliğinde, partisini koruma ve düzen içinde meşru görülme beklentisinden dolayı, bir koalisyona katılmaya kendisini mecbur hissetmesi siyaseten büyük yanlış olmuştur. Nitekim bu koalisyon nedeniyle bir sonraki seçimlerde MSP’nin milletvekili sayısı yarı yarıya azalmıştı. Üstelik koalisyon kısa sürmüş, Kıbrıs olayı nedeniyle yıldızı parlayan Ecevit’in seçim ısrarından dolayı MSP hükümet içinde varlığını gösteremeden koalisyon Ecevit tarafından bozulmuştur. CHP-MSP koalisyonu, AK Parti-Erdoğan gibi birisine karşı kurulmamıştı.

Koalisyon hükümetinin en önemli iki icraatı, 1974 Affı ve Kıbrıs Savaşı’ydı. Koalisyon protokolünde taraflar genel affı kabul etmiş olmalarına rağmen, o dönem Ceza Kanunu’nda yer alan 141 ve 142’nci maddelerden hüküm giymiş olan Sol görüşlülerin affını öngören yasaya Erbakan ve arkadaşları “Evet” dememişlerdir. Bu maddeleri kapsam dışında tutan bir af yasası TBMM’den çıkmıştır. CHP’nin bir yan kuruluşu gibi çalışan Anayasa Mahkemesi, CHP’nin müracaatı üzerine af yasasının eşitlik ilkesi gereğince herkesi kapsaması icap ettiğini öngören bir karar alınca 141 ve 142’den hüküm giymiş olan Sol görüşlüler de cezaevlerinden salıverilmiştir. Demirel ve onunla birlikte hareket eden Yeni Asya gibi bazı cemaatler bu olaydan sonra Erbakan’ın “komünistleri affettiğini, komünistlerle birlikte hareket ettiği suçlamasını” uzun yıllar tekrarlamışlardır.

Koalisyon hükümeti kurulurken elbette Kıbrıs Savaşı ihtimâli ortada yoktur. Gerçi adada 1967 olaylarından sonra Türkiye, askerî bir harekât için birtakım hazırlıklar yapmıştır. Ancak 15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı sayılan Papaz Makarios’a karşı, adanın Yunanistan ile birleşmesini (ENOSİS) savunan bir grubun darbe yapması ile Kıbrıs sorunu, Türkiye için en önemli konu hâline gelmiştir. Nihayet 1959 Londra ve 1960 Zürih Anlaşmalarının Türkiye’ye verdiği garantörlük hakkını kullanarak, koalisyon hükümeti, Kıbrıs adasına askerî müdahale kararı almıştır.

Kıbrıs adası zaten karışıklık içindeydi. Yunanistan’da askerî darbe olduğu için oradan Kıbrıs adasına bir müdahale gelmemişti. Bu yüzden Türkiye için son derece elverişli bir siyâsî ve askerî ortam doğmuştu.

Türkiye’nin askerî müdahalesi Kıbrıs’ta başarılı olmuştur. Ancak Kıbrıs’ta elde edilen askerî başarıyı koalisyon ortakları paylaşmak istemediler. O dönemin basınının yardımıyla Ecevit “Kıbrıs Fatihi” sayıldı. Erbakan her ne kadar “Kıbrıs kararı Ecevit’in işi değil, o yokken kararı ben başbakan vekili olarak aldım” demiş ise de bu görüşünü kamuoyuna mâl edememiştir. Ecevit ise koalisyon hükümetini yıkmıştır. Koalisyon hükümeti kurulurken Ecevit, MSP ve onun tabanı hakkında CHP’nin ve Sol çevrelerin “tarihî bir yanılgı içinde olduklarını, artık bunu değiştirmelerinin icap ettiğini” savunarak bu koalisyonun gerekliliğini ileri sürmüştür. Ancak koalisyonun bozulması ile birlikte Sol çevrelerin MSP’ye yönelik ağır eleştiri ve suçlamaları kaldıkları yerden devam etmiştir.

O günlerden bugünlere ilkesizliğin seyri

Bugünse Millet İttifakı, Erdoğan’a, AK Parti’ye karşı kurulmuştur. SP’nin Erdoğan’a/AK Parti’ye karşı bir ittifakın içinde yer almak için bu kadar istekli ve heyecanlı davranmasının makul bir siyâsî açıklaması yoktur. Türkiye 1974 şartlarında değildir. ABD Başkanı Biden seçim vaadi olarak, “Türkiye’de muhalefete destek olacağını” açıklamıştır. Millet İttifakı bu destekten nasibini almaktadır.

Oysa CHP-MSP koalisyonunun böyle bir dış desteği yoktu. Yaklaşık yüz yıldan beri mağdur olan bir kesimin ezici ve sessiz çoğunluğun desteği ile iktidar olan AK Parti’yi yüz yıllık mağduriyetin suçlusu olan bir CHP ile ittifak ederek AK Parti’yi/Erdoğan’ı devirme çabası, 1974 koalisyon hükümetinin kuruluş şartları ve öncelikleri ile oldukça farklıdır. “Erbakan o zamanın CHP’si ile koalisyon kurduğu için SP de şimdiki CHP ile ittifak kurdu” savunması son derece yetersizdir.

CHP-MSP koalisyonunun MSP için önemli bir siyâsî tercih hatası olduğu bir sonraki seçimde görülmüştür. Üstelik o koalisyonun karşısında Erdoğan/AK Parti yokken ve bir siyâsî hata durumundayken, şimdi Erdoğan’a/AK Parti’ye karşı CHP patronajında kurulan Millet İttifakı’nda SP, kendini ve kimliğini inkâr ederek varlığını CHP’ye armağan etmiştir.

Bugün SP’liler Erdoğan’a karşı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına sevinmektedirler. Bu sevinç akıl tutulması sınırlarını aşmış, aklı yok eden bir sonuca ulaşmıştır. Kendine yakın olana, kendine benzeyene karşı duyduğu kin kadar, kendine benzemeyene, kendine uzak olana tutku derecesinde bağlanmıştır.

Dillerinden düşürmedikleri Erbakan Hoca’nın varlığında bile, SP, en çok oyu 2002’de yüzde 2 buçuk seviyesinde almışken, takip eden hiçbir seçimde yüzde 2 buçuk bile oy alamamışlardır. Ancak 2019 Yerel Seçimlerinde olduğu gibi, “İstanbul’u AK Parti’ye biz kaybettirdik” diye kendi aralarında övünmek kalmıştır onlara.

Geçmişte 1974 koalisyonu sebebiyle işlenen hata, bugün SP için Millet İttifakı ile işlenen daha büyük bir hatanın bahanesi ve gerekçesi hâline gelmiştir. Hata tekrar edilmezse, doğru yolda ilerlemenin itici bir sebebi olabilir.

Oysa Millet İttifakı örneğinde görüldüğü gibi, hatanın daha büyüğü tekrarlanmaktadır ve bununla övünülmektedir.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı SP Genel Merkezi’nde ilân edilmiştir. Bunun için SP Genel Merkez binasına CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın bir posteri de asılmıştır. Bina önünde toplanan kalabalık şamatalı bir şekilde İzmir Marşı’nı okumuştur. SP, adeta CHP’nin bir yan kuruluşu durumuna gelmiştir.

Gerçi SP’nin bu tutumuna karşılık 2018 Genel Seçimlerinde iki üyesini CHP listesinden milletvekili yaptırarak karşılığını aldığı söylenmiştir. Ancak o iki milletvekilinden biri olan Cihangir İslam’ın sonradan CHP’ye katılmasıyla SP’nin siyâsî bir kazancının olmadığı da görülmüştür.

1970’erde Erbakan’ın en çok savunduğu görüşlerden biri, başkanlık sistemi olmuştur. O başkanlık düzenini 2017 Referandumu ile Erdoğan gerçekleştirmiştir. Buna karşılık günümüzde SP çevreleri “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” savunmaktadırlar. Geçen yıllara dair süre içinde “Millî Görüş partileri” denilen siyâsî çizginin öncelikleri de, görüşleri de fena hâlde değişmiştir. SP’nin bu tutumunda meşruiyet anlayışını Erbakan’ın şahsı ile sınırlı tutmasının payı büyüktür. Çünkü Erbakan da sağlığında AK Parti’nin “Siyonizm baltasına sap olduğu” gibi oldukça hakaretamiz eleştirilerde bulunmuştur.

On yıl boyunca İstanbul Sözleşmesi nedeniyle Erdoğan için söylenmedik hakaret dolu eleştirilerinin ardını bırakmayan SP, şimdi İstanbul Sözleşmesi’ni seçim vaadi yapan Kılıçdaroğlu’nun yanında saf tutarak siyâsî ilkesizliğin önemli bir örneğini oluşturmuştur. Teslim edilmelidir ki, Erbakan da, onun Millî Görüş söylemi de tarih olmuştur!