KKTC’de neler oluyor?

KKTC sınırları içinde ve dışında, bu ülkeyi yok etmek için yıllardır ciddî stratejik çalışmalar yapan onlarca ülke, dernek, kurum ve yapı varken, Türkiye, KKTC’yi korumak ve yaşatmak adına ciddî bedel ve yaptırımlara karşı hiçbir taviz vermeden mücadele ediyorken, KKTC Devleti çok geç olmadan toparlanmak ve de ülkesine ve milletine sahip çıkan, ciddiyet ile çalışan “devlet gibi devlet” olmak zorundadır.

AKDENİZ’DEKİ doğal gaz zenginliğinin farkına varılması ile Kıbrıs, bir kez daha dünyanın dikkatinin çevrildiği nokta olmuştur.

İsrail, Amerika ve İngiltere gibi birçok devlet, çok ciddî bir şekilde Kıbrıs çevresindeki zenginliklerde hak iddia edebilme çalışmalarına süratle devam etmektedir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de bu devletler ile iş birliği hâlinde, KKTC’nin hakkını açıkça gasp etmeye çalışmaktadır.

Daha geçtiğimiz günlerde, aslında bir Osmanlı vakıf arazisi olan İngiliz üssü topraklarının İngiltere tarafından karşılıksız olarak Rumlara devredilmesi de bu çalışmaların devam ettiğini bir kez daha dikkatimize getirmiştir.

Bunun karşısında Türkiye Cumhuriyeti, Akdeniz’de sadece kendi haklarını değil, KKTC’nin de haklarını koruyabilmek için ciddî bir çaba göstermektedir.

Bu durum sadece son 2-3 yılın senaryosu değildir; Kıbrıs’ta bin yıldır aynı senaryo yaşanmaktadır.

Haçlı Seferleri döneminde de Kıbrıs üzerinde bir din savaşı vardı. 1963-1974 yılları arasında da Kıbrıslı Türkler, varlıklarını devam ettirebilmek için büyük bedeller ödediler. Ve bugün de bu çekişmeler post-modern bir hâl alarak yaşanmaya devam etmektedir.

Uluslararası arenada birçok yönden saldırılar alsa da Türkiye Cumhuriyeti, nasıl ki 1974’te KKTC konusunda hiçbir taviz vermemiş ve bütün baskılara rağmen oradaki yurttaşları terk etmemişse, bugünden sonra da hiçbir taviz vermeyecektir.

Buna rağmen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin mevcût liderliği 63 ilâ 74 yılları arasında yaşananları âdeta unutmuş, egemenliğinin ve sahip olduğu bayrağın uğruna ödenen bedelleri hâfızasının en ücra köşelerine itmiş bir şekilde, uzun bir süredir yüzeysel konular ve özel çıkarlar peşindeki tartışmalara odaklanarak geniş resmin vahametini boşvermiştir.

Hem içten, hem de dıştan KKTC’nin toprak ve ülke bütünlüğünü tehdit eden saldırılar gün geçtikçe şiddetlenmektedir. Aynı durum KKTC üzerinden Türkiye’ye karşı gerçekleşen saldırılar için de söz konusudur.

Son 5 yılda KKTC’de yüzlerce FETÖ zanlısı yuvalanmıştır ve KKTC yönetimi, bunları araştırmak üzere hiçbir faaliyet yürütmemiştir. Son zamanlarda Türkiye medyasına yansıyan bazı KKTC kaynaklı haberler de durumun ne kadar ciddî bir noktaya geldiğini işaret etmektedir.

Yıllar içerisinde Türkiye’den kaçan yüzlerce PKK’lı KKTC’yi bir geçiş noktası olarak kullanmış, burada yaşamaya devam etmiş, Güney Kıbrıs’a veya Güney Kıbrıs üzerinden İngiltere gibi Avrupa ülkelerine iltica etmişlerdir. Bir kısmına Avrupa Birliği vatandaşlığı verildiğine dair ciddî duyumlarımız dahi vardır. Bunlara rağmen, KKTC Devleti, PKK kapsamında bir çalışma yapmamıştır.

Avrupa Birliği ve ABD, yıllardır dernekler ve sosyal projeler üzerinden KKTC’ye para akıtarak, belli bir kesimi kalkındırarak KKTC’deki algılar ve değerler ile ciddî şekilde oynamaktadır. Buna karşın bu çalışmalar denetlenmemekte, millî ve mânevî değerleri toplum içerisinde yüceltecek politikalar oluşturulmamaktadır.

Son zamanlarda gelişen tehlikeli bir olay da, özellikle siyaset ve ticaret kullanılarak KKTC’de bir “Türkiyeli-Kıbrıslı” ayrımı yaratılması ve Türklüğe karşı özerk bir “Kıbrıslı” kimliği inşâ ederek toplum içerisinde ayrımcılık ve çatışma çıkarılmaya çalışılmasıdır.

Bütün bunların yanında, KKTC, sebebi bilinmeyen farklı saldırılara da uğramaktadır.

Meselâ, geçtiğimiz ay sadece bir haftada, 100’e yakın ve sebebi bilinmeyen yangın çıkmıştır. Bu yangınların çıktığı yerlerse stratejik olarak önemli ve mânidar noktalardır.

KKTC’de Türkiye düşmanlığı pompalanıyor!

Bütün bunlar olurken, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, Rum kesimi ile kapıları açmanın ve daha fazla iş birliği yapmanın derdine düşmüş, hükûmet ise kendi arasında çatışmalara odaklanmıştır. Türkiye’nin garantörlüğü dışında görüşmeler yapılması için söylemler dahi geliştirilmiştir.

KKTC siyasetindeki bazı isimler, devlet içerisinde kendi devletlerini kurmaya ve bütün olaylara şahsî çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmaktadırlar.

Karantina döneminde, adaya karantinasız girişler yasakken yaşanan en son olay da, KKTC’yi sarmış tehditlere karşı ülke içerisindeki gündemin farklı yönlere kaydırılmasının en güzel örneğidir. Ülkeye karantinasız, gümrük işlemleri yapılmadan giren bir yatırımcı ekibin nereden, nasıl, ne için girdiğine, adada tam olarak ne yaptığına dair halktan gelen soruları, kabînedeki bakanların hiçbiri cevaplayamamış, bundan dolayı hükûmette gerginlik çıkmıştır.

Cumhurbaşkanı adayı olduğu öğrenilen ve kimlere hizmet ettiği belli olmayan (!) bir şahıs, sosyal medya yayınında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi nezdinde Türkiye Cumhuriyeti’ne çok ağır hakaretlerde bulunabilmiştir. Bu konu, ülkedeki bazı şahıs ve derneklerin girişimi ile polise taşınsa da, doğrudan devlet bazındaki bir girişimden bu anlamda haberdar değiliz.

Yakından takip ettiğimiz KKTC’de bunlara benzer olayların hızla artması, halka devletin varlığını, ciddiyetini ve güvenilirliğini sorgulatır hâle gelmiştir. Bu da maalesef halkı devletten uzak bir noktaya itmeye davetiye çıkarmaktadır.

KKTC sınırları içinde ve dışında, bu ülkeyi yok etmek için yıllardır ciddî stratejik çalışmalar yapan onlarca ülke, dernek, kurum ve yapı varken, Türkiye, KKTC’yi korumak ve yaşatmak adına ciddî bedel ve yaptırımlara karşı hiçbir taviz vermeden mücadele ediyorken, KKTC Devleti çok geç olmadan toparlanmak ve de ülkesine ve milletine sahip çıkan, ciddiyet ile çalışan “devlet gibi devlet” olmak zorundadır.