Kız yurdu, FZ ve Amerika

Saat geç olmuştu, daha fazla onun kötü arkadaşlarını ve Amerika’yı düşünmek istemiyordum. Uykumun bari bu gece kaçmasını istemedim. İçli içli baktı gözlerimize, hıçkırdı birkaç dakika. Ardından sustu, çıktık odasından. Gariptir, FZ’yi seven çok yoktur etrafında. Benim de aram çok iyi sayılmazdı, ama severdim yine de. En azından Amerika’ya karşı değil miydi?

MERAKLISI olduk dünyada olup bitenin. Peşine düştük ölü insan sayılarının. Silahları sorguladık. Geceleri yurt odalarımızda bir araya gelip uykularımızdan çaldık, bir derdi ağırladık sofralarımızda. Abur cubur alışverişlerinden sonra yurda dönüşümüzde yan odanın kapısını tıklattık, “Çaya bekleriz, güzel kurabiyelerimiz var” dedik, ikram yarışına girdik.

Sabahları hazırlanırken aynayı kim kapacaktı? Yarış yaptık yemekhanedeki yemeklere bitmeden yetişebilmek için. Minibüse bindiğimizde sessizce, kıkırdamadan duramadık; bizim muhitte sevmezlerdi bizi üstelik, hep üzülmemizi isterlerdi. Minibüsteki sessiz sedâsız gülüşlerimiz meydan okumaktı onlara(!). Hâlbuki sadece kıkırdardık, o kadar!

Hep beraberdik. Her saatimiz yan yana geçiyordu. Yurdun kızları olarak bir aile olmuştuk. Okulda da beraberdik. Bütün bir yılım onlarla geçti, evet, ama bazen de uzaklaşmak istedim tüm o kalabalıktan. Yalnız kalmayı istedim. Çünkü hep çok kalabalıktık. Bu istek yalnızca bana özel değildi ama anlayışla karşılanmadığı çok oluyordu. O yüzden zaman zaman ortalıktan kaybolan, çatıda, orada burada kendine “gizli bir yer” edinenler silsilesine sahip oluyorduk. Herkes birbirinden habersiz, o gizli yeri sadece kendisi keşfetmiş gibi davranıyordu. Fakat sohbet ederken kimse o kalabalıkta yalnızlığı sırtlanmayı kabul etmiyordu.

Beraberken çok fazlaydık. Bu kimi zaman çok güzel ve özel, kimi zaman dehşet vericiydi. Çünkü 120 genç kızdık. Üstelik hepimiz 18 yaşındaydık ve sınava hazırlanıyorduk. Aksiyon hâliyle yurt, hanemizden hiç eksik olmuyordu. Kavgalar ettik, küstük, barıştık… Kimileri barışamadı, başka arkadaşlar edindi. Ardından o arkadaşlar küsenlere düşman oldular. Düşman olanlarla eski dostlar birbirlerine girdiler. Geri dönen oldu, dönmeyen oldu. Ama kavgalar hep kırıcı ve can yakıcıydı.
Bu 120 güzel insan hakkında bir kelime söyleyecek olursam, bunun adı “idealist” olurdu. Evet, kesinlikle “idealist”!

Fark ediyorum da, bu yüzden sevmelerinde, kızgınlıklarında muhataplarından önce dünyaya sataşırlardı. Taşkınlıklar, küslükler, sevinçler, mutluluklar hep bu kelimeden payını alıyordu.

Biliyordum, idealist insan güzel severdi. İdealistler güzel savaşır, güzel küserlerdi. Eyvah!

Ah solmuş çiçek devri ve güzel Ekim!
Sana bir şey anlatacağım (Günlüğüm). Geçenlerde FZ ağlıyordu. Kırıp dökmüşler onu, kalbi acımış; öyle söylüyordu gözleri. İnandığı bir dostundan feci kazık yemiş, öyle anlattı.

Uzun bir süre omuzumda ağladıktan sonra, “Feyza, Amerika’ya döndük iyice, ama neden?” dedi. Derken izledim burun deliklerini. Onun burun delikleri büyüktür ve gözlüklüdür FZ. Gözlüğünü çıkarttı, pijamasının koluyla akan burnunu sildi. Biri kolumu dürttü, “Amerika’yı karıştırmasa olmaz” dedi. Güldük.

Gözlükleri buğulanmıştı ve “Amerika’ya döndük işte baksana!” diye tekrarladı yeniden FZ. “Sus be kızım, ağlama, kendine gel! Ne Amerika’sı?! Amerika sus Amerika! Yeter, batsın Amerika’nız, 50 yıldızınız, kırmızınız ve beyazınız!” dedi içimizden biri. Devam etti bir diğeri: “Medeniyetin, özgürlüğün ve insanlığın, hatta şu sahte heykelin yok mu senin ey Amerika?” Bir diğeri, “Irk katlediyor, kıta elde ediyorsun! Süslü yasaları kanlı kaleminle yazıyorsun” dedi.

FZ’yi üzenlerin yerine, bir güzel Amerika’yı suçladık mı o gece hem de ne gürültülü, ne gülüşmeli! Son olarak kalktım ayağa, “This is America!” diye bağırdım, sarıldım FZ’ye. “Sen de sus artık, ağlama!” dedim.

Saat geç olmuştu, daha fazla onun kötü arkadaşlarını ve Amerika’yı düşünmek istemiyordum. Uykumun bari bu gece kaçmasını istemedim.
İçli içli baktı gözlerimize, hıçkırdı birkaç dakika. Ardından sustu, çıktık odasından. Gariptir, FZ’yi seven çok yoktur etrafında. Benim de aram çok iyi sayılmazdı, ama severdim yine de. En azından Amerika’ya karşı değil miydi?

O gece sildim gözyaşlarını. Bir güzel güldürdük onu. Dinginliğe kavuştuğunda, kafasını toparladığında ve Amerika’yı suçlamaktan vazgeçtiğinde geldi odama. “Sana masal anlatmamı ister misin?” dedi, “Evet” diyebildim. Hoyrat elleri vardı, saçlarımı örüyordu bir yandan, bir yandan bin bir gece masalları… Ve ben hoyrat rüyalara dalarken, o gece yaşadıklarımız, o küslükler masaldı, rüyaydı, kaçıştı…
Teşekkürler FZ! Teşekkürler genç idealistler! İyi uykular sevgili yurdum…