
TOPLUMSAL sistemlerin insanı getirdiği trajik noktalardan birisi de, insanların büyük kısmının ömürlerinin çoğunluğunu heba ettikleri şeylerin karşılığı olarak sahip oldukları kıymetli eşya miktarı ve markası ile kendilerini teselli etmeleridir.
Bir çekiliş yapıldığını düşünün. Bu büyük çekilişin ödülü para değil, lüks varlıklar olacak. Boğaza karşı bir yalı, bir tekne, lüks bir araba, en iyi kıyafet markalarına ait giyim çeki, en pahalı lokantalardan bir sene ücretsiz faydalanma ve bir dünya turu hediyeleri olsun. Tek şart ve son aşama ise hediye süreci sonunda bir televizyon programına konuk olmak olsun…
Bir kişiye bu hediye çıkacak, bu kişi yeni evine, teknesine ve diğer hediyelerine kavuşacak ve bu kişi medyada oldukça popüler olacak tabii. Hediyelerine kavuşan şahsın televizyon programı saati gelmiştir. Bu yeni hayatı ona biraz da özgüven katmış ve başı dik programa başlamıştır. Sunucu tanıtım ve genel sohbetin sonrasında şu soruyu sormuştur.
“Çekilişi kazandınız, lüks koşullara ve varlıklara kavuştunuz. Sahip olduğunuz fizikî ve maddî unsurları medya sayesinde tüm ülke görmüş ve bilmiş oldu. Peki siz kimsiniz, bize iç dünyanızdan yani nasıl biri olduğunuzdan, donanımlarınızdan, hayâlleriniz ve hobilerinizden biraz bahseder misiniz?”
Tüm ülke, dış görüntüsü ile oldukça şık bir görüntüye kavuşan bu kişinin ne tür özellik ve donanımlara sahip olduğunu, nasıl bir ses tonu ile ne şekilde bir ifade şekli kullanacağını, beden dilinin ne anlatacağını merakla bekliyor. Bu şahsa, kolay demek istiyorum zira işi oldukça zor.
Kendi şahsım olarak bu programa konuk olduğumda çok terleyeceğimden eminim. Zira eşyanın topluma vereceği mesaj faydasız bir cümleden ibarettir. Esas mesajı içsel donanımız verecektir ve topluma onları etkileyecek ve gerçekten güzel bir anlam ifade edecek kaliteli bir mesaj verebilmek o kadar basit değildir. İyi yetişmiş bir bilinç, eğitim ve bilgi birikiminin yanında zamanın akışında da olgunlaşarak biraz vakit geçirmiş olmak gerektir diye düşünüyorum. Yoksa birkaç yılda olgunluk veya ustalık seviyesine ulaşılamaz sanırım. Herkes eşit derecede imkân, akıl ve zekâya sahip değil elbet ve bu yüzden herkes üst düzey bir donanıma sahip olamayacak. Bence önemli olan bunun için ne kadar mücadele edebildiğimiz ve böyle bir sürecin talibi olup olamadığımızdır.
Bazen ümitsizliğin kıyısına yaklaşırız
Yazıma devam ettiğim şu anlarda masamdaki bir bardak suya kaydı bilincim. Hayat o bir bardak suya benziyor. O bir bardak su birazdan içip bitireceğiniz sıradan bir varlık olabilir ya da bilincinizle içinde mucize ve hayranlıklara uzanan bir yolculuk yapabilirsiniz. Su bu sonuçta, içinde hayat var. Hayat ve su başlı başına iki sır, iki mucize ve iki hayranlık konusu. Aynı bunun gibi eşyayı nasıl nitelendirdiğimiz de çok önemli. Bir bardak içerisinde ve var olan birçok şeyden daha değerli olan suya verdiğiniz önem ve değer ile sahip olduğumuz bir mülke ve araca verdiğimiz değeri bir karşılaştıralım lütfen.
Örneğin ben bir memur olarak yıllarca bir evin hayâlini kuracağım ve ev sahibi olmak için zorlu bir mücadeleye devam edeceğim. Bu süreçte durum ile ilgili düşünce, davranış ve duygu durumum benim kimliği ortaya çıkarır. Sahip olmayı istediğim ev için Rabbim nasip ederse ve gayretimi de kabul ederse inşallah yakın zamanda bir ev sahibi olabilirim. Rabbimin verdiğine ve vermediğine şükürler olsun, bana düşen kulluk vazifemi yapmak, sorumluluklarımı yerine getirmek ve çalışmaya devam etmek. Bu yapabileceğim güzel bir davranış olurdu. Ya diğer davranışlar?
Çevreme bu konuda az da yakınmadım hani… Geçmişimi, atalarımı, idarecileri suçladığım ve kızdığım çok zamanlar oldu. Zaman zaman da oluyor. Bazen ümitsizliğin kıyısına yaklaşırız. Sonuçta yaşam her ne kadar mucizelerle çevrili olsa da işin diğer yüzünde zorluklar var. Yaşamak o kadar kolay ve basit bir şey değil. Rahat, konforlu ve kolay bir yaşam olsaydı bunu önce peygamberler deneyimlerdi ve bize yansıtırlardı. Lakin tarihin bize taşıdığı tek gerçek, hakikat, hayatın bir mücadeleden, arayıştan, sınavlardan ibaret olduğudur. Yaşamın sırlı ve mucizevî kısmı işin ilmi boyutu. Bir şeyler kazanırsınız, bir doğum günü olur, bir makama gelirsiniz, bir yarış kazanırsınız, bir piknikte güzel bir vakit geçirirsiniz ve o anlar orada yaşanır ve biter. Hiç bitmeyen şey ise çalışmak ve mücadele etmektir.
Dinde yeri vardır, yapabildiğimiz ölçüde aldığımız hiçbir nefesi boşa harcamamalıyız. Hâl böyle iken, bir nefes, bir su, yaşam bu kadar değerli ve emek gerektiren şeyler iken bizim yönümüzü eşyaya çevirmemiz, onu arzulamamız, mücadelemizi eşya için vermemiz ve kavuşunca mutluluğumuzun bu olması hoş olmayan bir durumdur kanaatimce.
Zaman denilen bir olgu var hayatımızda biliyorsunuz. Ardına bakmadan ilerleyen, kimseyi beklemeyen, ne varsa geride bırakan bir olgu. Kolumuzdaki saat, duvarımızda veya cep telefonumuzda olup da bize sürekli akıp giden nehri gösterir. “Bak ben beklemem, yakında senin de vaktini bitirip yoluma devam edeceğim, ne yapacaksan yap ama hem kendi hayrına hem varlığın hayrına yap yapacaklarını.”
Sahip olmayı ve saklamayı öğrenen bilinç yetinmeyi öğrenemiyor bir türlü
Peki insanoğlu ne yapıyor dersiniz? İnsan insana beklemeyi öğretmiş, eline geçeni saklamayı miras kılmış. Hadi hepsini geçtim, yeni bir salon takımı alındı, kirlenmesin diye ne misafiri ne ailesini salona almaya çekinen anlayışa ne dersiniz? Kullanamayacağı paraları bankalarda biriktirenler, oturamayacağı evleri alanlar bilmiyorlar mı saatin neler anlattığını? Eşyanın değeri ne zaman insandan ve paylaşmaktan değerli oldu? Sahip olmayı ve saklamayı öğrenen bilinç yetinmeyi öğrenemiyor bir türlü. Sürekli daha fazlasını istiyor. Sanki bin yıl yaşayacakmış gibi hesap üstüne hesap yapıp dünyaya kök üstüne kök salıyor. Kökü çok ve sağlam oldu mu koparması zor oluyor madem, ölürken bu kadar acı çekeceksin madem ne demeye bu kadar bağlanıyordun ki dünyaya?
Rızk Allah’tandır, çalışmak farzdır, inanan ve salih amel sahipleri geçimlerini sağlamak ve dünyayı imar etmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırlar ama bir farkla. Onlar eşyayı araç olarak kullanırlar, eşya onlar için bir amaç değildir. Eşyalarının azlığı ve çokluğu ile yerinmez ve öğünmezler, eşyaya köle olmazlar. Ellerinde imkân fazlası olanlar onları paylaşırlar, hırs yapıp sürekli daha fazlası, daha iyisi diye ömürlerini heba etmezler. Sahip olunan şeylere dair ayetler bizi düşündürmelidir. Bazı ayetleri yeri gelirken hatırlamakta fayda var.
Al-i İmran Suresi, 186’ncı ayet: “Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir.”
Bakara Suresi, 155’inci ayet: “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”
Bakara Suresi, 261’inci ayet: “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.”
Bakara Suresi, 274’üncü ayet: “Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”
Nisa Suresi, 38’inci ayet: “Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.”
Enfal Suresi, 28’inci ayet: “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır.”
Kehf Suresi, 46’ncı ayet: “Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan ‘salih davranışlar’ ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.”
Meryem Suresi, 74’üncü ayet: “Onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler.”
Kâinat insan için, insan ise Rabbi için yaratıldı
Evet, görüldüğü üzere dünya her hâliyle bir imtihan yurdu. Kâinat insan için, insan ise Rabbi için yaratıldı. Bize düşen, kâinatı okumak ve kullanmak suretiyle Hakk’a doğru yol almaktır. Nefsimiz ve şeytan tabii ki bize bir şeyleri farklı gösterecek ama burada asıl olan günün sonunda yapılacak olan muhakemedir. Akletmek bu yüzden çok önemli bir vazifedir.
Eşya olayına bambaşka bir açıdan bakarak yazıma devam etmek istiyorum. Tenis sporu ile ilgili bir söz vardır: “Tenis sadece bir spor değildir. Aslında başarısız olmayı öğrenmek ve başarısızlıkları kabul etmekle ilgilidir. Kendini geliştirmektir ama çok sert bir şekilde.”
Sporun birçok dalı için geçerli olan bazı şeylerden birisi de kas hafızası olayıdır. İlgili spora dair tekniğin ve gelişimin beden tarafından artık kolaylık yapılıyor hâle gelmesinin ve sonrasında yeni şeyler katabilmesinin yolu çok çalışmak ve çok kaybetmektir. O kadar çok kaybeder ve hata yaparsınız ki artık hata yapamayacak hâle gelmeye başlar beden. Tabii bu arada zihinsel ve fiziksel bir enerji ve güç artışı da olur. Beden doğru şekilde eğitildiğinde inanılmaz şeyler başarabilir. Emek, sabır ve azim olmazsa olmazdır ve pes edilmediği takdirde başarı kaçınılmazdır. Zaman zaman duyarız sporculardan, 10 saniye koşu için dört yıl çalıştım ya da on dokuz saniyelik jimnastik etabı için yirmi yıl çalıştım diye. Zirveye giden yol dik ve yorucu olabilir ve yol sonuçtan daha zevkli de olabilir. Önemli olan, yola çıkabilmek ve yolda kalabilmektir.
Buradan eşya ve mal mülk hırsına nasıl geçiş yapacağımı merak ediyorsunuz sanırım, bekletmeden sadede geleyim.
Bir karşılaştırma yapalım hep beraber. Bir kişi çalışmaları sonucunda elde ettiği varlığına bakıp mutlu oluyor ve koltuğuna yaslanıp şöyle düşünüyor: “Yıllarca çalıştım ama değdi, bana ve çocuklarıma yetecek kadar mal varlığına kavuştum, artık rahatıma bakarım, emekliliğimi güzelce geçiririm.”
Bu düşünceyi siz farklı şekillerde senaryolaştırabilirsiniz ama genel olarak düşünce, sahip olunan varlık sayesinde duyulan ferahlama ve gurur olsun.
Diğer senaryoda ise sporcunun amacı bedenî ve zihnî eğitmek suretiyle daha önce yapamayacağı hatta çoğu kişinin yapamayacağı bir dönüşümü sergilemek. O da şöyle düşünüyor olsun: “Bedenimi ve zihnimi eğittim, yıllarca inanılmaz terler döktüm, çok başarısızlıklar yaşadım ama artık kazanmaya başladım. Demek ki insanın eğitimle, sabırla ve üstün bir gayretle dönüşemeyeceği ve başaramayacağı şey yokmuş. İnsan için aradığı her şey içinde hazırmış, yeter ki insan içine doğru yol alabilsin.”
Verdikçe çoğalırız, verdikçe Hakk’ın rızasına layık oluruz
Birisi emeklerinin karşılığı ve bedeli olarak dışını süslemeyi öğrenmiş ve uygulamakta, böyle bir düşünce anlayışının mirası ile donanmış olarak da nesline aktarmak suretiyle devam ettirmektedir. Diğeri ise kendine doğru çalışma ile yılların emeğini içini ve bedenini imar etmeye adamış, bunun neticesi olarak içsel yolculuk hazinelerine kavuşmuş ve nesline de bunu aktarmakta.
Terazinin bir kefesinde her an kaybolacak eşyaların adedi var, diğer tarafında kaybolması mümkün olmayan bedene ve zihne ait olgular var. Hangi taraf ağır bastı şu an sizce?
Bize ne aktarılmış olursa olsun, gelin bizler okuyup araştırarak en doğrusuna yol alalım ve bizden sonra gelecek olanlara güzel olanı aktaralım. Bilgi her zaman eşyadan daha değerli bir mirastır. Evlatlarınızın cebine koyduğunuz harçlıklar tükenebilir ama zihinlerine işlediğimiz değerler bir ömür onlara yol arkadaşı olabilir.
İster dinî açıdan bakın, ister iktisadî, ister spor tarafından, isterseniz de toplumsal açıdan bakın, yatırımın en güzeli iç dünyaya ve insanın doğasına yapılan yatırımdır.
Eşyayı genelde bir değer olarak işledim ama sonuçta eşyasız da olmuyor. Varlık olarak hayatımızdaki yerlerine dair de birkaç şey söylemek isterim. Gerek yuvalarımızda, gerek okul, çalışma ve diğer kullanım alanlarında kullandığımız eşyalarımız sadece birer araç olarak değerlendirilmez. Aynı zamanda hayatımıza ve zevklerimize de hitap etmesini isteriz. Evimizde ayrı bir dekorasyonla diğer yerlerde farklı şekil ve kombinasyonlarda tasarım ve düzenle dengeli bir yerleştirme yapmaya çalışırız.
Ev içinde de odalar birbirinden farklılık gösterebilmekte. Bir salon ile bir mutfağın tasarımı elbet farklı olmakta. Her ev içindekilerin yaşam tarzını, hatta kişilerin giyiminden, kullandıkları çeşitli araçlara kadar eşyalar kişilerin karakter ve yaşam tarzlarına dair ip uçları vermektedir. İnsan her zaman güzel olandan yana olması gerek düsturu çerçevesinde beklenen şey eşya konusunda da abartıya kaçmadan, temiz, şık, kullanım ihtiyacına uygun, göze hitap eden ve bütçeye de uygun olacak şekilde en iyisi olması yönündedir.
İster istemez her gittiğimiz ortamda otomatik olarak çeşitli yargılarda bulunuruz. Çok fazla ışık kullanılmış, mobilyaların rengi duvarla uyum sağlamamış, sandalyeler rahat değildi, bu halı deseni bu odaya yakışmış, eşyalarına hiç iyi bakmamışlar gibi farklı düşünce ve hislerle hatta çoğu zaman farkında bile olmadan değerlendirmeler yaparız. İnsan diğer insanları ve çevresini sürekli gözlemler hâldedir. Bilinçli olsun ya da olmasın bu gözlemlerin çıktısı olarak kendini ya iyi hisseder ya tarif edemediği düşüncelere dalar ya da çok etkilenerek güzel duygular yaşar. Yaşam serüveninde yürüdüğümüz yollarda bu etki tepki süreci hiç bitmez. Eşya yönünden imkânlar ölçüsünde yaşamı kolaylaştırmak ve güzel etkiler bırakmak elimizde. Hepimizde az çok sanatsal bir yapı var, bunu kullanalım. Çok pahalı araçlara gerek yok, temiz, şık ve kullanışlı araç ve gerece ulaşmak günümüzde artık o kadar zor değil. Ayrıca sadelik en güzel süstür. Eşyanın makyajını çok kaçırmak halkın nazarında yanlış anlamalara da sebep olabilir, buna da dikkat etmek bence faydalı olur.
Yazımın sonuna gelirken tekrar ifade etmek isterim ki, olabiliyorsa en güzeli ile donatalım çevremizi ama önemli olan zenginliği, üstünlük ve güç simgesi olarak eşyayı kullanmayalım. Bir biriktirme yarışına girmeyelim, sahip olduklarımızla kimseye yukardan bakmayalım ya da olamadıklarımız yüzünden kendimizi aşağıda görmeyelim. İhtiyaç fazlası eşya ve maddî değerlerimizi ne olur paylaşalım. Paylaşmaya ihtiyaç sahiplerinin değil esas olarak hepimizin ihtiyacı var. Verdikçe çoğalırız, verdikçe Hakk’ın rızasına layık oluruz.
İllâki bir şeyler biriktireceksek ahiret yurduna götürebileceğimiz şeyler biriktirelim. Evin konumu ve oda sayısı, arabanın ve cep telefonun markası, mevki ve makamın adı değil içimizin ne derecede olduğu ve Hakk’ın ve halkın bize nasıl baktığı ve bizim için ne düşündüğüdür değerli olan.