MEKANİK, elektrik, optik
ve istatistik gibi makro olaylar Newton fiziği, Maxwell denklemleri ve
termodinamik gibi klasik fizikle izah edilirken, Dünya ve evrene dair
çözülmemiş problem kalmadığı da iddia edilmişti. Gerçekten de bilim
insanlarının büyük çoğunluğu da varlığa dair bilgilerin tamamına erişildiği
konusunda hemfikir olmuşlardı.
Bu
bilimsel verilerin topluma yansımaları ise, her olayın bir sebepten
kaynaklandığı, maddenin ezelden beridir var olduğu ve evrenin bir başlangıcının
olması gerekmediği gibi genel kabullere dönüşmüştü. Kalıplaşmış bu görüşün
dışına çıkmak pek mümkün olamamıştı.
Kuantum
çalışmaları başladığında bilimsel veriler de makro dünyanın dışında küçük
ölçekte çok daha büyük âlemler olduğunu göstermeye başlamıştı. Küçük mikro
ölçekteki dev gibi âlemler derinlemesine ve detay içeren bir özelliğe sahip
oluyordu. Makro dünyanın klasik söylemlerinin aksine yeni mikro dünyanın toplum
tarafından kabul edilmesi, bu bakışı değiştirmeye başladı.
İnsanın
aradığı şey, aslında gerçeğin ta kendisidir. Peki, gerçek nedir ve nasıl
aranacak?
İnsanın
varlık hakkındaki doğru bilgileri bütün insanlığı bir noktaya götürmesi
gerekir. Varlık, evren ve insanın bu dünyada bulunuşuna dair bilgiler ne kadar
doğru, güvenilir ve gerçek olursa, ezelî hikmete dair bilgiler de o kadar doğru
olacaktır.
Klasik
dünya görüşünün beslendiği makro ölçekteki bilimsel veriler kuantumun mikro
ölçeğe dair verileri yanında detayını kaybetmiştir. Detayda boğulmadan mikro
ölçekteki her bir dünyanın bir âlem olduğu görülmeye başlanmıştır. Diğer bir
ifadeyle, varlık ve evren hakkında daha doğru bilgiye bir adım daha
yaklaşılmıştır.
Doğruya
her yaklaşıldığında bilimsel bir bariyer ile karşılaşılmıştır. Bu bariyeri Max
Planck, güvenilir bilimsel verilerin bittiği yerin hududunda bir mabed ile
karşılaşıldığını ve burada insanın kendi tercihi ile karşı karşıya kaldığını
ifade eder.
Tam
bu sınırda insanın kendisine doğru soru sorması ve doğru cevabı alması, işini
kolaylaştıracaktır. Sorduğu sorunun yanlışlığı işini ne kadar güçleştirirse,
doğru soru sorması da o kadar kolaylaştırır. İşin kolaylaşmasında en önemli
mihenk taşlarından biri de kişinin samimî, dürüst ve en azından kendi iç
dünyasında vicdanının sesini dinlemesine bağlıdır.
Tam
bu aşamada insan doğruya yaklaşırken daha önce sorulamayan soruları sorma ve
daha önce cesaret edilemeyen uçurum kenarlarına gitme cesaretini de yanında
taşımalıdır. Zira cesaret gerektiren yeni ve doğru sorular sorulmadıkça doğru
cevaplara erişmek kolay olmayacaktır.
İnsan
düşünerek ve çıkarım yaparak ilerlemesi gerektiğinden, düşünmenin ilk mihenk
taşının kıyas olduğundan hiç şüphe edilmemelidir. Günümüzde dedikodu, aslında
farklı bir kıyas türü olarak görülebilirken, modern politik arenada kulis
yapmak tam da bunun karşılığıdır.
Kişinin
kıyas yapmasında ölçü alacağı veriler etrafındadır. Bunlara dair doğru sorular
yöneltip doğru cevaplar ararsa, işe doğru yoldan başlamış olur. Kişinin bir
kendi iç dünyasıyla, bir de dış dünyasıyla alâkalı kıyas yapması beklenir.
İç
ve dış dünyasına dair kıyas, aslında aynı noktadan başlıyor. Sadece iç
dünyasına dair kıyasta egonun işi karıştırmasına müsaade edilmemelidir. Her iki
dünyanın da doğru sorularına muhatap olmanın yolu kişinin alâkadar olduğu
çevresiyle ilişkilidir.
İnsan
ailesini, evini, akrabalarını, mahallesini, çalıştığı kurumu sahiplenir. Aslında
bu sahiplendikleri bir gün avucundan uçup gider. Kendisine çizdiği ve sorduğu
soruları tekrar düşünmek zorunda kalır.
Doğru
başka bir doğruya aykırı olamayacağına göre, tekrar düşünmek zorunda kalacağı ve
sordukları sahiplenmesiyle doğru orantılıdır. Çünkü sordukları sorulara yanlış
cevaplar aramış olmalı ki tekrar başa dönme ihtiyacı duymaktadır. Kişi aile,
ev, mahalle ve şehri bir anavatan olarak tasavvur ettiğinde, bulduğu cevabın
vicdanı tatmin etmesi beklenir. “Maddî anavatan” kavramının mânâ ile
doldurulamamış olması sıkıntılar doğurur.
İnsanın
sahiplendikleri bir gün elinden uçup gideceğine göre, sahiplenme biçiminde
yanlışlık görülebilir. Aslında sahiplenilen her fâni, okunması gereken bir
kitaptır. Yeni sorular sormaya ve yeni uçurum kenarlarını zorlamaya bir
teşebbüstür.
Aile,
ev, mahalle, köy ve memleketini sevip sahiplenmesi daha büyük ve geçici olmayan
bir yere işaret eder. Geçici yer kalıcı yere tercih edildiğinde, sorunlar peyda
olmaya başlar. Cevaplar da yanlış olmaya başladığında, klasik insan tipi
olmaktan öteye geçilmez.
“Vatan”
kavramı aslında üzerinde tereddütsüz canın feda edildiği yer olması nedeniyle
doğru soru ve doğru cevabın bir neticesidir. Bugün dünyada vatana dair doğru
soru sorup doğru cevap alamayanlar mülteci durumuna düşmeye başlamışlardır.
Aslında
kimlik, ölümsüzlüğün bir eseridir. Mükemmel bir akıl yürütme ile her varlığın
bir sanat eseri olduğu ve bu sanat eserinin Sanatkârını araması gerektiği
unutmamalıdır. Yolun yarısında Sanatkârı aramayı bırakan kişi, doğru bir cevap
aramıyor demektir. Doğru bir kıyas yapmıyor demektir. Doğru bir akıl
kullanmıyor demektir. Ne yapalım, akılsız baş, başa belâdır!