Kıyasa dair doğru sorular sorup doğru cevaplar alınmalı

Kimlik, ölümsüzlüğün bir eseridir. Mükemmel bir akıl yürütme ile her varlığın bir sanat eseri olduğu ve bu sanat eserinin Sanatkârını araması gerektiği unutmamalıdır. Yolun yarısında Sanatkârı aramayı bırakan kişi, doğru bir cevap aramıyor demektir. Doğru bir kıyas yapmıyor demektir. Doğru bir akıl kullanmıyor demektir. Ne yapalım, akılsız baş, başa belâdır!

MEKANİK, elektrik, optik ve istatistik gibi makro olaylar Newton fiziği, Maxwell denklemleri ve termodinamik gibi klasik fizikle izah edilirken, Dünya ve evrene dair çözülmemiş problem kalmadığı da iddia edilmişti. Gerçekten de bilim insanlarının büyük çoğunluğu da varlığa dair bilgilerin tamamına erişildiği konusunda hemfikir olmuşlardı.

Bu bilimsel verilerin topluma yansımaları ise, her olayın bir sebepten kaynaklandığı, maddenin ezelden beridir var olduğu ve evrenin bir başlangıcının olması gerekmediği gibi genel kabullere dönüşmüştü. Kalıplaşmış bu görüşün dışına çıkmak pek mümkün olamamıştı.

Kuantum çalışmaları başladığında bilimsel veriler de makro dünyanın dışında küçük ölçekte çok daha büyük âlemler olduğunu göstermeye başlamıştı. Küçük mikro ölçekteki dev gibi âlemler derinlemesine ve detay içeren bir özelliğe sahip oluyordu. Makro dünyanın klasik söylemlerinin aksine yeni mikro dünyanın toplum tarafından kabul edilmesi, bu bakışı değiştirmeye başladı.

İnsanın aradığı şey, aslında gerçeğin ta kendisidir. Peki, gerçek nedir ve nasıl aranacak?

İnsanın varlık hakkındaki doğru bilgileri bütün insanlığı bir noktaya götürmesi gerekir. Varlık, evren ve insanın bu dünyada bulunuşuna dair bilgiler ne kadar doğru, güvenilir ve gerçek olursa, ezelî hikmete dair bilgiler de o kadar doğru olacaktır.

Klasik dünya görüşünün beslendiği makro ölçekteki bilimsel veriler kuantumun mikro ölçeğe dair verileri yanında detayını kaybetmiştir. Detayda boğulmadan mikro ölçekteki her bir dünyanın bir âlem olduğu görülmeye başlanmıştır. Diğer bir ifadeyle, varlık ve evren hakkında daha doğru bilgiye bir adım daha yaklaşılmıştır.

Doğruya her yaklaşıldığında bilimsel bir bariyer ile karşılaşılmıştır. Bu bariyeri Max Planck, güvenilir bilimsel verilerin bittiği yerin hududunda bir mabed ile karşılaşıldığını ve burada insanın kendi tercihi ile karşı karşıya kaldığını ifade eder.

Tam bu sınırda insanın kendisine doğru soru sorması ve doğru cevabı alması, işini kolaylaştıracaktır. Sorduğu sorunun yanlışlığı işini ne kadar güçleştirirse, doğru soru sorması da o kadar kolaylaştırır. İşin kolaylaşmasında en önemli mihenk taşlarından biri de kişinin samimî, dürüst ve en azından kendi iç dünyasında vicdanının sesini dinlemesine bağlıdır.

Tam bu aşamada insan doğruya yaklaşırken daha önce sorulamayan soruları sorma ve daha önce cesaret edilemeyen uçurum kenarlarına gitme cesaretini de yanında taşımalıdır. Zira cesaret gerektiren yeni ve doğru sorular sorulmadıkça doğru cevaplara erişmek kolay olmayacaktır.

İnsan düşünerek ve çıkarım yaparak ilerlemesi gerektiğinden, düşünmenin ilk mihenk taşının kıyas olduğundan hiç şüphe edilmemelidir. Günümüzde dedikodu, aslında farklı bir kıyas türü olarak görülebilirken, modern politik arenada kulis yapmak tam da bunun karşılığıdır.

Kişinin kıyas yapmasında ölçü alacağı veriler etrafındadır. Bunlara dair doğru sorular yöneltip doğru cevaplar ararsa, işe doğru yoldan başlamış olur. Kişinin bir kendi iç dünyasıyla, bir de dış dünyasıyla alâkalı kıyas yapması beklenir.

İç ve dış dünyasına dair kıyas, aslında aynı noktadan başlıyor. Sadece iç dünyasına dair kıyasta egonun işi karıştırmasına müsaade edilmemelidir. Her iki dünyanın da doğru sorularına muhatap olmanın yolu kişinin alâkadar olduğu çevresiyle ilişkilidir.

İnsan ailesini, evini, akrabalarını, mahallesini, çalıştığı kurumu sahiplenir. Aslında bu sahiplendikleri bir gün avucundan uçup gider. Kendisine çizdiği ve sorduğu soruları tekrar düşünmek zorunda kalır.

Doğru başka bir doğruya aykırı olamayacağına göre, tekrar düşünmek zorunda kalacağı ve sordukları sahiplenmesiyle doğru orantılıdır. Çünkü sordukları sorulara yanlış cevaplar aramış olmalı ki tekrar başa dönme ihtiyacı duymaktadır. Kişi aile, ev, mahalle ve şehri bir anavatan olarak tasavvur ettiğinde, bulduğu cevabın vicdanı tatmin etmesi beklenir. “Maddî anavatan” kavramının mânâ ile doldurulamamış olması sıkıntılar doğurur.

İnsanın sahiplendikleri bir gün elinden uçup gideceğine göre, sahiplenme biçiminde yanlışlık görülebilir. Aslında sahiplenilen her fâni, okunması gereken bir kitaptır. Yeni sorular sormaya ve yeni uçurum kenarlarını zorlamaya bir teşebbüstür.

Aile, ev, mahalle, köy ve memleketini sevip sahiplenmesi daha büyük ve geçici olmayan bir yere işaret eder. Geçici yer kalıcı yere tercih edildiğinde, sorunlar peyda olmaya başlar. Cevaplar da yanlış olmaya başladığında, klasik insan tipi olmaktan öteye geçilmez.

“Vatan” kavramı aslında üzerinde tereddütsüz canın feda edildiği yer olması nedeniyle doğru soru ve doğru cevabın bir neticesidir. Bugün dünyada vatana dair doğru soru sorup doğru cevap alamayanlar mülteci durumuna düşmeye başlamışlardır.

Aslında kimlik, ölümsüzlüğün bir eseridir. Mükemmel bir akıl yürütme ile her varlığın bir sanat eseri olduğu ve bu sanat eserinin Sanatkârını araması gerektiği unutmamalıdır. Yolun yarısında Sanatkârı aramayı bırakan kişi, doğru bir cevap aramıyor demektir. Doğru bir kıyas yapmıyor demektir. Doğru bir akıl kullanmıyor demektir. Ne yapalım, akılsız baş, başa belâdır!