Kıyâmet ne zaman kopacak?

Unutulması “ölüme râzı olmak” demek olan husus şu: Türkiye’yi hedef alan bütün tehditlerin kaynağı, ABD’dir! Öncelikle, kim seçilirse seçilsin, bizim için bir şey fark etmeyecek. Türkiye ile ABD’nin çıkarları, hesapları, hedefleri örtüşmüyor; hiçbir zaman örtüşmeyecek!

ABD Başkanlık Seçimi küresel bir aktörün kişisel, kurumsal ve yapısal problemle ne kadar malûl olduğunu göstermekle kalmadı, Türkiye içindeki pek çok dinamiği de hareketlendirdi.

Tahmin edileceği üzere “ertelenmiş hesaplar” üzerinden bizleri oldukça keskin bir gündem bekliyor. Ankara siyâsetinin geliştireceği çözümler, Devletin esneklik kapasitesi ve toplumsal bağışıklık düzeyi pek çok açıdan belirleyici olmaya aday. Şimdi ülkemizde bazıları, “Eyvah, Trump gidiyor, Biden geliyor!” havasında… Elbette her siyâsetçinin kendine özgü bir yönetim üslûbu vardır ama bu bizi “Filan daha iyidir”, “Falan bizim için kötüdür” noktasına götürmemeli.

İtikadımızın ve kadim tarihimizin mânevî kodlarında kayıtlı bulunan “rakibini büyütmeden veya küçümsemeden”, sadece kendi haklılık ve güçlülüğünüze göre bir siyâset üretmeyi göze alırsanız, rakibinizin gücü, sizin gücünüze güç katar. Bu bakımdan, “Filan gelirse iyi olur, filan gelirse kötü olur” gibi zanların peşinde olanlar, hasımlarının, rakiplerinin lütfuna sığınan zavallı ruhlardır.

Günlerdir dünyanın gündemini meşgul eden ABD’deki seçimler ve seçilecek/seçilen Bay Başkan’ın Evanjelist veya Siyonist olması gerçeği değiştirmeyecektir. Zalim, daima zalimdir ve ABD menfaatleri ile emperyalist ideoloji istikametinden ayrılmayacağını bilmek, her aklı başında kişinin idrakinde mevcûttur. Esas, ülkemizin ve Devlet aklının yapacakları üzerine naçizane temennilerimi ifade etmek istiyorum.

“Türkiye’yi ne bekliyor?” değil, “Dünya, Türkiye’yi nasıl bekliyor?”

Devlet aklı ve nizâmının yapması ittihaz eden durumu, Rehberimiz Hazreti Muhammed’in (sas) Nebevî hayatından bir misâlle arz etmek istiyorum…

Bir Cuma günüydü. Peygamberimiz (sas) minberde iken bir adam mescide girdi ve onun konuşmasını keserek, “Ey Allah’ın Resûlü, kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Soruyu soran kişiye susmasını işâret ettiyse de, o, aynı soruyu üç kez tekrarladı.

Efendimiz, namazı kıldırdıktan sonra, “Kıyâmetin ne zaman kopacağını soran kişi nerede?” dedi. O adam, “Benim Ya Resûlallah!” diyerek cevap verdi.

Peygamberimiz, “Kıyâmet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam, “Benim çok fazla amelim yok. Ancak ben, Allah ve Resûlünü gerçekten seviyorum!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın” buyurdu…

Unutulması “ölüme râzı olmak” demek olan husus şu: Türkiye’yi hedef alan bütün tehditlerin kaynağı, ABD’dir! Öncelikle, kim seçilirse seçilsin, bizim için bir şey fark etmeyecek. Türkiye ile ABD’nin çıkarları, hesapları, hedefleri örtüşmüyor; hiçbir zaman örtüşmeyecek!

Türkiye ile ABD’nin Orta Doğu’da ortak hareket etme alanları daha da daralacak. ABD’den güç/iktidar alma yolunda hareket edenler Türkiye içinde her geçen gün daha da zemin kaybedecekler. PKK üzerinden gelen tehdidin kaynağı, FETÖ’yü besleyen, büyüten ve şu an misafir eden de ABD’dir. YPG üzerinden gelen tehdidin kaynağı odur. İran sınırından Akdeniz’e uzanan terör koridorunun patronu odur. Doğu Akdeniz’de bizi köşeye sıkıştırmaya çalışan da, Ege’de askerî yığınak yapan ve Orta Doğu’yu silah deposu yapan da, Bulgaristan ve Romanya üzerinden askerî hazırlıklara girişen de, 15 Temmuz’da Türkiye’yi vuran da ABD’dir, ABD istihbaratı ve ordusudur…

Hangi başkan gelirse gelsin, ABD, Türkiye için açık düşmandır! Her Müslüman Türk evlâdı, bunu kulağına küpe etmelidir. Onlarla asla dost olmayacağız!

Türkiye’nin varoluş yolunda attığı adımların, ABD’nin buna açıktan karşı duruşunun sonucudur bu. Bu, Obama döneminde de böyleydi, Trump döneminde de. Biden döneminde de böyle olacaktır. Her ne kadar kurumsal mekanizmalar söylese de, Türkiye ile ABD hiçbir zaman müttefik olamayacaktır. Bundan sonra yine bütün tehditler ABD’den, Avrupa’dan gelecektir. Biz bunu tecrübelerimizden biliyoruz. 

Dünyada yepyeni bir güç haritası oluştu. En sonda söyleyeceğimiz lâfı peşinen söyleyelim: Bereket ki, ülkemizde bugün “Başkaları ne der?” türü bir aşağılık komplesini ve öyle bir vehim içinde siyâset yapmayı zül sayan bir sorumlu kadro vardır.

ABD’yi ve seçim tiyatrolarını daha çok konuşacağız. Demokrasilerinin(!), zorbalıklarının önü arkası yok; varsın, ABD muhipleri cemiyetinin içimizdeki mankurtları methiyelerine devam etsinler…

Karabağ’da zafer!

Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesi ve sonrasındaki en buhranlı durumlardan biri de Azerbaycan ve Ermenistan arasında cereyan etti. Özellikle Azerbaycan sınırları içinde olup halkının büyük ekseriyeti 100 yıl öncelere kadar Müslüman iken sonra Ermenilerin plânlı yerleşmesiyle tablosu tersyüz edilen Dağlık Karabağ bölgesinde emperyal odaklar, Ermenistan’ı ve Ermeni halkını “Doğu Hıristiyanlığının Kafkasya’daki kutsal bekçileri” olarak selâmlıyorlardı.

Ermeni nasyonalistleri de, istiklâl bayrağını Ermeni Kilisesi’nin ellerine vermiş ve kendi halk kitleleriyle derin bağlar kurmuşlardı. Azerbaycan’da ise maalesef komünist dönemden kalma okumuş sınıfların İslâm’a bakışı, bizdeki 1930’lu yıllardakinden farklı değildi. Hâlen bazı birimlerde aynı zihniyet hâkim. Bugün ortaya çıkan ihtilâflarda 3-4 milyon nüfuslu fakir Ermenistan karşısında, 8-9 milyonluk ve petrol zengini bir Azerbaycan bulunuyor ama nüfus çokluğu tek başına ne ifade eder ki?

Ancak Azerbaycan’ın içindeki güç dengeleri de sarsıntılıydı.

Ermeniler işte o kargaşa döneminden faydalandılar ve sadece Karabağ’ı değil, Azerbaycan topraklarının yüzde 22 kadarını işgal ettiler. O saldırı karşısında, 1 milyondan fazla insan Bakü’ye kaçmıştı.

Yıllar içinde, başta ABD ve Fransa’nın desteklediği “Ermeni diasporası”, Rusya’nın bu coğrafyadaki 200-250 yıllık hâkimiyeti ve Sovyet rejiminin dağılmasından sonra bile Ermenistan üstündeki destek düşünülürse, Ermenilerin şımarıklığı anlaşılabilir.

Selahaddin E. Çakırgil Bey’in serlevha kıymetindeki sözünü, müsaadeleriyle buraya yazıyorum: “Evet, Kafkasya taş fırın gibidir, geç ısınır, geç soğur!”

Ermenistan ordusunun 12 Temmuz’da, sınıra yakın bölgede bulunan Azerbaycan’ın Tovuz ilçesine düzenlediği saldırıda sivillerin evleri hasar gördü. Bu saldırının arkasında ise Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de PKK/PYD hâmisi emperyalist güçler vardı.

Milletimizin çelik idaresi karşısında hezimete uğrayınca, Ermenistan vâsıtasıyla kavgayı Kafkasya’ya taşımak istediler. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, ekonomik ve siyâsî bakımdan oldukça sıkıntılı duruma rağmen bu saldırılarla Amerika’daki, özellikle Ermeni lobisinin maddî-mânevî himâyesini tekrar kazanmak ümidinde idi. Rusya’nın da rolünü arz etmiştim…

En son 27 Eylül’deki Ermeni saldırısı, “Bıçak kemiğe dayandı” darb-ı meselini haklı çıkardı. Türkiye’nin Azerbaycan’a psikolojik destek dışındaki yardımı da bu çerçeve içinde düşünülmelidir. Gönül coğrafyamız bunu vazgeçilmez kılıyor.

10 Kasım 2020, tarihî bir gün… Ajanslarımıza düşen not şöyle: Ermenistan’ın hukuksuz ve pervasız saldırıları sonrasında Azerbaycan’ın ‘Artık yeter!’ diyerek başlattığı İşgalden Kurtuluş Harekâtı bu gece itibarıyla sona erdi. Azerbaycan zafer ilân ederken, Ermenistan Başbakanı Paşinyan, yenilgiyi resmen kabul etti ve imzaladığı anlaşmayı da açıklayarak, ‘Mecburdum’ diyerek duyurdu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de yaptığı son dakika açıklamasında, ‘Azerbaycan ile Ermenistan arasında bu geceden itibaren ateşkes başladı’ dedi…”

Gözyaşlarımızı silerek ve şükür secdelerine kapanarak Azerbaycan Türk’ü kardeşlerimize ve kahraman ordularına duâ ettik. Etmeye devam edelim…

Gençlik yıllarımızda, özelde esâretteki Türk illerine, genelde Bilâd-i İslâmiyyeye duâlar eder, hasretle ah çekerdik. Konu Azerbaycan ve dolayısıyla Kafkasya olunca, “Çırpınırdı Karadeniz” türküsünü yanık sesler ve gözyaşları içinde terennüm ederdik. Şimdi onu söylemenin tam sırasıdır!

Milletimizin hissiyatına tercüman olan bu efsûnî dizeler, aynı zamanda medeniyet tasavvurumuzun da sınırlarının bir nişanesidir:

“Çırpınırdın Karadeniz

Bakıp Türk’ün bayrağına
Ah ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına
Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk’ün bayrağına
Kafkaslardan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Türk’ün şanlı bayrağını
Turan ele asacağız
Azerbaycan bayrağını
Karabağ’da asacağız.”

***

Bu vesîleyle, Bedr’in Arslanlarından, Malazgirt Şehitlerine, Feth-i Mübîn’den Çanakkale’ye, 15 Temmuz’dan Azerbaycanlı Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, Karabağ Zaferi’nin hayra vesîle olmasını niyaz ediyorum.