HAVAALANINDA uçağa geçmek için
bir grup milletvekilimizle otobüse bindik. Gruptan, çok da sevdiğimiz ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yıllarından beraber olduğumuz bir milletvekilimiz,
benim kör olmama istinaden dedi ki, “Lokman, maşallah her zaman görüyorum seni,
çok güzel giyiniyorsun”.
Ona
cevaben, “Beğendiğinize sevindim. Çünkü siz görenler için giyiniyorum.
Beğendiyseniz maksat hâsıl olmuş demektir. Aksi hâlde yok kumaş deseni, yok
kumaş kalitesi, renk uyumu, yok düğmelerin uyumu, ayakkabıyla uyum falan, onca
parayı boşa vermiş olacaktık. Bir kör için bunların hiçbir kıymet-i harbiyesi
yok. Aslında bunca masrafı sizin göz zevkiniz için yaptığımıza göre parayı siz
görenlerin ödemesi lâzım” dedim.
Bu
cümleler espriden öteye gidemedi. Fatura yine her zamanki gibi bana çıkıyor.
Sadece para mı? Başkaları için giyineceğiz diye ne bedeller ödüyoruz ne
bedeller!
***
Zagreb’deyiz…
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kültür Komisyonu toplantısını yapıyoruz…
Hava sıcak ve hepimiz takım elbiselerimizi giymiş, kravatlarımızı takmışız.
Aklıma nereden geldiyse, takmayı hiç de hazzetmediğim kravattan bahis açarak, “Bu
kravatları, başkentinde bulunduğumuz Hırvatlar dünyaya yaymışlar, (kinayeli
şekilde) Hırvat dostlarımıza borçluyuz bu boynumuzdakileri” dedim. Yanımda
oturan parlamenter arkadaşım, “İyi de, Komisyon Başkanı Hırvat olmasına rağmen
niye takmamış o hâlde?” diye mevzuya katkı yaptı. Öğleden sonraki toplantılara
Hırvat Başkanımız gibi, Başkanımızı örnek alarak ben de kravatsız ve spor
kıyafetle devam ettim. O gün bugündür kravatı nâdiren takıyorum. Kravatçıdan daha
kravatçı olmaya gerek yok!
***
“Pişti
olmak” tâbirini de kadınlara yönelik butiği olan, kıyafet konusunda ciddî bir
uzman sayılabilecek bir hanım arkadaşımdan öğrendim. Arkadaşımın yaşadığı şehirde
bir düğün, bir nişan olacağı zaman şehrin ileri gelen hanımları, o merasim
vesîlesiyle kıyafet alıyorlar ve sanırım daha sonra da günlük hayatlarında
giymeye devam ediyorlar. Kıyafet almak için arkadaşımın butiğine geldiklerinde
onlara danışmanlık yapıyor. O hanımların arkadaşımın butiğini seçmelerinin en
önemli sebebi şuymuş: Kimin hangi kıyafeti aldığını bildiğinden, bir sonraki
hanım da aynı kıyafeti almak isterse, arkadaşım, “Evet, güzel bir kıyafet! Ama
bundan falanca hanım da aldı, üstelik aynı düğünde giyeceksiniz. Pişti olursunuz
ve sizin için iyi olmaz” diyor. Düşünebiliyor musunuz, pişti olmamak için böyle
bir bilgiye ihtiyacınız var ve o bilgi hayatınızı kurtarıyor.
Erkeklerde
pişti olma kavramını duymamıştım. Hattâ bir gazeteci arkadaşım, bunun
abartılısı olan şu hatırasını anlatmıştı: İki gazeteci arkadaş Ankara’da halk
otobüsüne binmişler. Gazetecilerin para ödememe alışkanlıklarını bilmeyen
biletçi çocuk, bunların gazeteci kimliklerini gösterip geçmelerine öyle
içerlemiş olmalı ki bir sürü lâf saymış. Kalabalık olunca da ilerleyememişler
ve biletçinin onca lâfı kime söylediği ayan beyan ortada. Tabiî kavga falan da
edemiyorlar, cevap verecek hâlleri de yok. Biletçi çocuk işi abartmış ve bunların
beyaz beyaz takım elbiselerinin aynı olduğunu fark edince demiş ki, “Ooo! Elbiseler
de Kızılay yardımlarından galiba”…
Gazeteci
arkadaşım diyor ki, “O vakte kadar elbisemizin birbirinin tıpatıp aynısı
olduğunu fark etmemiştik. İyice bir tuhaf olduk. Artık dayanamayıp ilk durakta
indik”.
***
İkizlere
aynı kıyafetten giydirmek sanırım piştiden sayılmıyor. Onlar doğuştan piştiler
zaten. İkizlerin her birinin orijinal, farklı, özgün değil de birbirinin aynısı
kabul edilmekle ilgili birçok hikâye duymuşsunuzdur. İkiz hanım arkadaşlarımın
başına gelen şu olay çok ilginçti ki hâlâ etkisinden kurtulamadım desem yeri
var.
Hikâye
şöyle: Bu kızlar, yetişip evlilik çağına gelince oğlan tarafının annesi yani
müstakbel kaynana, kızların annesine, kızlar için dünür gelmek istediklerini
söylemiş. Anne de, “Hangisi için gelecekseniz ona göre o kız hazırlık yapsın”
demiş. Öyle ya, gelin adayı tarafından kahve falan ikram edilecek. Oğlanın
anası ne dese beğenirsiniz? “Onlar nasıl olsa ikiz değil mi, hangisi olsa fark
etmez”…
Anne
gelip bunu kızlara söyleyince, kızlar da isteme hâdisesinde ciddî ciddî dalga
geçmişler.
***
Allah
her insandan, hattâ her canlıdan bir tane yaratmış. Aynısının tıpkısı bir tane
daha yok! Bu muhteşem vasfı milyonlarca çocuğa aynı önlüğü, moda olsun diye
herkese aynı kıyafetleri, seri üretim yapanlar daha çok satsın diye aynı
elbiseden ayakkabıya, parfümden takıya bütün eşyayı giydirerek ne kazanıyorlar?
Elbette onlar para kazanıyor, güç elde ediyorlarken, bizse onlar para kazansınlar
diye çalışıyoruz. Üstelik başkalarına benzeyerek, bizi biz yapan
özelliklerimizi yok ediyoruz.
Eskimeden, makinelerce üretilen yenilerini alarak, bize özel giysiler hazırlayabilecek terzileri, kuyumcuları, zanaatkârları, bir başka ifadeyle kendimizi, çoluğumuzu çocuğumuzu işsiz bırakıyoruz. Kendileri için ben olmayı fedâ ettiğim, daha çok kazansınlar diye gece gündüz çalıştığım, seri üretimlerini alarak işsiz kaldığım ey modern dünyanın güç odakları! Bu bedeli sonsuza kadar tek başıma ben mi ödemeye devam edeceğim, siz de, “ben” dâhil, her şeyimi almaya devam mı edeceksiniz?