BİR
dine mensupsanız ve o dinin yayılmasını istiyorsanız, tek çâreniz o dinin
güzelliklerini anlatmaktır.
Bir dine mensupsanız, başkalarının dinlerinin yanlış,
kendinizinkinin doğru olduğunu düşünüyorsanız ve yanlışa gidenlerin doğruyu
görmelerini istiyorsanız, tek çâreniz yanlışın yanlış ve doğrunun da doğru
olduğuna ikna etmektir.
Bir dine mensupsanız ve o dinin yayılmasını istemiyorsanız,
zaten kimseyi ikna etmenize gerek yoktur. Fakat bu tek yöntem/çâre değildir.
Bir dine mensupsanız ve o dinin yayılmasını istemiyorsanız,
başkalarının değerlerine hakaret edebilirsiniz. Ki bu en kolay yöntemdir!
Bir dine mensup değilseniz ve başkalarının sizin gibi
düşünmesini istiyorsanız, yine tek çâreniz ikna etmektir.
Bir dine mensup değilseniz ve başkalarının sizin gibi
düşünmesini istemiyorsanız, onların değerlerine hakaret edebilirsiniz. Ki bu,
yine en kolay yöntemdir!
Avrupa’da Kur’ân’ın yakıldığı eylemlere şâhit oluyoruz
yeniden.
Fakat bu Kur’ân’ı yakanları gördüğümüzde kimliklerine bakıp
anlıyoruz ki, bunların kendi dinlerine ikna etmek gibi bir dertleri yok. Çünkü
onlar din mensupları olduklarına inanırlar ancak sadece faşist nefret
sahipleridirler.
Bu eylemler gerçekleşirken, bir de kendilerini bilimle
konuşmakla güya örten İslâm düşmanları ile karşılaştık. Elbette böyle bir
alçaklıkla karşılaşmak şaşırtmadı bizi.
Bunların hayat felsefesi şu aşağılık mottoyla süslüdür: “Düşmanımın düşmanı dostumdur!”
Biliyoruz ki bu tür kışkırtmalar, Müslümanların sinir
uçlarına uyaranlar göndermek ve manipüle etmek amacını taşır.
Zira bu kışkırtmanın ardındaki hesap da yine kendileri tarafından
meselâ “DAEŞ” biçiminde hazırlanmıştır. Yani merkez kurgunun ilk aşamasında
kışkırtma, ikinci aşamasında da bu kışkırtmaların ardından sürecekleri ikinci
piyon olarak terör örgütleri gelmektedir.
Eski Yunan’dan günümüze değin tüm bilim ekollerinin ortaya
koyduğu birincil ilke, ahlâktır. Efendimize hakaret edilmesi veya Kur’ân’ın
yakılması eylemlerini bir yere not edelim, diline bilimi dolayarak ahlâkı kendi
sınırlarının meşruiyet ürünü yapmanın daha baştan bilime aykırı olduğu, bu
bilimistlerce niçin hesaplanamaz?
Çünkü onların işi bilime tapmak değil, egolarındaki üstünlük
nefretini kusmaktır!
İslâm’a ve kutsallarına hakaret eden her örneğin önünde
“araştırmak” kelimesi yatar. Bilime inanan kimse, “bilim” kelimesine paralel
olarak bir de “araştırmak” kelimesini tıpkı ahlâk gibi kendi mahzeninde ezer.
Çünkü o, kendi ezik algısını bu düşüncenin suyunda yaşatmaktadır. Fakat bu
yaşam, yaşam değildir. Zira bu tip, bilimi bitkisel hayata uğurlarken kendini
tüketmektedir.
Bilim, materyalist düzlemde sadece bitkisel hayattadır,
komadadır. Ve bu düzlemin müminleri, “Bilim ne zaman gözünü kıpırdatacak?” diye
beklemektedirler.
Üzgünüm, onun beyni yoktu ki beyin ölümü gerçekleşsin…
Bu düzlemin müminleri, her gün aynı filin aynı budunu
kollamakta, her gün kadraj kapağı kapalı hâlde kör dürbünleriyle güneşe
baktıklarını sanmaktadırlar.
Söz konusu saldırıları gerçekleştirerek nabız yoklaması
yaptığını zanneden zavallı ahmaklar, sözde kendilerine cevap veren Müslümanları
“DAEŞ teröristi” olmakla itham ederek güya hukukî çapta bir fişleme yapıp
kendilerini emniyete aldıklarını, başlarına bir şey gelirse Müslüman DAEŞ’li
teröristlerce yapılmış olduğunu güya not etmektedirler.
Bu kafayı FETÖ’nün icat ettiğini biliyoruz.
Biliniz ki Müslüman, evvelâ FETÖ’cü ve DAEŞ’çi olmaz!
Bu ülkede Charlie Hebdo vakaları olmaz, ancak Charlie Hebdo
girişimlerine de alan bırakılmaz. Çünkü burası, değerlere hakaret edenlerin
özgürlük kılıfıyla muhafaza edilip artlarında devlet başkanlarının durduğu
terör finansörü ve işgalci-sömürgeci bir ülke değildir.
Ve burası, meselâ Fransa değildir…