
YARATILAN ilk varlığın “kalem” olduğu söylenir. Kalem, kayıt ve bilgi demektir. Varlıkların, bilginin, yaşananların ulaşılabilen kaynağı kayıtlardır. Kayıtlar olmadan bilgi “kulaktan dolma” hâline dönüşür.
Yazılmadan saklanan hiçbir bilgi gerçekliğini koruyamaz. Mutlaka değişime, zamanın yıpratmasına, kelimelerin değişmesine ve anlam kaymasına uğrar. Lakin kayıt tüm bu durumları ortadan kaldırır.
İnsanoğlu yazıyla tanıştıktan sonra ilerleme kaydedebilmiş, bilginin kullanılmasını öğrenmiş, geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlayabilmiştir. Bu sebeple yazı ve kalemin kıymetine paha biçilemez. Zaman ilerledikçe yazıyı ve bilgiyi kullanan insan kayıtlarını tuttuğu bilgileri derlemeyi yani kitaplaştırmayı öğrendi. Asırlar evvel yazılıp saklanmış kayıtlar bugün hepimize geçmişin pencerelerini görebilmek adına yakılmış kandillerdir.
Bilgiye ve kaleme değer veren evvellerimiz kocaman kocaman binalara kütüphaneler kurmuş ve onlara özel isimler vermiştir. Kurulan ilk kütüphanelerden birine “Beytü’l Hikme” yani Hikmetler Evi denilmiş. Abbasiler döneminde Bağdat şehrinde, M.S. 800’lü yıllarda kurulmuş Hikmet Evi, Arapça, Türkçe ve İslâmî eserlerle birlikte Farsça, Hintçe, Yunanca, Latince eserlere ve çevirilerine de yer vermiştir. Başka zamanlarda ve farklı coğrafyalarda Hikmet Evi ismi değişikliğe uğramış ve yeni isimler konulmuştur. Bu isimlerden birisi Bilgelik Evi’dir.
Beytü’l Hikme kurulup geliştirilmeye başlandığı dönemde Abbasi Halifeleri oraya getirilen değerli eserler veya çevirileri için eserin ağırlığınca altın vererek insanları ödüllendirmiş. Böylece Hikmet Evi bilginin ve aydınlanmanın merkezi olmuş. Bu büyük kütüphane aynı zamanda bir akademi gibi çalıştırılmış ve yapılan çalışmalar İslâm’ın daha iyi anlatılabilmesinde ve geniş kitlelere yayılmasında büyük katkı sağlamıştır.
Asırlar ilerlerken İslâm medeniyeti Batı’ya doğru uzandı. Endülüs Emevi Devleti dillere destan olan ışıltılı medeniyetlerini kurdukları zaman Kurtuba’da büyük bir kütüphane inşâ ettiler. Orada tarihin en kıymetli eserlerini toplamış ve eserlere yeni çalışmalar eklemişler. Bilginin kıymetini, bilgeliğin sırlarını ve medeniyetin ilerlemesini sağlamanın en güzel yolu takdir edersiniz ki bilgiye vakıf olmak ve onu ilerletmek için çalışmaktan geçer.
Bilgiyi kayıt altına alan kalem ve kalemi tutan eller olduğu kadar elbette bunun kıymetini bilmeyen ve bilmenin zarar vereceğini düşünenler de var. Bilginin gelişime sebep olacağı ve gelişimin vesayet sistemlerini bozacağı düşüncesi yeni bir fikir değildir. Endülüs yıkılırken Kurtuba Kütüphanesi yakıldı. Dumanları Kurtuba semalarında kara lekeye dönüştü. Çünkü yitirilen yalnızca eserler değildi, 500 yıllık birikim ve ilerlemeydi. Tıbbî bilgi, matematik, astronomi, kimya, felsefe ve diğer bilim dallarında birikmiş birikirken gelişmiş bilgilerin kayıtları yok edildi.
Beytü’l Hikme de benzer bir durumla karşı karşıya kaldı. Moğol istilası sırasında Hülagü Han’ın ordusu Bağdat’a girdiğinde Beytü’l Hikme yakıldı. Yangından önce kaçırılması başarılan yaklaşık ve elde edebildiğim rakamlara göre 400 bin civarında eser mecburiyet yüzünden bir nehre döküldüğü ve nehrin renginin bir süreliğine mürekkep renginde aktığı söylenmektedir. Bazı eserler saklanıp Moğol istilası sonrası yerine konulmuştur ama artık Hikmetler Evi’nin ışığı ziyadesiyle azalmıştır.
Geçen zaman insana dur durak bilmeden ilerlemeyi öğretti. İnsanoğlu yine bilgiyle yürüdü, bilginin peşinden koştu. Bugün sahip olduğumuz her bilgi dünden sızıp gelen çalışmaların eseridir. Hâliyle âdemoğlu yine büyük kütüphaneler kurdu. Bilgisayarın icadıyla bilgiye daha kolay ulaşılabilir olmasını sağladı. Fiziki eserler el değmeden saklanmaya ve gelecek nesillere aktarılmaya çalışıldı. Lakin eskiden ders almayan, vahşilik konusunda dünü aratmayan Batı yine Bağdat kütüphanesine zarar verdi.
Başkalarına kızdığımız bu noktada aslında geçmişimize kara leke olarak sürülen zamanlarımız oldu. Okumanın yasak olduğu, dinî vecibelerin yerine getirilmesinin önüne engeller konulduğu, dinî eserler sırf başka bir dilde diye toplatıldığı ve imha edildiği kayıtlarımızda yerini almıştır. Şimdilik bu kara günler geride kalmış olabilir lakin geri gelmeyecek değildir.
Bilgiye vakıf olanların bilgiyle yürüyenlerin eli daraldığında yine benzer düşünce hâkim olacak ve yine kütüphanelerimiz yakılacak. Bir şehri dümdüz edenlere, her türlü bina ve eseri yok edenlere, içinde yaşayan çocuk, yaşlı demeden öldüren ve bunu kendine hak gören zihniyete kitaplara dokunmamasını söyleyebilir miyiz?
Bir diğer tuhaf enstantane ise yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara taraf olanların; öbür yanda kütüphaneye kitap getirenlere eserin ağırlığınca altın verenleri eleştirmesi, gerici diye nitelemesidir. Meğer bu kem günler bizim kaderimizmiş deyip geçiyor ve hepinize esenlikler diliyorum.