
ÇOCUĞU yetiştiren ve şekillendiren
ailedir. Çocuklarımızda gördüğümüz; beğendiğimiz, beğenmediğimiz, kabul
ettiğimiz veya etmediğimiz hâl, hareket, tavır, davranış, düşünce biçimi, kişilik
özellikleri ve benzeri nitelik temeli ailede atılır ve ailede şekillenir. Kabul
edelim veya etmeyelim, mazeret üretmeden, sağı solu veya birilerini suçlamadan,
“aile” gerçeğini görerek etkisini kabul etmemiz gerekiyor.
İnsana
ait her temel ailede mi atılıyor, her şey ailede mi oluşuyor? “Dış etkenlerin
rolünü neden göz ardı ediyorsunuz?” diyenlere ise şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Dış dünya, çocuğun hayatında oldukça etkilidir. Onların
dünyasına sonradan girer. Bazen de öyle bir girer ki çoğu zaman ailenin kurduğu
bütün güzel yapıları alaşağı edebilir. Ne olursa olsun, burada yine kendimize
dönüp bakmamız gerekmiyor mu? Dış dünyadaki olumsuz etkilerin kanallarını da
çoğu zaman biz yetişkinler açmıyor muyuz?
Ailenin
görevi, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek, hayatlarında işe yarayacak
sağlıklı bir yaşam sürdürmesini sağlayacak çerçevede zihinsel, kültürel,
duygusal, psikolojik çapta eğiterek öz yaşam becerilerini desteklemek ve
topluma kazandırmaktır.
Olumlu
veya olumsuz, insanın tüm davranışlarının çocukluğunda oluştuğunu biliyoruz. Bu
yüzden, olumlu davranış modelleri çocuk yaşta onun algı ve gelişim düzeyine
uygun olarak verilmelidir. Birey davranışları üzerine yapılan araştırma ve
değerlendirme raporları incelendiğinde, kişinin yetiştiği ortam, aile
bireyleri, ebeveynler ve çevrede yaşayan diğer bireylerin kişiliğin oluşmasında
önemli rol oynar. Ebeveynler istemese de çocuklar hâl, hareket ve
davranışlarında anne ve babalarını modellerler, onlar gibi hareket ederler,
davranırlar ve iletişim kurarlar.
Kişi;
ailede oluşturulan kişilik özellikleri, kültürel yapı ve değer yargıları ile
hayatını idame ettirir. Yani kişiliği ve kimlikleri oluşturan, ailedir. Çocuk
eğitiminde önce aile eğitiminden bahsetmemizin gerekçesi budur. Burada bir
hususu özellikle belirtmemiz gerekiyor: Zihinsel veya fizyolojik bazı engelleri
olan öğrencilerimizin durumları özeldir. Onları ayrıca değerlendirmemiz gerekir.
Bizler burada olağan gelişim gösteren bir bireyi değerlendiriyoruz.
Çocuklarda sıkça
görülen
algı ve yorumlama sorunları, düşünme yetersizlikleri, yorumlama eksiklikleri ve
ayrıca hâl, hareket, tavır ve davranışlardaki tutarsızlıklar, sosyal yaşam
becerilerindeki zorlanmalar ve de dikkat, anlama ve hatırlama zorlukları, bakış
açısı darlıkları ve yaklaşım hatâları, algı darlıkları, ders ve çalışma
motivasyon eksiklikleri, kültürel kodlardaki yetersizlikler, inanç temelindeki
eksiklikler, iç değer çatışmaları, düşünme çatışmaları, zihinsel olmayan
öğrenme zorlukları, motivasyon eksiklikleri, sorumluluk bilincinin oluşmaması,
kendini ifade edebilme sorunu ve yetersizlikleri, özgüven eksiklikleri, özsaygı
yetersizlikleri… Üzülerek söylemek gerekirse, tüm bunlar ve bunların yanında yaşanan
olumsuzlukların neredeyse tamamına yakınının temelinin atıldığı ve şekillendiği
yer ailedir!
Bir
eğitimde bunları söylediğimde, bir anne, “Eğitimcilerin neredeyse tamamı benzer
şeyler söylüyor. Hep bizi suçluyorsunuz, bunları neye dayanarak söylüyorsunuz?”
diye bir soru sormuştu. Cevaben, “Bizim amacımız, birilerini veya bir yerleri
suçlamak olmadı, olamaz da… Asla olumsuz değerlendirir tarzda bir düşüncemiz de
olamaz. Biz bu değerlendirmelerimizi eğitim, gelişim, pedagoji üzerine yapılan
bütün çalışmalar ve araştırmalardan çıkan sonuçlara göre söylüyoruz” dedim.
Bunun üzerine, “Hep bir olmuşsunuz, aileyi sorumlu tutuyorsunuz hocam,
Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, hırsızın hiç mi suçu yok burada?” diyerek
esprisini yapmıştı.
Eğitimlerimize
katılan, birebir çalışmalar yaptığımız öğrencilerde gördüğümüz zorlanmaların,
başarısızlıkların, olumlu ve olumsuz kişilik özelliklerinin de tamamen aile
kaynaklı olduğunu bizzat görme imkânımız oluyor. Ailelerle görüşmelerimizde
ise, ailelerin çoğunluğunun, çocuğun gelişimi ve eğitiminde ciddî anlamda yetersiz
kaldıklarını gördük.
Farklı
ortamlarda ve alanlarda yapılan bilimsel çalışmalarda da benzer sonuçlar
çıkmaktadır. Bizler de bu sorumluluk bilinciyle, en değerli emanetimiz olan
çocuklarımızı ne istediğini bilen, her yönden sağlıklı, öğrenmeye açık,
girişken, kendi ayakları üzerine basabilen, kişisel liderlik vasfını kazanmış,
girişimci rûha sahip, iletişim becerileri gelişmiş, gerektiğinde yardım
alabilen bireyler olmaları için çalışıyoruz.
Öğrenme
tekniklerini bilen, sürekli öğrenen, öğrendiklerini yorumlayıp analiz edebilen,
bilgilerini okul, aile, iş, sosyal hayatın içinde aktif olarak kullanabilen ve
kendi iç dünyasında mutlu olabilen, mutluluğu yaşayan, çevresine yaşatan,
özgüven ve özsaygıları gelişmiş, nitelikli bireylerin yetişmeleri yolunda
kalıcı çalışmalar yapma gayreti içindeyiz.
Yaşamları bizim elimizde!
Çocuk
eğitiminde aile yapıları incelendiğinde, toplumsal değerlerin altüst olduğunu, klâsik
eğitim ve iletişim yaklaşımlarının tamamen değiştiğini görüyoruz. Bu sadece
bize ait bir durum değil, neredeyse dünyadaki tüm aile yapılarında durum aynı.
Aile içi iletişimin kopma, ailedeki rollerin ise tamamen değişme noktasına geldiği
yadsınamaz bir gerçektir. Aile içi iletişimde, bireyler arasındaki sevgi
paylaşımı azalmaya, kalanların ise tamamen bireyselleşmeye doğru ilerlediği
görülüyor. Hiçbir alanda sevgiyi yüreğimizden ve tebessümü yüzümüzden eksik
etmemeliyiz. İletişimi, bilgi ve kültür paylaşımını aile içinde olabildiğince
çoğaltmalıyız.
İnsanı
insan yapan değerlerin asla ihmâl edilmemesi gerekir. Maddiyat için değerler
yok sayılmamalıdır. Maddiyat önemlidir ama insanın huzuru ve mutluluğu için
asla yeterli değildir. Maalesef bazı yetişkin bireyler çocuklara kariyer, çok
para, lüks ve tamamen tek taraflı kazanma üzerine kurulu bir hayatı hedef olarak
gösteriyorlar. Çocuklar ahlâkî ve mânevî değerlerden ziyâde tek taraflı kazanma
üzerine kodlanmış, tam donanımlı birer robot gibi yönlendiriliyorlar. Bu
yaklaşımların örneklerini bol miktarda görüyoruz.
Çocuklar
hayatı tanıyamadan, anlayamadan, anlamlandırmadan özgün ve özgür öğrenme
becerileri, öz yaşam becerileri, özgüven, özsaygı ve öz değer gibi kavramlarla en
önemli hususlarda bilgilendirilmeden ve bilinçlendirilmeden, mekanik birer
varlıkmış gibi yetiştirilebiliyorlar. Bu durum tamamen gençliğin iradesine
ipotek koymak ve mekanik insan modeli yetiştirmek anlamına geliyor. Çocuklar, düşünmelerine
dahi müsaade edilmeden, salt ders amaçlı bilgi bombardımanına tutuluyorlar. Bir
dakikası bile boş geçmesin diye özel eğitim, ders, kurs, etüt, test ve sınav gibi
dayatmalarla nefes dahi alamaz hâle getiriliyorlar.
Çocukların yetişkin yaşamlarında kendileri, insanlık, millî ve insanî değerler adına aile, çevre, iş ve insanlık çerçevesinde anlamlı, nitelikli, mutlu bir hayatı yaşamaları daha önemliyken, estetik, spor, kültür ve sanat becerilerinin kazanılmasında, ruhsal, mânevî, millî ve ahlâkî değerlerin oluşumunda dahi birilerinin dayatmalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Kendi istedikleri spor veya sanat alanı ile ilgilenemiyor, istediği veya yeteneklerine uyan enstrümanları dahi çalamaz oluyorlar.
Her bilgi uzun uzun anlatılarak, bilimsel örnekler ve uygulamalar yaptırarak öğretilmez. Doğru bir örnek ve/veya yapılan küçük bir oyun, saatlerce anlatmanın yerini tutar.
Sadece
okul çözüm değildir
Çocuğu
okula göndermekle, eğitimle ilgili tüm sorunların hâllolacağı sanılmaktadır. Çocuğun
zihnini sadece derslerle doldurarak onu hayata hazırlayamayız. Derslerden önce
kazanılması gereken insanî ve vicdanî değerler ve kültürlerin kazanılması
önemlidir. Uğruna bedel ödeyecek idealleri olmayanlar, idealleri olanların
basamağı olmaktan öteye gidemezler.
Çocuğa
bilinçli, nitelikli zaman ayırılmalıdır. Sevgiyi alabildiğince yaşaması ve
paylaşması sağlanmalı, millî, mânevî, evrensel ve toplumsal değerler
kazandırılmalı, özgüven ve özsaygısı geliştirilecek şekilde yaklaşımlarda bulunulmalıdır.
Batı’da yapılan araştırmalarda çocukların, özellikle de ailesi dağılmış
çocukların, anne ve babalarından daha çok teknolojiye ve sanal ortamdaki
yönlendirmelere inandıkları/güvendikleri yönünde sonuçlar çıkmıştır. Kabul
edelim veya etmeyelim, bizde de durum farklı görünmüyor. Aileler çocuklarını
dijital dadılara (televizyon, bilgisayar, cep telefonu tablet) emanet
ediyorlar. Sokak diğer insanlar çok tehlikeli diye tam bir koruma ve kollama
sağlayarak her şeylerini kontrol altına alıyorlar. Çocukları okullarda,
evlerde, odalarda tutup, teknolojik cihazların başına kilitliyor toplum. Böylece
çocuklar, teknolojinin ve teknolojik cihazların/sanal dünyanın daha güvenilir
olduğuna inanıyor veya inanmak istiyorlar. Unutulmamalıdır ki, sanal dünyadaki tehlike,
çevremizdeki tehlikenin binlerce katı daha fazladır.
Bazı
ebeveynler ise çocukları üzerinde ciddî bir baskı kurarak, kurallar koyarak,
otoriter tavırlarla onları geliştireceğini ve yetiştireceğini zannediyor ve böylece
başarılı bireyler yetiştireceklerini düşünerek bu yönde tavırlar sergiliyorlar.
Çevremize baktığımızda bu düşüncedeki ebeveynlerin oranının az olmadığını
görüyoruz. “Onu yap, bunu yapma”, “Öyle değil, böyle olacak”, “Yapamazsın,
beceremezsin” diyerek sürekli engellenen bir çocuğun varacağı yer, kendi
ayakları üzerine basamayan, karar veremeyen, temel yaşam becerileri dahi
gelişmemiş bir insan olmaktır. Çocuklarımızı yetiştirirken, hayata en güzel
şekilde hazırlamayı hedeflerken onların hayatlarını zindan edebiliyoruz.
Çocuk
eğitimi, kişilik oluşumu, ahlâkî, insanî, kültürel, zihinsel ve estetik
gelişimi basit bir süreç değildir. Bu süreçte çocuklarımızın en güzel şekilde
yetişmeleri, hayata en iyi şekilde hazırlanmaları yönünde öncelikle aileye,
sonra da toplumu oluşturan tüm katmanlara ciddî görevler düşmektedir. Onların
ilgi alanlarını, kişilik özelliklerini, öğrenme şekillerini, dikkat sürelerini,
mutlu oldukları alanları, istek ve ihtiyaçlarını gözlemleyerek tespit etmek çok
zor bir süreç değildir. Bu özellikleri tespit edildikten sonra, kişilik
özellikleri ve öğrenme şekillerine göre yaklaşıldığında olağanüstü olumlu
gelişmeler olacaktır.
Bazı
anne ve babalardan sıkça duyduğum yakınmalardan birkaçı şöyle: “Benim çocuğum
farklı… Benim çocuğum öyle her kalıba sığmaz… Bütün ezberleri bozar. Dediğini
yapar, yaptırır… İstediğini bir şekilde gerçekleştirir. Ne lâf dinler, ne söz. Söylediklerimizin
hep en tersini yapar… Onu kimse değiştiremez!”
İletişimle
ilgili olarak, “İnsanlar değiştirilmek istemez, ama herkes değişime açıktır”;
öğrenmeyle ilgili olarak da, “Öğrenmeyen insan yoktur” sözlerini unutmamak
gerekir. Çocuğumuzun motivasyon yönleri nelerdir, nasıl öğreniyor? Görerek mi,
konuşarak mı, yaparak mı, hikâyelerle mi, anlatarak mı, oyunlarla mı, sohbet
ortamında mı, dışarıda mı, hareket ederken mi, sorularla mı daha kolay ve zevkli
öğreniyor? Bu özellikleri öğrenip kullandığımızda, çocuklar üzerinde harika
netîceler aldığımızı göreceğiz. Onlara öğüt vererek, nasihat yaparak, sorguya
çekerek değil de öğrenmenin zevkli ve kolay olduğunu hâl, hareket ve tavırlarımızla,
ayrıca bazı uygulamalarla göstermeliyiz.
Yol
göstermek gerek
Her
bilgi uzun uzun anlatılarak, bilimsel örnekler ve uygulamalar yaptırarak
öğretilmez. Doğru bir örnek ve/veya yapılan küçük bir oyun, saatlerce
anlatmanın yerini tutar.
Çocukla
inatlaşmadan, zıtlaşmadan, uzun uzun konuşmadan motive etmek için bir hikâye
anlatılır:
İki çocuklu bir
aile, hafta sonunu ormanlık bir alanda piknik yaparak geçirmeye karar verir. Piknik
yerine vardıklarında, anne yemeği hazırlarken baba da çocuklarıyla birlikte etrafı
tanımak için kısa bir yürüyüşe çıkar. Doğanın ve havanın güzelliğine kapılan
baba ve çocuklar, farkında olmadan piknik yaptıkları yerden epeyce
uzaklaşırlar. Yürüyüşün uzun olmasından dolayı çocuklardan küçük olanı yorulur.
Çocuk, babasına yalvaran gözlerle “Babacığım” der, “Çok yoruldum, beni
kucağında taşır mısın?”. Baba, “Ben de çok yoruldum oğlum, seni taşıyamam, üstelik
belimde de ağrı var” der demez, çocuk ağlamaya başlar. Feryâd u figân hâlinde,
“Ben yürüyemiyorum, çok yoruldum, baba beni taşı” diye ağlamayı sürdürür.
Baba çocuğunun hâlini
görünce, tek kelime etmeden, etraftaki ağaçların birinden uygun uzunlukta kuru
bir dal keser. Dalı çakısıyla biçimlendirip yonttuktan sonra oğluna verir. “Al
sana çok güzel bir at! Haydi bin atına, yola çıkıyoruz” der. Çocuk dal
parçasından yontulmuş atı görünce çok mutlu olur ve sevinçle dal parçasını at
gibi yaparak, “Deeh! Deeh!” diye bağırır ve bir binici edâsıyla annesinin sofra
kurduğu alana doğru koşmaya başlar.
Küçük oğlunun
birden yorgunluğunu unutup canlandığını gülerek seyreden baba, yanındaki kızına
eliyle küçük kardeşini göstererek, “Hayat budur işte kızım!” der, “Bazen
kendini çok yorgun hissedersin, motivasyonun yok olur; çalışmak, bir şeyler yapmak
gelmez içinden. Öyle olduğunda, kendine değnekten bir at bul ve yoluna devam
et!”
Bu
at, bir semboldür. İnsan kendi motivasyonunu bulur ve harekete geçirirse
yorgunluk kalmaz. Bu motivasyon her alanda ve her yerdedir. Yerine göre bir
arkadaş, bir söz, bir şarkı, bir umut, bir çiçek, biz özlem, bir hayâl ya da
bir çocuğun tebessümü en büyük enerji kaynağı olabilir. Bunlar varsa, uzun uzun
anlatımlara gerek kalmaz. Biz, harekete geçirecek, enerjimizi arttıracak iç
motivasyonumuzu harekete geçirebilirsek, zor gibi gelen çoğu işin kolaylıkla
yapıldığını görürüz.
Hayatta
her türlü zorluk, sıkıntı olacaktır. Zorlukları atlatmak için çözüm üretmeyi
isteyerek olumlu yönden bakıldığında engel olarak görülen unsurların aslında
engel değil, atılması gereken adımlar, çıkılması gereken basamaklar olduğu fark
edilecektir.