Kısa anın ömürlük izdüşümü: Deprem

Kadınlarımızla Rabia kesilir, erkeklerimizle Ömer (as) olup derdi çuvala katıp yükleniriz. Her birimiz; dedemiz, nenemiz, çocuğumuz, gencimiz, kadınımız, erkeğimiz kahramana dönüşür, her yıkıntıda bir destan yazarız. Bu böyle biline!

GECENİN en zifiri zamanı… Yer küre, o kederli kaderin yazılacağı topraklarda beyaza bürünmüş. Soğuk bir ölüm sessizliği hâkim. Nice hatıralar yaşanmış, nice acılar görmüş güzel Anadolu’mun sağ böğründe bir sancı derinden, bir kahır inceden…

Yer suskun, kurt kuş suskun. Tevekkülle bekliyorlar gelecek elim kaderi. Toprak adeta kefenlenmiş gibi… (O özlemle, o hasretle beklenen kar gelmiş nihayet, ığıl ığıl inmiş Anadolu’nun tüm ovalarına, dağlarına…)

Sessizlikte gelecek acının, şaşkınlığın, korkunun ağırlığı var sanki yerlerde ve gökyüzünde. Yağan karın heybetini arttırdığı o ulu dağlar, acının yükünden boyun eğmiş adeta. Gök, yerdeki o dehşetli âna doğru akıp giden zamanın seyrinde, koyu, kopkoyu bulutlarla çatmış kaşlarını, yerdeki sukuta eşlik etmekte. Akrep, akmasın diye çekiştirmekte yelkovanın tik tak, tik taklarını.

İşte, koyu gecenin derinliğinde yerküre ve gökyüzünün beklediği an gelivermişti. Uykusunda olan insanoğlu sarsılıyordu derinden, silkeleniyor, hızla kırılıyordu insan yapımı binalar. Ve yazıldı yazgının kalemiyle aynı yerde; ayrı kaderler düştü aynı sayfaya. Bin parçaya bölünmüş ayna gibi dağıldı hayatlar, bütünlük kırıldı dünyalarında. Aktı kan, yandı can; cana, canana kâh visal, kâh ayrılık düştü.

Kırılan sadece fay hattı değildi. O fay hattı, milyonlarca kalbin umudunu, neşesini, hayata tutunan kolları kırdı. O fay hattı, anaların yüreğini, evlerin direğini, bebelerin beşiğini kırdı. O fay hattı, ülkeyi ileriye taşıyan, geceyi gündüze katan memleket sevdalılarının dört nala giden küheylanının rüzgârını kırdı. O fay hattı binlerce insanımızın hayat dalını kırdı.

Ama o fay hattı, kendisi gibi nelerin üstesinden gelen bu kadim toprağa sevdalı milletin gayretini kıramadı kırmadı ve kıramayacak inşallah. Ah benim kahır yüklü güzel Anadolu’m! Bir daha böyle acıyı yaşatmasın Yüce Rabbim bize ve dahi düşmanımıza bile.

Kar, kefen misali beyazdı. Hava ayazdı. Yürekler yangın yeri, binalar kabristandı. Dışarıda bekleyen soğuk ölüm tehdit kesilmiş. Nereye sığınılacak? Hangi yer güvenli ve daha az ölümcül? İnsanoğlu aczinin doruklarında… Uzakta olanlar “yardım eli” olup varamamanın, anında orada olamamanın dehşetinde… Gözle görülmez bir yangın kostümüne bürünmüş acı. Kedere düşenin de, kederi seyredenin de içleri dağlanmakta.

Her olan gibi olan oldu ve iki dakikada binlerce hayatı yuttu yarılan yerle birlikte yıkılan evler. Elbette bizim şükürlerimiz, hamdlarımız var. Büyük bir devletin aziz milletiyiz. Devletimizle el eleyiz. Biz ne yüklerin altından kalktık, ne yokluklar, ne acılar gördük. Bu “Asrın Afeti” olarak adlandırılan derin yara da kapanır ve yine yıkılmayız Evvel-Allah.

Her şey yolundayken birbirimizi hiç tanımayan insanlarımızla böyle bir afette yine tek can, tek yürek, tek bilek olduk. Istıraba kardeş, acıya yoldaş olduk. Biz “Bir” Olana imanımızla bir oldukça bize bir şey olmaz inşallah. Ölür, yeniden diriliriz. Yıkılır, yeniden inşâ ederiz. Dökülür, yeniden toplanırız. Devletin kanatları altında milletçe birliğin türküsünü yakarız. İman ile yol alalım. Şimdi toplanma zamanı! Şimdi fikir, şükür ve birliktelik zamanı! Olana sabır zamanı!

Ne ağır imtihanlar verdik. Tarih boyunca ne yüklerin altından kalktık, bunun da üstesinden geleceğiz inşallah. Deprem evimizi, obamızı, şehrimizi yıkar fakat bizim inancımızı, gayretimizi, küllerimizden dirilmek için verdiğimiz mücadeleyi yıkamaz. Yolları birbiriyle hiç kesişmeyenler, evinde, obasında, köyünde, metropolde, tarlada, ofiste, sınıfta, dağında, fabrikasında, yolunda yolağında, milyonlarca yüreği bir araya getirdiği asrın felâketiyle buluşunca buluştu birbirleriyle. Ve dünyaya muhteşem bir birliktelik destanı yazıyorlar işte!

Biz, her birimiz, bazen kavgalı, bazen sevdalı, bazen umarsız, bazen müdahaleci olabiliriz ama Devlet bekası, vatan sevdamız, millet bütünlüğümüz söz konusu olduğunda, bunlardan birinin bir yanı yara aldığında, tekrar etmekten onur duyduğumuz o mottoya tutunuruz: “Tek Devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak!”

Kadınlarımızla Rabia kesilir, erkeklerimizle Ömer (as) olup derdi çuvala katıp yükleniriz. Her birimiz; dedemiz, nenemiz, çocuğumuz, gencimiz, kadınımız, erkeğimiz kahramana dönüşür, her yıkıntıda bir destan yazarız. Bu böyle biline!

Aynı zamanda duadayız. Allah, Devlet’imize zeval vermesin. Devlet bizi ve biz Devlet’i kollarız. Bizi birbirimize düşürmeye çalışan, puslu havayı seven, kurt misali bu acıdan kendine sermaye devşirmeye çalışan içimizdeki çapulcu kişiler ve kimi zümre ve dahi gözlerini üzerimize dikmiş devletler, Allah’ın izni ile hep hüsrana uğrayacaklar. Kırılır dökülürüz, yaralanır ölürüz ama küllerimizden tekrar doğarız. Biz sadece iyi günde değil, kötü günde de şahlanan küheylan ülkesiyiz.

Hatay, kadim tarihin nazlı güzeli! Sen üzülme, sil gözünün yaşını.

Maraş, Kurtuluş Savaşı’nda düşmana geçit vermeyen kahramanlar diyarı! Yine tarih yazacaksın doğrulturken belini.

Adıyaman, Medine kokan sahabe misafirhanesi! Tok tut yüreğini.

Malatya, cennet vatanımın güzel şehri, güneşin kayısı olup meyveye durduğu yeşil belde! Elbet yeşereceksin ağaçların gibi.

Gaziler şehri Antep, beylerin diyarı Diyarbekir, peygemberler şehri Urfa, yazı kışı çiçek açan portakal diyarı Adana, Osmaniye! Büyük bir devlet, koca bir ulus var arkanızda. Dualarımızdasınız…