Kırmızı ciltli bir kitap

Ayağının acısına rağmen kaçmaya başladı. Polis kovalıyor, o kaçıyordu. İzini kaybettirmeye çalışırken, Müslim Mahallesi’ne girdi. Önce sola doğru yalpaladı, sonra sağ tarafında açık bir kapı gördü, düşünmeksizin içeri daldı ve yere yığılıverdi.

ASIM, Nesil Sokağı’ndaki tek odalı bir evde yaşardı. Her sabah aynı saatte uyanır, yırtık paltosunu giyer ve çöp arabasını da alarak mahalle mahalle, sokak sokak dolaşır, çöp toplayarak para kazanırdı.

Kendini bildi bileli yalnızdı; sokaklarda büyümüş, okul yüzü görmemişti. Asım, okumayı kendi kendine, topladığı çöplerin içinde bulduğu herhangi bir kâğıt parçasının üzerindeki yazılardan öğrenmişti. Azimliydi, yol kenarlarında bulduğu manav kasalarından kendine ufak da olsa bir kitaplık bile yapmış, okumaya başladığından beri bulduğu yazılı her kâğıdı buraya koyar olmuştu. Okumak onun küçük dünyasında tutunacağı en güçlü daldı. Okumayı öğrenmeden önce hayatında bir gayesi yoktu. Ancak şimdi bir amacı vardı: Okumak ve okunacak daha çok materyal bulmak…

Kitap onun için lüks bir metaaydı. Çöpleri büyük bir özenle karıştırıyor, o sokak senin, bu mahalle benim geziyor, ancak aradığı şeyi bir türlü bulamıyor, yine de ümidini kaybetmiyordu.

Günleri böyle tekdüze ilerliyordu ki bir gün Moskof Sokak’tan geçerken bir çığlıkla irkildi. Çığlığa yöneldi ve kalabalığı fark etti, çöp arabasını olduğu yerde bıraktı, kalabalığa yaklaştı. Gençten bir kadıncağız, bağıra çağıra bir eve girip eline geçen her şeyi sokağın ortasına fırlatıyordu. Bu sırada da “Şeref yoksunu! Alçak!” diye bağırıyordu. Kadının fırlattığı eşyalardan Asım’ın kafası da nasibini almıştı; eliyle kafasını şöyle bir yokladıktan sonra yerde duran cisme doğru eğildi Asım. Tam o sırada, kalabalığı yaran bir siren sesi duyuldu, bu bir ambulanstı. Kadının cinnet getirdiği açıktı, ambulans gelmiş, kadını alıp götürmüştü.

Asım sonunda aradığı ve onun için lüks bir meta olan şeyi karşılıksız, rastgele bulmuştu: Kırmızı ciltli bir kitap… İstediği oyuncak alınmış bir çocuk sevinci vurdu yüzüne. Kalabalık çoktan dağılmıştı. Asım bu sefer sokak ortasında duran diğer eşyalara yöneldi; yerde birkaç tane daha kitap vardı, hemen onları da kucakladı ve çöp arabasının kolunda asılı duran torbasına koydu. Apağır çöp arabası, onun bu sevinciyle kuş tüyü kadar hafifleşmişti. Kısa bir sürede evinin sokağına geldi. Sokağın başındaki çöp toplama noktasına girdi, topladığı kartonları tarttırıp parasını aldı.

Artık akşam olmuş, hava iyice kararmıştı. Çöp arabasını alarak evine ulaştı. Çöp arabasını, kapısının önüne koydu ve arabanın kollarında asılı duran eşyalarını alarak evine girdi. Elindeki yiyecek torbasını sehpa olarak kullandığı kasanın üstüne koydu, elindeki diğer torbayla birlikte aşınmaktan turuncu rengini alan kırmızı koltuğa oturdu. Torbanın içinden, kafasına düşen kırmızı kitabı aldı ve diğerlerini de sehpasının üstüne koydu. Pencerenin önünde sokak lâmbasından içeriye sızan ışık huzmesiyle kitabı okumaya başladı. Kitabın içinde adâlet, özgürlük, eşitlik gibi, daha önce hiç duymadığı sözcükler yer alıyordu. Kitap okumadan önceki hayâli bu değildi ama yine de okumaya devam etti, okudukça sanki kendini özgür hissediyordu.

Hayatında ilk kez sorguladı Asım. Sorguladığı ilk şey ise çöpleri sattığı adamın kendileri üzerinden para kazanmasıydı. Kendisi canla başla çalışıyordu. Sokak sokak gezmekten ayakları nasır tutmuştu. O adam ise oturduğu yerden para kazanıyordu. Haksız kazanç sağlayan bu adama bir şeyler yapmak lâzımdı, ama ne?

Bu düşünce iyiden iyiye kafasını sarmıştı. İlk kitabı bu düşüncelerle okuyup kısa sürede bitirdi ve diğer kitapları okumaya başladı; artık çöp toplamaya çıkmıyor, günlerini tek gözlü odasında geçiriyordu. Artık okuyan ve sorgulayan biriydi, çok kısa sürede diğer kitapları da okuyup bitirmişti. Okuduğu kitaplardan ilhamla bir şeyler yapması, harekete geçmesi lâzımdı. Çöpleri sattığı adama iyiden iyiye bilenmişti. Günlerce düşündü ve çözümün, haksız kazanç sağlayan bu adamı yok etmek olduğuna karar verdi. Kırık dökük penceresine bir yumruk attı, eli kan revan olmuştu, umurunda olmaksızın yere düşen cam parçalarından bir tanesini aldı, çöp toplama noktasına vardı…

İçeride kimse yoktu, etrafa bakınırken siren sesi ile irkildi. Bu, polis arabasının sesiydi. Dışarıdan, “Etrafın sarılı, içeride olduğunu biliyoruz, teslim ol!” diye bir ses duydu. Neden teslim olmalıydı ki, henüz bir şey yapmış değildi. Etrafa boş gözlerle bakınırken arka tarafta bir pencere fark etti, oraya doğru yöneldi. Çöp sattığı adamın hemen oracıkta kanlar içerisinde yerde yattığını gördü. Şaşırmıştı, birden elinde duran cam parçasına baktı ve kanlar içerisindeki elini görünce bu işi kendisinin yaptığını düşünerek pencereden kaçmaya yeltendi.

Polis o sırada çoktan içeriye girmiş ve ona doğru yönelmişti. “Kaçma, teslim ol” ikazını duydu. Asım, pencereye tırmandığı sırada iki el silah sesi duydu. Acı içerisinde duvarın diğer tarafına düştü. Ayağından vurulmuştu ancak burada duramazdı.

Ayağının acısına rağmen kaçmaya başladı. Polis kovalıyor, o kaçıyordu. İzini kaybettirmeye çalışırken, Müslim Mahallesi’ne girdi. Önce sola doğru yalpaladı, sonra sağ tarafında açık bir kapı gördü, düşünmeksizin içeri daldı ve yere yığılıverdi.

Polisler onu arıyordu, kan izlerini fark edince aynı kapıya yöneldiler. Kapıyı çaldılar ve kapı hafifçe aralandı. Kapıyı ak sakallı yaşlı bir amca açmıştı. Bu amca, çok sevilen Mehmet amcadan başkası değildi. Polisler de onu tanıyor ve seviyorlardı. “Mehmet amca” dediler, “Yaralı bir katili kovalıyorduk, kan izleri senin evinde son buluyor”. Mehmet amca hafif bir tebessümle, “Burada katil yok evlâtlarım, katiller sokaklarda” dedi. Polisler oradan ayrıldılar.

Mehmet amca kapıyı kapatıp, hemen kapının arkasında duran yaralı gence yöneldi. Kollarının altından sürükleyerek sedirin üstüne yatırdı. Kan revan olmuş eski kıyafetlerini çıkardı, ona temiz kıyafetler giydirdi. El ve ayağındaki yaraları temizleyip sardı. Akşam ezanı okunurken, Mehmet amca, genç delikanlının başında duâlar okuyup gözlerini açmasını bekliyordu. Asım, gözlerini hafifçe araladı, nerede olduğunu anlamaya çalışarak etrafına bakındı. Başucundaki Mehmet amcayı gördü. “Neredeyim ben, sen de kimsin?” dedi. Mehmet amca mütebessim tavrıyla, “Evdesin evlat, güvendesin” dedi. Asım tekrar bayılmıştı. Mehmet amca ayağa kalktı ve kıbleye dönüp namazını kıldı. Asımı kontrol edip mutfağa yöneldi…

Asım uyanmış, sedirin başına doğru dikilmişti. Mehmet amca, elinde bir tas çorba ile içeri girdi ve hiçbir şey söylemeden Asım’ın yanına oturup ona çorbayı içirmeye koyuldu. Asım tepkisizce Mehmet amcanın ona içirdiği çorbayı bitirdi. Âniden bir huzur içini sarmıştı, anlayamadı. Olan her şeyi unutmuştu âdeta. Asım etrafa boş gözlerle bakarken, Mehmet amca da elindeki boş kâseyi sehpanın üstüne koydu, Asım’a yöneldi: “Biliyorum evlat, biliyorum…” Asım, “Neyi bey amca, neyi biliyorsun?” dedi. Mehmet amca, “Senin yapmadığını evlât… Gönlünü ferah tut! Belli ki sende bir cevher var, ancak henüz o cevheri işleyecek bir kuyumcu bulamamışsın” dedi ve sedirin yanında bulunan kitaplıktan yeşil ciltli bir kitap alıp Asım’a verdi.

Asım sorgusuzca kitabı aldı, yaralarının acısını unutmuştu; okumaya koyuldu ve okudukça daha da huzur buldu. Böylece bir hafta çoktan geçmişti. Mehmet amca, Asım’a güzel haberi verdi: “Şükür evlât, katiller bulunmuş!” Asım, “Hangi katiller Mehmet amca?” diye sordu. Mehmet amca, yüzündeki tebessümü daha da arttırarak, “Boş ver evlât, sen okumana devam et. Okudukça anlayacaksın her şeyi” dedi.

Asım, geçmişine dair hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Mehmet amcanın evinde kalmaya devam etti.

Günler ayları kovaladı. Asım bir gün Mehmet amcaya gidip, “Anladım Mehmet amca, anladım” dedi. Mehmet amca tebessüm edip, “Anladıysan, durma! Vakit, yola koyulma vakti! Vakit, vuslat vaktidir evlât!” dedi. Asım yola koyuldu. Evine ulaştığında ne turuncu renkli koltuk, ne de kırmızı kaplı kitaplar vardı. Yalnız beyaz sediri, sedirin önünde duran bir sehpası ve hemen sedirin yanında bir kitaplığı vardı. Kitaplıkta tek bir yeşil kitap vardı. Bu durum onu şaşırtmadı. Usulca kitaplıktan kitabı aldı ve sedirin üstünde oturup okumaya başladı. Kitabı kapatıp sehpanın üstüne doğru usulca koydu. Boylu boyunca sedire uzandı, ellerini kafasının altına koyup huzurla uyudu…